İnsanı insanlıktan çıkaran, doğayı öldüren reklamlar!
Kapitalist üretimin ve tüketimin yol almaya devam edilebilmesi için, her aşamada üretilenin bir bölümünün yok edilmesi gerekiyor. Savaşlar da yok etme yöntemlerinden biri… Sürekli artmak zorunda olan üretimi sürdürebilmek için, çarkın dönmeye devam edebilmesi için, daha önce üretilmiş olanın ortalıktan çekilmesi, yok edilmesi gerekiyor ki; boşalan yeri, yenisi doldurabilsin. İşte bunu sağlamanın yolu, reklamları devreye sokmaktan, “programlanmış eskimeyi” dayatmaktan ve “modadan” geçiyor. Reklamlar insanlarda “eksiklik” duygusu yaratıyor. Bir insandaki eksiklik duyusu, o insanın hayatı gerektiği gibi yaşamasını, hayattan tat almasını engelliyor. Mesela vücudundan memnun bir kadın muteber bir tüketici değildir. Önce güzel olmadığına inanması ve ardından da bir estetik cerrahının veya “zayıflama uzmanının” kapısını çalması gerekir ki “iyi” bir “tüketici” olsun. Sürekli abur cubur yiyerek obez olmayan bir çocuk da muteber bir tüketici değildir. Önce obez olmalı, sonra da kilo vermek için “konunun uzmanına” müracaat etmelidir… Aslında orada söz konusu olan tam bir tuzak: önce bir sorun yaratmak, sonra da o sorunu çözmek! Bir insan, eksikliğini ancak satın alarak giderilebileceğini düşündüğünde, reklam amacına ulaşıyor. Başka türlü ifade edersek, insanları satın almaya ikna edebilmek için, bilincinde bir “yoksunluk” veya “psişik bir dengesizlik” yaratmak gerekiyor. Aslında bir bakıma satın alma eylemi, bir tür ödünleme demeye geliyor… “Satın al” emrine uyan, önemli olduğuna; dahası o malı satın alabilen “ayrıcalıklı bir kesime” mensup olduğuna inanıyor! Bir tür VIP sınıfına dâhil olduğu yanılsamasına kapılıyor! Reklam, insan mutluluğuyla maddi tüketim arasında doğru yönde bir ilişki olduğu saçma düşüncesini pekiştiriyor. Velhasıl reklam stratejisinin amacı, insanları satın almaya ikna etmek ve o amaç için aldatmaktır.
Bunları yazarken, reklamcı taifesinin: “Siz insanları akılsız, öyle kolay kandırılır yaratıklar olarak mı görüyorsunuz, bu onlara hakarettir…” dediklerini duyar gibiyim… Lâkin kazın ayağı hiç de öyle değil! Zira yaptıkları ortada ve söylediklerini yalanlıyor. Tabii aralarında sözünü esirgemeyenler de eksik değil. Nitekim ünlü çokuluslu reklam şirketi DDB’nin patronu Bili Benbach, “onları bön ve aptal hale getir ki, iyi birer tüketici olsunlar” demişti. Netice itibarıyla reklamcının “imal” etmek istediği insan, “çocuk olarak kalmış, çocuklaşmış büyüklerdir.”
Özetle, reklamlar, “tüketim ideolojisini” doğrudan veya dolaylı olarak insanların kafasına, enjekte ediyor! Veya aynı anlama gelmek üzere, bir tür ideolojiyi zihinlere şırınga ediyor. Ekseri sanıldığı gibi, insanları ticaret dünyasından haberdar eden, duyuran, bilgilendiren bir şey değil. Aynı zamanda bir büyüme, ilerleme, teknik bilim propagandası aracı. Olup bitenleri meşrulaştırma ve kabullendirme aracı. Bir tür, dev şirketlerin ideolojik saldırı müfrezesi sanki. Reklam, aşırı üretim ve tüketim aymazlığını sürdürerek, hem insani ve hem de ekolojik sorunları büyütüyor. Dolayısıyla hem insani ve hem de ekolojik kaygılarla reklamlara karşı çıkmak gerekiyor. Zira reklam, doğası gereği insanın özünü aşındırıyor. İnsanı insan yapan değerleri yok ediyor, anlam kaybına neden oluyor.
(BAŞKA BİR UYGARLIK İÇİN MANİFESTO- FİKRET BAŞKAYA)