Evin dış duvarına yağlı boya ile kocaman harflerle yazılan “Bu ev satılıktır” ilanının önünde oynayan çocukların fotoğraflarını çekerken, duvardaki yazı beni başka dünyalara götürüyor, fotoğrafın karesinde kayboluyorum.
Hem çocukların sevincine hem de yazının kasvetine hayran kalıyor, içimden birkaç kez okuyorum farkında olmadan.
Bu ilanların çoğu kimi zaman bozuk bir Türkçe ve bozuk bir imla ile yazılır. Genellikle de yanlış ya da konuşulduğu gibi yazılır.
Bu da bazen daha fazla dikkat çekilmesini sağlar ve zihinlerde yer alır. Yağlı boya ile yazıldığı için yıllarca silinmeden durduğu olur, satılsa, satılmasa olduğu yerde kaldığı görülür.
Silinse bile, yazı zamanla yeniden ortaya çıkar ve okunmaya devam eder.
Bu tür ilanları fotoğraflamam çok zaman olmadı, hala bu tür yazıları ara sokaklarda görüyorum. Hem de değişik kentlerde.
Emlakçılara komisyon vermemek, bire bir evini pazarlayan çok insan, bu yönteme başvuruyor. Özellikle de yoksul semtlerde, işsizliğin yoğun yaşandığı imarsız alanlarda en yaygın satış yöntemi olarak evin dış duvarlara yazılır.
Kaç kişi o sokaklardan geçer ki, ilanı görsün.
Bilmiyorum.
Hatta bir keresinde Urfa‘nın dar ve dolambaçlı çıkmaz sokaklarının, en sonunda yer alan taş evin kapısında, el kadar bir sarı mukavvaya yazılan yazıyı görünce bayağı şaşırmıştım ve bir anlam verememiştim.
Gözden uzak, tenha bir çıkmaz sokak ve kapı üzerine asılan sarı kartona yazılan ilan…
Bu ev satılıktır.
O küçücük sarı mukavvaya yazılan ilan için bir bildikleri vardır herhalde. Demek ki duvara yazmak, küçük bir kartona yazıp, daha bir dikkat çekici olur. Sorun kaç kişinin bu ilanı gördüğünde.
İlanı kaç kişinin görüp, görmediği önemli değil aslında, sonuçta evler satılıyor, yeni sakinleri taşıyour kısa sürede.
Beni asıl düşündüren, neden bu kadar evin satılığa çıkarıldığıdır. Bir memnuniyetsizlik sonucu mu, yoksa yediden yetmişe tüccarlaşan bir toplumsal dönüşümün sonucumu.
Herkesin tüccar olmadığını biliyoruz. Bu ilanların arka planını biraz kurcaladığımızda, insanların yaşadığı yerlerden memnun olmadığı nedeniyle evlerini satılığa çıkardığı ortaya çıkar.
Kimi zaman bütün bir mahalle parça parça satılıktır, kimi zaman bir kent.
Bu memnuniyetsizliğe işsizliği, daha iyi yaşam koşullarını eklemek de mümkün. Çoğu insan yeni bir iş için evini satılığa çıkarıyor, biliyorum.
Ama bu kadar satılık ev bana ilginç geliyor, tıpkı ilanlarının ilginçliği gibi.
Bu nedenle yoksul kentlerin evlerinde “SATILIKTIR” levhasını gördüğümde karmaşık duygulara kapılırım. Neden elden çıkarmak istediklerini anlamak, yaşanan hikayeleri bilmek isterim.
Ama buna imkan yok. Her yaşanmışlığı bilmeye ömür yetmez.
Son yıllarda bir tüketim kültürünün her tarafta hayat bulduğu, herkes için olmasa da, çoğunluk için bir göz odayla başlayan macera daha büyük ve gösterişli eve taşınma fikri ile taçlanıyor sanki ve evin niteliği ne olursa, olsun satıp, daha farklı eve taşınma amaçlanır.
Bu sadece yoksullar için geçerli değil, çok parası olanlar için de durum aynıdır.
Elde avuçta parası olan da daha iyiye, daha gösterişli evlerin peşinde koşup, durur.
Birisi duvar yazılarıyla meramını ifade ederken, diğeri emlak piyasasında hakim şirketlerin elemanlarıyla amacına ulaşmaya çalışır.
Sanırım bir kaçış, bir tükeniş, bir tüketme var ortada.
Bu ne zamandır böyledir bilmiyorum, elimde bilimsel veri yok.
Ama son 40 yıldır, böylesi bir hareketlenme başlandığını söylemek çok yanlış olmayacak. Çünkü daha önce insanlar doğdukları, evlerde hayatlarını noktalardı.
Şimdi öyle mi?
Sürekli yer değiştiriyoruz demek belki abartı ama sanırım eskisinden daha fazla yer değiştiriyoruz.
Sizi bilmem ama 51 yıllık ömründe 4 şehir, 8 ev değiştirdim.
Her gittiğim yer, benden bir şeyler aldı, bir şeyler verdi. Bu iyi tarafı. Ama her yer değiştirdiğimde bütçem bir iki yıl, açık verdi, borçlandırdı ve daha fazla fakirleştirdi.
Son bir nokta daha. Kalıcı olmayanlar, bir kültür öğeyi yaratamaz. Anılarını terk etmek, tarihine sırtını dönmek, geçmişi fiziksel olarak silmek olsa olsa tüketim toplumuna harç olur.
Ama şu da bir gerçek ki evlerin dış duvarlarına yazılan “Bu ev satılıktır’ yazıları giderek azalıyor, hatta o taş evler, tek katlı evler de giderek yok oluyor, mahalle kültürü kapitalizmin dişleri arasında tüketime teslim oluyor…
Başka bir yol mümkün mü?
Düşünmeye değer…
Independent Türkçe / Şeyhmus Çakırtaş