Osmanlı Hanedanı 17 Kasım 1922’de yurt dışına sürülmüş, Hilafet, Saltanattan ayrılmış ve artık yeni Türkiye’de tek otorite Ankara Hükümeti olmuştur. Şimdi sıra yeni hedeflere yönelmeye gelmiş, bu yönde atılacak adımların başında Türkiye Cemiyeti’nin asırlardan beri süregelen idare şekli, siyaset anlayışı ve kültür yapısını temellerinden değiştirecek inkılap hamleleri olacaktır. Yani ihtilalci bir karakter taşıyan ama geçici bir ihtilal olmayan Milli Mücadelenin asıl hedefi, şimdi sosyal yapının sürekli bir yapı değişmesi demek olan inkılap safhasını devam ettirecekti. Aksi halde Milli Mücadele’nin tarihi sorumlulukların ulaşılmasını emrettiği hedefler havada kalabilir, milli kurtuluş hareketi kısırlaşabilirdi. Gazi ve arkadaşları işte bu alanda radikal adımlar atarak Saltanatın kaldırılması ve cumhuriyetin kurulmasından sonra ilk hedef olarak hilafetin tasfiyesine yönelmeyi birinci sıraya koymaları gerekiyordu. Öyle de oldu. Hilafetin tasfiyesi zaten tarihi ömrünü tüketmiş bir müessesenin ortadan silinmesi bakımından önemli değildi ama yeni devletin benimseyeceği gayri dini yapı, dinin siyasetten ayrılışı hülasa cumhuriyetin laikliği bakımından önem taşıyacaktır.
M. Kemal, şimdi siyasal mücadelenin gelecek evrelerine hazırlanıyor, düşüncelerini hayata geçirmek için yoğun mesai harcıyordu. İlk işi siyasal bir örgüt kurup bu örgüt bünyesinde bulunanlarla yeni icraatlar geliştirmek, yeni devrimler gerçekleştirmekti. Nitekim Milli Mücadele döneminde oldukça yararlılık gösteren Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti’ni siyasi bir partiye dönüştürmek için çalışmalara başladı. Şunu da unutmamak gerekir ki bu cemiyet tam olarak birlik içinde değil, içlerinde halife ve saltanat yanlısı olanlarda mevcuttu. Ayrıca İstanbul teşkilatı kolay yutulacak bir lokma değildi. Bu cemiyet içindekiler birinci gurup, ikinci gurup diye adlandırılıyordu. Ancak seçim yaklaşıyor ve çareler aranması gerekiyordu.[1] Bu hareketli zamanda M. Kemal, “cepheyi teftiş etmek amacıyla 16 Ocak-20 Şubat (1923) tarihleri arasında gerçekleşen Batı Anadolu gezisini, 13-25 Mart tarihleri arasında gerçekleşen ikinci bir gezi takip eder. Buralarda toplantılara, mitinglere katılır. M. Kemal her iki gezisinde ki konuşmalarında mevcut meclisten memnun olmadığının ve bu nedenle meclisi fesh ederek kendi arzusuna uygun yeniden bir meclis toplamayı doğrudan veya dolaylı işaretlerini verir. Ayrıca kurmayı düşündüğü Halk Fırkası hakkında da bilgiler verdi[2].” Görünüşte askeri teftiş gezisi değil; siyasi bir yurt gezisi olduğu ortadaydı. Ege gezisinde İzmir’den sonra Akhisar’a oradan da Balıkesir’e geldi. Burada oldukça ilgi çekici bir konuşma yaptı. Çeşitli maksatlara konu olacak konuşmasını Paşa Camiinde hutbeye çıkarak yaptı.[3]
Bundan sonra, Lozan’dan istediğini tam olarak alamadan dönen İsmet Paşa ile Ege gezisini tamamlayan Gazi’nin, Eskişehir’de buluşması mecliste hararetli bir tartışmaya sebep oldu. Daha Ankara’ya gelmeden ve Meclise bilgi vermeden evvel Gazi ile buluşması ileriki günlerde çetin bir mücadelelerle karşı karşıya kalmasına sebep olacaktı. 21 Şubat günü İsmet Paşa, Lozan ile ilgili bilgileri ve müzakerelerin neden kesildiği noktasını meclise verdiği beyanlarla başladı. Müzakereler bu yönde ilerliyor, Mart ve Nisan ayları Meclis tarihinin en sert ve kırıcı günlerini yaşıyordu. Meclisteki ikinci gurup, İsmet Paşa reisliğindeki bu heyetin sulh konferansının mukadderatının artık emniyet olunamayacağını şiddetle ilan ediyordu. Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey, 5 Mart günündeki ateşli tartışmalarda “Mehmetçiğin süngüsüyle kazanılan muazzam zafer Lozan’da heba edilmiştir. Bu Murahhas heyetinin sulh meseleleri üzerinde sözleri olamaz efendiler! Artık bunların vazifeleri bitmiştir!” İkinci gurubun oldukça sert eleştirilerine cevap veren M. Kemal aynı zamanda İsmet Paşa’yı destekleyen sözleri meclisin havasını yumuşatmadı. Bu arada Gazi ile Ali Şükrü Bey arasında gergin atışmalar başladı, meclisin idaresi fiilen kayboldu, bu arada konuşmasını uzatarak kürsüden inmeyen Gazi eleştirilerin hedefi oldu. Sesini yükselterek söz isteyen Ali Şükrü Bey, “bende söz isterim…” diye bağırıyor, Gazi hiddetli bir şekilde “bir haftadır konuşuyorsunuz, artık memlekete zarar veriyorsunuz” diye bağırırken, diğer taraftan ellerini beline atarak Ali Şükrü Bey’in üzerine yürüdü. Sinop Mebusu Hakkı Bey:
“Mecliste emniyet yok mudur”? diye feryat ediyordu.
Mecliste durum bu şekilde devam ederken 27 Mart ‘tan itibaren Ali Şükrü Bey ortalıkta yoktu. Gazi tedirgindi. Keza Mecliste tedirgindi. Mesele 29 Martta meclis kürsüsüne getirildi. İkinci guruptan Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey şöyle haykırıyordu.
“-Bu şerefli kürsü bugün elim bir vaziyete sahne oluyor. Bu şerefli milletin mebusları bugün, kan ağlayan bir zavallı, bir biçare gibi bir birlerine bakıyorlar. Ey milletin kabesi! Sana da mı taarruz..?” Sesini daha da yükselterek “Ali Şükrü’ye tecavüz eden milletin namusuna tecavüz etmiştir. Böyle namussuzlar yaşamamalı…”[4]
Hükümet şöyle diyordu: Eğer bu işin aslını üç dört gün içinde çıkaramazsak o zaman mesul edersiniz.
Yahya Galip söz alarak: “Çalışacağız bulacağız ne demek arkadaşlar, niçin bulmuyorlar…”
Nihayet Ali Şükrü cinayetinin perdesi yavaş yavaş aralandı. Mesele 2 Nisan günü Başvekil Rauf Bey tarafından Meclise açıklandı, olayın mahiyetini de anlattı. Ali Şükrü Bey’i eski Giresunlu Cumhurbaşkanlığı Muhafız komutanı Topal Osman, Şükrü Bey’i kahve içmek için evine davet etmiş ve orada boğarak öldürmüştür. Daha sonra cesedi Çankaya’nın arkalarında bulunan Muhya köyü arazisine gömülmüş, Topal Osman’da Ayrancı bağlarına çekilmiş, olayı geriden takip ederek beklemeye başlamış. Bu arada askerler Osman Ağanın etrafını sarmışlar, usulen tevkif olmasını istemişlerse de, ancak O, bunu reddetmiş. Bunun üzerine Gazinin evi ile Ayrancı taraflarında çatışma başladı. Osman Ağa yaralı ve bazı adamları ölü olarak ele geçirildi. Ancak az sonra Osman Ağa’da öldü. Cesedi Meclisin kapısına asılarak orada bir müddet kaldıktan sonra bu olayda unutuldu.
Ali şükrü Bey’in ölümünün açıklanmasından bir gün evvel yani 1 Nisan’da alınan kararla meclis, yeni bir seçim için fesih kararı vermişti. 3 Nisan’da seçim kanununda değişikliklere gidilir, seçmen yaşı 25’ten 18’e; elli bine bir olan vekil sayısı yirmi bine bir olarak değiştirilir. Bunların başında daha evvel Anayasa’da bulunan Hıyanet-i Vataniyye Kanunun da tadilat yapılarak “… tekamül etmiş olan devlete her ne suretle olursa olsun karşı gelenlerin vatan haini sayılmaları” şeklinde genişletiliyordu. Bu maddeye ikinci gurup oldukça sert tepki verdi. Çoğunluk birinci gurupta olduğu için meclisten geçti. Bu maddeye göre seçimlerde mevcut rejimin aleyhine yönelebilecek sözlü veya eylem olarak yapılacak propaganda çabaları önlenmiş oluyordu.
