Bismillahirrahmanirrahîm.
Rahmân ve Rahim Allah’ın Adıyla.
Nerede kalmıştık…
Bundan bir süre önce yazı hayatıma ‘nokta’ koymuştum. Öyle icap etmişti.
O gün de işaret ettiğim gibi Allah günleri biz kullar arasında tedavül ettirmektedir. Hem de zaman ırmağı (asr) o kadar hızlı akmaktadır ki, kıyısında bir an durup seyre dalsanız, başınız dönebilir. Bu ırmağın kıyı şeridinde görünürlüğü fevkalade uyarı levhalarında, “durmak ve duraklamak yasaktır!” yazmaktadır.
Değerli kardeşlerimiz!
‘Nokta’dan sonra kuşkusuz yeni bir cümle gelir. Bazen bu cümle ‘satır başı’ olur. Evet, bugün bu saatte satır başı yapmış bulunuyoruz. Satırbaşı, yani kaldığımız yerden devam; tabi ki Rabbimiz izin verdiği ölçüde. O’nun yardımı, rahmeti, bereketi, şefkati üzerimizden eksik olmadığı müddetçe… Mülkün yegâne sahibi olan Allah’ın, mülkünde bizlere tanıdığı vüs’at oranında satırlarımız ve cümlelerimiz, bir ‘kilim’in dokunmasına katkıda bulunmaya devam edecektir.
Bizler, ‘Venhar’ ismi altında bir araya gelmiş mü’minler olarak, bundan önce olduğu gibi bundan sonra da herhangi bir kişi, klik, grup, hizip adına değil, iman ettiğimiz Rahmân ve Rahim Allah’ın adıyla, O’nun bizim için tensip ettiği Dinimiz adına ‘satır başı’ yapıyoruz. Satırlarımızı başlatırken;
Nefislerimizin şerrinden, arzularımızı ilahlaştırmaktan, kişisel çıkarlarımızı din edinmekten, kendimizi afişleştirme tutkusundan, gösterişten, kibirden, tekebbürden, ikiyüzlülükten, bilgiçlik taslamaktan, yapmayacağı şeyi söylemekten, insanları kendimize ya da herhangi bir beşer adına çağırmaktan, insanları küçümsemekten, insanlara zenginlik, sosyal statü, etiket ve ırklarına göre reğer biçmekten, Allah’ın değil de, insanların rızasını gözetmekten, Alemlerin Rabbi ve Rabbimiz Allaha sığınıyoruz. Evlad ü ıyalimiz, eşlerimiz, evlerimiz, ticaretimiz, mallarımız ve bütün dünyevi zînetler bize Allah’tan ve O’nun yolunda çaba harcamaktan daha sevimli olmasın istiyoruz. İstiyoruz ki kazandığımız üç kuruşluk servetimiz bize cehennemi değil, cenneti kazandırsın. Rabbim Allah’tır deyip, dosdoğru bir yol tutturan kullar olmayı umuyoruz.
Bütün bu şerlerden korunmamız için siz kardeşlerimizden de ‘ilgi’ bekliyor, “teyakkuzda olmalısınız!” diyoruz.
Adımız…
Değerli kardeşlerimiz! Bir Kur’an kelimesi olan ‘nahr’ sözcüğünü (emir kipiyle de olsa) kendimize isim olarak seçtik. Kur’an’ın ‘venhar’ emrini şiar edindik; bu şiara layık olmaya çalışacağız.
‘Venhar’ı biraz açmamız gerekmektedir.
Venhar adını ilk duyanların, “kurban kes” emri ile böylesine sosyal-siyasî bir teşebbüs arasında bir alaka kurmakta zorlandığını tahmin ediyoruz. Bilindiği üzere bu emir fiil Kevser suresinin üç kelimelik ikinci ayetinin üçüncü kelimesidir. Türkçe meal ve tefsir kitaplarında yaygın olarak “venhar” kelimesine “kurban kesmek” anlamı verilmekte, ayet: “Öyle ise Rabbin için namaz kıl, kurban kes!” diye tercüme edilmektedir. Oysa nahr kelimesi lügatte döş, boğaz, göğsün yukarısı, gerdanlık anlamına gelmektedir. ‘Nahara’ fiili mesela salâtla kullanıldığında, namaz kılan kimsenin göğsünü gererek kıbleye doğru dik durması anlamına gelmektedir. Fiil ‘nâhara’ olarak (geçişlilik kipiyle) kullanıldığında savaşmak, karşı karşıya gelmek anlamını kazanmaktadır. Birbirine bakar vaziyette, karşı karşıya duran iki eve de ‘nâhara’ denmektedir. Rağıb el-İsfehaniye göre göğsün kolye takılan kısmına nahr denmektedir.
