Tasavvuf kültüründe rüya, sufiler için bir bilgi kaynağı olmuş, birçok sufide olduğu gibi İbnü’l Arabi, Şıhabuddin Suhreverdi, Said Nursi gibi mutasavvıflar da düşüncelerini rüya yolu ile Allah’tan aldıkları bilgiler sayesinde elde ettiklerini ileri sürmüşlerdir. Durum böyle olunca hadislerin dahi rüya yoluyla Peygamberden doğrudan alınabileceği görüşünü savunmuşlar, bu görüşlerine delil olarak hepimizin duyduğu meşhur hadis olan “beni rüyada gören gerçekten görmüş sayılır; zira şeytan benim suretime bürünemez”[1] hadisini delil olarak ileri sürmüşlerdir.
Sufiler rüyanın olaylara delil olarak ileri sürülmesini Kur’an’dan da delil getirerek, bu tür rüyaları seyri sülük sırasında bilgi yollarından biri olarak görür ve görülen bu rüyalardan manevi yol, işaret ve deliller çıkarırlar. Özellikle İbrahim as’ın oğlu İsmail’i rüyasında kurban ederken görmesi[2], Yusuf (as)’un rüyasında on bir yıldız, güneş ve ay’ın kendisine secde ettiğini görmesi,[3] Mısır melikinin gördüğü rüya[4] ve Muhammed (as)in Mekke’nin fethine dair,[5] gördüğü rüyayı yine ileri sürerek kendi gördükleri rüyaları garanti altına alma çabalarına girmişlerdir.
Ünlü Tasavvufcu Şıhabettin Suhreverdi konuyla ilgili rüya hakkında şöyle demektedir: “Nefis, kötülüklerden temizlenince kalp aynası cilalanıp parlar ve uykusunda levh-i mahfuza bakacak şekilde karşısına durur ve içine gaybın ince sır ve ilimleri nakşolunur. Sıddıklar arasında uykusunda Hakk Teala ile konuşanlar vardır. Allah Teala ona bu yolla bir takım emir ve yasakları bildirir; bilmediği bir çok şeyi rüyasında ona öğretir ve fark ettirir. Bu kimselere uykuda verilen emir ve nehiyler (manevi keşifle bildirilen şeyler) zahiri emir ve nehiy gibidirler. Şayet o kimse bu emir ve nehiyleri ihlal edecek olursa Allah Teâlâ’ya asi olmuş olur. Üstelik böyle emirler daha kuvvetli ve bu yüzden vebali daha büyüktür. Çünkü zahiri emirlere muhalefetin günahını tövbe temizler. Böyle rüyada verilen emirler kendisiyle rabbi arasındaki hale mütealliktir. Onları ihlal ettiği zaman irade yolunun kapanmasından korkulur. Böyle bir durum Allah’tan kopuş olduğu için gazab-ı ilahiyeyi mucib olur.”[6]
Cenabı Allah emir ve yasakları Kur’an’da bildirmiş ve bu emir ve yasakların kıyamete kadar geçerli olacağını beyan etmiştir. Bizler iman ediyoruz ki Allah çelişki içerisinde asla değildir. Elçisine ne vahy etmişse o vahiyler Kur’an’dadır ve bizi bağlayan da onlardır. Bir başkasının gördüğü rüya hiç kimseyi bağlamaz.
İnsanlar rüya görebilirler. Rüya görmek için herhangi bir özellik aramak söz konusu olamaz. Ancak görülen rüyaları esas alarak insanların hayatlarına ve düşüncelerine müdahale etmeye kalkışmak asla İslam’dan bir cüz değildir. Fıkıhta veya itikatta delil olmadığı gibi, sosyal hayatta da delil sayılmaz; zira rüya, rüyayı gören kişiyi bağlar. Şimdi buradan hareketle yine insanları nasıl etkilediklerini, onlara nasıl sirayet ettiklerine dair bir örnek de Said Nursi’den verelim.
Said Nursi, medrese hayatını terk edip ailesinin yanına geldiği dönemde şöyle bir rüya görür:
“Kıyamet kopmuş, kainat yeniden dirilmiş. Molla Sait Peygamber (sav)’i nasıl ziyaret edeceğini düşünür. Nihayet sırat köprüsünün başına gidip durmak aklına gelir. “Herkes oradan geçer ben de orada beklerim” der ve sırat köprüsünün başına gider. Bütün Peygamberan-ı İzam hazeratını birer birer ziyaret eder, Peygamber efendimizi de ziyarete mazhar olunca uyanır.”[7]
Bu rüyanın içeriği daha sonra beyan edilir ve:
“Molla Said Peygamberden ilim talebinde bulunmasına karşılık, Hz. Resulü Ekrem (as), ümmetinden sual sormamak şartıyla İlm-i Kur’an’ın talim edileceğini tebşir etmişlerdir. Aynen bu hakikat hayatında tezahür etmiş, daha sabavetinde iken bir allame-i asır olarak tanınmış, katiyen kimseye sual sormamış, fakat sorulan bütün suallere mutlaka cevap vermiştir.”[8]
Kaldığı İstanbul Şekerci Hanı’nda ki odasının kapısına “burada her soruya cevap verilir; fakat soru sorulmaz” diye bir levha asarak gördüğü rüyayı gerçekten Resulullah’ın bir emriymiş gibi insanlara uygulamaya çalışmıştır. Resulullah’ın emri deyince bir başka rüya ile insanlar üzerinde hüküm sürmeye çalışan İbnü’l Arabi’den de bahsetmek yerinde olur.
İnsanlar Kur’an’ı okumadıkları gibi başka kitapları da okumuyorlar. Okuyanlar ya kıdemli mürid ya da kıdemli şakirttirler. Onlar da bir türlü gerçeği ifade etmekten zaten acizdirler. Şimdi İbnü’l Arabi’ye kulak verelim:
…
“Hicri 627 senesi Muharrem ayının son on günün de bir gün Şam’da gösterilen bir rüyada Hz. Peygamberi gördüm. Elinde bir kitap vardı. Bana;
‘Bu Fususu’l Hikem kitabıdır. Onu al ve yararlanmaları için insanlara ulaştır’ diye emretti. ‘Ben de bize emredildiği gibi Allah’a Peygamberine ve içimizden olan yöneticilerimize itaat ederiz ve sözlerini dinleriz’ dedim. Böylece söylenmek istenileni tam olarak anladım, niyetimi temizledim, herhangi bir ekleme ve çıkarma yapmaksızın Allah’ın elçisinin belirttiği tarzda bu kitabı insanlara ulaştırmak için niyetimi arındırdım.”[9]
Bir sonraki yazımızda inşallah bu kitaptan bazı alıntılar yaparak sizlerle paylaşmak istiyorum. Bakalım Allah Resulü ne demiş?
[6] Şıhabuddin Suhreverdi,Avarifu’l Mearif, Semerkand yay. 6.Bsk. İst. s. 474
[7] Bediuzzaman Said Nursi, Tarihçe-i hayat, Tenvir Nşr. S. 32
[9] İbnü’l Arabi, Fususu’l Hikem, Çev. Ekrem Demirli, Kabalcı yay. İst. 2013, s.19