Bu arada M.Kemal, gerek seçim beyannamesi olarak, gerekse ileride kurulacak yeni partinin (Halk Fırkasının) temellerine yön verecek olan dokuz maddelik bir bildiri yayınladı. Bu bildiri programını seçim bölgelerine gönderdi. Seçimler kazanıldığı takdir de hazır hale gelecek olan Halk Fırkası, iktidarı resmen devralacaktı. Bu arada 24 Temmuz 1923’te Lozan’da ikinci görüşme için bulunan İsmet Paşa, Başvekil Rauf Bey’in sıcak bakmadığı Lozan’ı imzaladığını Mustafa Kemal’e bildirerek yurda döner. Bunun üzerine İsmet İnönü ile karşılaşmak istemeyen Başvekil Rauf Orbay 4 Ağustos günü istifa eder. Bu istifa ile, yeni bir devrin başlangıcı bundan böyle daha hızlı şekilde kendisine yön bulmak için iyi bir fırsat olarak değerlendirilir.
Bundan sonra Mustafa Kemal, yeni oluşacak mecliste üç yıllık tecrübesine dayanarak muhalefet istemiyordu. Bu yüzden kendisine birinci gurupta olanlardan en çok sadakat, yumuşak başlılık ve emniyet gösterenleri namzet/aday göstermeye oldukça dikkat ediyordu. Tabi bu arada “Gazi’ye hulul etmek için, dün Padişahın dalkavukluğunu yapanlar bile günahlarını affettirebiliyorlar ve yeni devlet kuruluşunun ön saflarında yer alabiliyorlardı. Saadet avcılığı dehşetli bir yarış halinde başlamıştı.”[5] Nitekim seçimler 28 Haziran 1923 günü istenilen şartlarda gerçekleşir. “72 seçim bölgesinden 287 üyeli”[6] bu meclise, birinci meclisin ikinci gurubundan olanlar aday gösterilmeyerek tasfiye edilir. İki bağımsız vekilden Gümüşhane vekili Zeki Kadirbeyoğlu ile Eskişehir mebusu Emin Sazak dışında geri kalan tüm vekiller istenilen şartlara haiz gibi görünen vekillerdir. Daha sonra Emin Sazak Bey Halk Fırkasına katılarak Zeki Bey tek başına muhalefette kalır.
Bundan sonraki sürecin daha hızlı bir şekilde işlediğini görüyoruz. Yeni meclis, 11 Ağustos 1923 günü açılır, 13 Ağustos’ta M. Kemal, Meclis Başkanı seçilir, 14 Ağustos’ta Fethi Okyar Başkanlığında yeni meclisin ilk kabinesi kurulur. Yeni kabinenin ilk icraatı, ilk meclisin imzalamaktan kaçındığı ve bu uğurda oldukça sert münakaşaların yaşandığı Lozan anlaşmasını meclisten geçirerek onaylaması olmuştur.
Daha evvel 8 Nisan’da dokuz umde/madde olarak belirlenen siyasi teşkilatının hazırlıklarını tamamlayarak 9 Eylül 1923 günü geleceği şekillendirecek olan Halk Fırkasının kurulduğunu ilan edilir. 4 Ekim yeni devletin resmi adının Türkiye Cumhuriyeti; 13 Ekim’de başkentinin Ankara olması kararlaştırılır. 14 Ekim’de Cumhurbaşkanı’nın yetkileri ve öteden beri gündemde olanTeşkilat-ı Esasiyye’de bazı değişiklikler üzerinde konuşulur. Bu arada Anadolu’da Yeni Gün gazetesi yakında Cumhuriyetin kurulacağına ilişkin bir haber yayınlar. 21 Ekim’de son kez M. Kemal başkanlığında toplanan komisyon tarafından ortaya çıkan yeni ilkeleri Meclisin onaylaması kalmıştır.