Ayeti “kurban kes!” diye tercüme etmenin mümkün olmadığına inanmaktayız. Mekke’de nazil olan bu surede “kurban kes” diye bir emrin bulunması, Mekke’deki nebevî tevhid mücadelesini izah etmemektedir. Surenin bütününden anlaşıldığı gibi, Peygambere dil uzatan, aleyhinde her türlü soğuk savaş yöntemine baş vuran seçkinler, Muhammed (yeni ortaya attığı davası/İslam) ebterdir, yarın bir gün unutulur gider, bunu takmayın ve sorun yapmayın diye yaygara kopartıyorlardı. Bu propaganda ya da ideolojik saldırı karşısında Peygambere kurban kesmesinin emredilmesi, onların taarruzlarına denk bir siyasî tavır olarak görünmemektedir. Kureyş’in hücumuna karşı Peygamber (a.s)’ın cevabının deve kesmek olduğunu düşünebilir miyiz? Doğrusu şu ki, Kur’an, kâfirlerin bu taarruzlarına karşı Peygamberden başını dik tutmasını, sataşmalarına aldırış etmemesini istemektedir. Peygamber salâta devam edecek, dik duracak, kâfirlerin sataşmalarını önemsemeyecekti. Mekke’de 610 yılında birden esmeye başlayan vahiy karşıtı rüzgâr, Muhammedî duruşu sarsamayacaktı. Üçüncü ve son ayet bu anlamı destekler mahiyette, Muhammed’in, yarın bir gün unutulacak üç günlük bir hevese kapıldığını, unutulup gideceğini (ebter) konuşan Mekkelilere cevap vermekte, asıl kendilerinin ebter olduklarını beyan etmektedir.
‘Venhar’ emrinin kurban kesmekle alakalı olmadığı görüşümüze şu notu da eklememiz uygun olacaktır: ‘venhar’ kelimesi illa ki “kurban kesmek” olarak tercüme edilecekse, bu kurbanın sadece deve olması icap ederdi. Çünkü nahr fiili deve kesimini ifade etmektedir. Deve diğer hayvanlar gibi boğazlanmamakta, döşünden bıçaklanarak kanı akıtılmakta, bu sebeple de deve kesme fili için ‘nahr’ kelimesi kullanılmaktadır. Hayvanın boğazından kesilmesine ise ‘zebh’ denmektedir. Eğer ‘venhar’ emir fiili “kurban kes” anlamına gelseydi, kurban kesmek deve kesmek anlamına gelecekti ve bugün de bağlayıcı olacaktı.
İşte “nahr et!” emrinin bu çok önemli anlamına kendimizi istinad ettirmek istedik. Allah’tan bu ilahi hitaba layık olmayı diliyor, yardımını istiyoruz.
Şu halde günümüz için ‘venhar’ı şöyle açıklayabiliriz: biz müminlerin küfrün yerel, küresel, mahallî v.d. her çeşidine karşı dik durmamız gerekir. İmanımızın arkasında dimdik durabilmeliyiz. Şüphesiz Müslümanlar olarak günümüzde, bedenlerimizle belki kimseye karşı başı eğik durmamaktayız. Esir ve köle değiliz. Kastımız da bu değil. Bunun yerine, İslam’ı İslam yapan temel dinamiklere karşı bir mesafe konmaktadır. İslam’ı Batı tarzı okuma biçimi bizlere dayatılmak istenmekte; “sizin İslam’ınız asıl buydu ama unuttunuz!” denmektedir. Maalesef Müslümanlar üzerinde çağın kafirce normlarına karşı bir eziklik duygusu oluşturma çabasında başarılı olunmuştur. Çok güçlü görünen küresel hayat tarzı karşısında Müslümanlardan, kendi değer yargılarından geri adım atmaları, süreç içinde tümden terk etmeleri, dünya düzenini rahatsız etmeyecek bir bireysel dindarlığa fit olmaları istenmektedir. İşte bu küresel istikbara karşı izzetimizle durmamızın, tevhid akidemizi korumamızın, imanımızla amelimizi birbirinden ayırmamamızın anlamının ‘venhar’ olduğuna inanmaktayız.
Bu cümleden olarak, ‘venhar’ ile salâtı asla birbirinden ayırmayacağız. Hatta İlahî Kelam’daki sırasına bakarsak, salâtı öncelememiz gerektiği ortadadır. Salâtsız ‘dik duruş’un olabilmesi mümkün değildir.
Dik durmamız, gücümüzün farkında olmayacağımız anlamına gelmemektedir. Boyumuzdan büyük işlere kalkışmak, bedelini ödeyemeyeceğimiz, içini dolduramayacağımız söylemler üretmek, üstesinden gelemeyeceğimiz vaadlerde bulunmak biz Müslümanlara yakışmaz. Kısacası, haddimizi bilmenin, imanın yarısı olduğu kanaatini taşımaktayız.
Bu minvalde bugün sizlerle buluşan bu internet yayınımız Allah yolunda, bir katre olsun bir görev ifa ederse bahtiyar olacağız. Bu yayının sizlerin de katkılarıyla bir mektebe dönüşmesini arzu ediyoruz.
Namazımızın, ibadetlerimizin, yaşamımızın ve ölümümüzün âlemlerin Rabbi Allah için olması iştiyakıyla, çabamızın hayırlı, bereketli olmasını diliyor, Allah’ın selam, rahmet ve bereketinin hepimizin üzerine olmasını temenni ediyorum.