Daha evvel 20 Ocak 1921 Anayasasına göre ilk iki madde şu şekildeydi:
“İcra vekilleri Büyük Millet Mecllisi Reisinin Meclis azaları arasında göstereceği namzetler arasında ekseriyeti mutlaka ile seçilir, Mecliste toplanan İradei milliye, bilfiil mukadderatı vatana vazıulyet (el koymuş) iradei milliyedir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin üstünde bir kuvvet mevcut değildir.” Bu maddeye göre hükümet teşkili meclisin elindeydi. Kişiye bağlı olmadan yani meclis içi seçimlerinde olmasıydı.
Görünürde bu madde, yukarıda ki Halk Fırkasının teşkil ettiği ilkeleri meclisten geçmesine mani olacaktı. Onun için bir yol bulundu ve bir hükümet krizi ile meselenin üzerine gidildi. Başbakanlık ve Dahiliye vekaletini bir arada yürüten Fethi Bey, Dahiliye vekaletinden; Ali Fuat Paşa’da Meclis ikinci Başkanlığından istifa eder. Başvekil Ali Fethi Bey, dâhiliye vekâletine Ferit Bey’i, Meclis ikinci başkanlığına da Yusuf Kemal Bey’i teklif eder. Ancak Fırka bu öneriyi dikkate almaz ve muhalif guruptan Erzincan Mebusu Sabit Bey’i dâhiliye vekâletine; eski başvekil Rauf Bey’i de Meclis ikinci başkanlığına çoğunlukla seçerek yeni meclisin öyle pekte uysal bir meclis olmadığını ortaya koyar. Bu seçimleri Gazi hiçte hoş karşılamaz. Ne var ki istenilen şeyde meclisin karışık bir hal almasıdır. Bu bakımdan her şey hesaba uygun gitmektedir. Meclis içinde bir takım karşı güçlerin çarpışması olarak beliren bu sürece Gazi yeni bir müdahale ile kabineyi Çankaya’da toplar. Kabinenin istifasını ister. Ancak ordular komutanı Fevzi Çakmak bu istifanın dışında tutulur. İstifa eden vekillerden her hangi birisi olası yeni kabinede Meclis tarafından seçilirse kimse görev almayacaktır.
27 Ekim’de Fethi Bey Hükümeti istifa eder. Bunun üzerine geniş bir kulis faaliyetleri başlar, Ali Fuat Paşa bir kabine listesi hazırlasa da bir sonuç alınamaz. Memleket ekim ayının son günlerine hükümetsiz girer. Bu arada muhalefetin önde gelenleri Ankara dışına çıkmıştı. Ali Fuat Paşa Konya’da, Rauf Bey, Refet Paşa ve Adnan Adıvar İstanbul’da, Kazım Karabekir ise Trabzon’da bulunmaktadır. 28 Ekim günü meclis yine çok hareketliydi. Gazi meclisteki çalışmalarını tamamlayarak Çankaya’ya döner. Bu arada meclisten ayrılırken İsmet Paşa, Kazım Özalp Paşa, Fethi Okyar, Kemalettin Sami Paşa, Reşen Ünaydın, Fuat Bulca ve Halit Paşa’yı da Akşam için Çankaya’ya davet eder. O gece yemeğin ilerleyen saatlerinde “Beyler! Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz” der. Bunun üzerine ertesi gün için bir hareket planı planı çizilir, bazı tertipler alınır. Buna göre kilitlenmiş olan mecliste yine buhranın baş gösterdiği bir sırada Kemalettin Sami Bey, bir takrir vererek Gazi’nin davet edilmesi duruma bir çare bulmasını isteyecektir. Bundan sonra anayasada bazı değişiklikler yapmak için İsmet Paşa’yı alıkoyarak[7] diğer misafirler uğurlanır. Yeniden düzenlenen anayasaya göre ilan edilecek Cumhuriyette, Meclis tarafından seçilen Cumhurbaşkanı, Başbakanı; Başbakan’da yeni vekiller heyetini atar.
Ertesi gün Meclis’de hararetli bir şekilde yine kabine tartışmaları vardır. Bu tartışmaların üzerine Recep Peker kabinenin intihap/seçim tarzının değiştirilmesi lüzumunda durdu. Fikirler yine çatışır haldeyken işte o zaman Kemalettin Sami Paşa bir takrir vererek Gazi’nin de fikrinin alınması veya meseleye bir çare bulması yönünde bir çağrıda bulunur. Oturuma ara verilir ve Mustafa Kemal Meclis’e davet edilir. Adeta bir kriz meclisine gelen Paşa kürsüye çıkar ve “Vekiller heyetinin intihabında fikirlerde karışıklık hâsıl olduğu anlaşılmıştır. Bana bir saat kadar müsaade buyurun. Bulacağım hal şeklini (çözüm yolunu) arz ederim.”[8]
Teklif kabul olunur. Bu bir saat içerisinde meclisteki odasına lüzumlu görülen arkadaşlarını çağırır, onlarla daha önce anayasa taslağı üzerinde görüşülüp mutabakat üzerine olmasına rağmen yine görüşerek Cumhuriyet üzerinde mutabakat sağlar. Daha sonra kürsüye gelerek “Yüksek heyetiniz bu müşkülün halline beni memur ettiniz. Ben de budan ilham alarak düşündüğüm şekli tespit ettim. Teklifim kabule mazhar olursa, kuvvetli ve mütesanit(birbirine kaynaşmış) bir hükümet teşkili kabil olacaktır. Teklifim şudur”[9]diyerek elindeki metni meclis katibi Ruşen Eşref Bey’e vererek okumasını ister. Bunun üzerine Cumhuriyetin ilan edildiği metin mecliste okunur. “Milletvekillerinin 101′ nin olmadığı bir sırada”[10] ve milli mücadelenin ileri gelen komutanlarının da olmadığı bir günde teklif müzakere edilmeye başlanır. Saatlerce süren müzakereler sonunda akşam “8.30”da birçok çekimserle oylamaya sunulur. Fakat hiçbir aleyhte oy olmaksızın karar 158 oyla kabul edildi. On beş dakika sonra, 8.45’te milletvekilleri Mustafa Kemal’i ilk Cumhurbaşkanı seçtiler. O da İsmet Paşa’yı ilk Başbakanı olarak atadı. Haber aynı gece bütün ülkeye yayınlandı ve gece yarısından sonra her tarafta 101 pare top atışıyla kutlandı.” [11]
Şurası bir gerçek ki yeni Meclis, pekte uysal bir meclis olmadığı, daha ilk günlerden itibaren bir muhalefet gücünün varlığı ve ağırlığı kendini hissettiriyordu.
Rauf Orbay, 10 Kasım’da İstanbul’da çıkan Tevhid-i Efkar gazetesine Cumhuriyetin bir oldu bittiye getirildiğini, acele edildiğini içeren bir beyanat verir. Ali Fuat Paşa ve Kazım Paşa’da Mustafa Kemal’in politikalarına üstü örtülü bir gönderme yaparak “buyurganlığın her türlüsüne karşı olduğunu”[12] ifade eder. Bundan böyle Osmanlı’dan tevarüs eden bu topraklar da cumhuriyet rejimi yönetimde söz sahibi olacaktır.
Değerli Abdi bey,
Yazınızdan dolayı sizi tebrik ediyorum, lakin 9. dipnotunuz saptırmalar içeriyor. Bahsi geçen eserin ilgili sayfasında, sizin idda ettiğiniz “101 milletvekili ve milli mücadelenin ileri gelen komutanlarının da olmadığı bir günde teklif müzakereye başlar.” cümlesi bulunmamaktadır ki, yazının can alıcı noktası burası. Böyle bir oldu bittiye getirldiği o kaynakta bulunmamakta. Bendeki, bahsettiğiniz eserde (5. baskı, 1993) yukarıda alıntıladığım cümle bulunmamakta. Bu konuya lütfen açıklık getiriniz!
Selamlar,
Hüseyin Atalay
Kıymetli Hüseyin Atalay Bey,
Aleyküm selam. Dikkatiniz için çok teşekkür ediyor hemen düzeltiyorum. Evet 9 numaralı dip notta bir yanlışlık olmuş, nasıl olmuşta ayırt edememişim gerçekten, Allah razı olsun sizden.
selamlar
Eyvallah Abdi bey.
önemli olan hatasızlık olsaydı insan yaratılmazdı. Kıymetli olan yanlışı düzeltebilen Hz. insan olmak.
Selam ve dua ile….