Denemeler’in yazarı Montaigne şöyle demişti: “Yemekten önce ve yemekten sonra ben sanki iki ayrı insanım.” Ramazanda ona bir kez daha hak verdim. İki ayrı insanın yaptığı aynı olacak değil ya! İşte bu yüzden oruçluyken yazılan bir yazı istenmediği halde ne kadar gergin oluyorsa, iftarla sahur arasındaki sinirlerin gevşediği zamanda yazılan bir yazı da o kadar rahat olabiliyor. Kanaatlerimizi fikir ve hassasiyetlerimizden daha çok damarlarımızdaki şeker oranı etkileyebiliyor.
****
Bu ramazan, her cuma namazı çıkışında, her iftar masasında siyaset konuşulmasından, propaganda yapılmasından, “benim iftarım daha yoksul” yarışından, propagandaya caminin/sofranın da alet edilmesinden, siyasetin insan saygınlığını hiçe sayabilen dilinin ramazanı bu denli işgal etmesinden hiç hoşlanmadım.
****
Siyasiler, yazarlar, sosyal medya müntesipleri ve troller ramazan da bile yalana, hileye, ithama, iftiraya ara vermiyor ve hatta gitgide dozu yükseltiyorlarsa, orada makul vicdanlardan dah ruhu incitiliyor demektir ki bu düpedüz ayıptır!
Ramazan boyunca seçim gündemini takip etmekten, siyasetçilerin dizginsiz atışmalarından, siyasi köşe yazılarını okumaktan ve siyasi içerikli sosyal paylaşımlardan, ekran vaazlarından mümkün olduğunca uzak durmaya çalıştım. Akıl sağlığımı korumak için bunları gerçekten denedim. Bunun yerine daha fazla kendime dönmeye, iç sesimi dinlemeye, içim ile dışım arasındaki uyumu ölçüp biçmeye ve elbette daha fazla “anlamaya” çabaladım. Peki, başarılı olabildim mi? Neredeyse hayır! Çünkü dijital ekranlarda kaçtığınız siyaset sizi sokakta, billboardda yakalıyor ve bir şekilde siyaset bir yerlerinize bulaşıyor…
****
Topu topu beş sayfalık dini malumatı anlatmak için, her yıl milyonlarca lira harcayarak, on yıl öncekilerle aynı soruların sorulduğu, aynı kişilerin konuk olduğu, aynı konuların konuşulduğu iftar programları yapmanın saçma olduğunu düşünen bir ben miyim? Keşke geçmiş yıllarda yayımlanan iftar programları tekrar yayımlansa ve bu iftar programlarına harcanan milyonlarla yetimler okutulsa.
****
Ramazan vesilesi ile bir kez daha gördük ki Müslümanların yaşadıkları coğrafyalar ve Müslümanlar perişan durumdalar. Müthiş bir yoksulluk söz konusu. Çünkü eğitim, sağlık, fırsat eşitliği, gelir düzeninde adalet, yargı bağımsızlığı, insan hakları, medya özgürlüğü, kurumsallaşmış din anlayışı ve ekonomi konularında büyük açmazlar mevcut. Bu yüzden çoğu Müslüman ülke hala güçlü vesayetlerle yönetiliyor. Devletler ve ekonomileri bir avuç seçkinin eline geçmiş durumda. Halk din adı verilmiş, aklı inkar eden bir yoksulluk kültürü ile iç içe yaşıyor. Türkiye gibi hala kendi kendine yetebilen ülkelerse, cansiperane bir şekilde yoksulluğun açtığı yaraları yardım kuruluşlarıyla sarmaya çalışıyor. Müslüman dünya büyük ölçüde bir orta çağ yaşıyor… Bu gerçeği görüp teşhis edemezsek korkarım daha fazla sefalete batacağız.
****
Şurası açık ki, iftar programları miadını doldurmuş bir televizyon programı türüdür artık. Ama uzun yıllardır o kadar istikrarla yapıldı, ramazan imajına o kadar maharetle eklemlendi ki o programların en çok seyredilenlerinden birinde, birinin çıkıp, “iftar programı izlememenin orucu bozup bozmadığını” sorması an meselesi gibi geliyor…
***
Gerçekten, içinde bulunduğumuz iletişim çağında hala orucu bozan şeylerin neler olduğunu merak eden insanların var olduğuna inanası gelmiyor insanın. Bu kadar ısrarla bilgiden kaçmak bir ilahiyat meselesi değil bir patoloji meselesidir bana göre. Burada ısrarlı bir dar kafalılık, bilgi düşmanlığı, cehaletperestlik ve dini cehalete alet etme durumu var sanki. Çözüm ise dinle değil, akılla ilgili…
****
Ramazanda şunu bir kez daha anladım ki, oruç çok kıskanç bir ibadet. Rutin işlerde dahil hiçbir şeyin kendisi ve onu tutan arasına girmesine izin vermiyor. Oruçluyken ne adamakıllı okuyabiliyor, ne de yazabiliyorsunuz. Hep bir şeylerin eksik olduğunu hissediyorsunuz.
****
Meğer zamanımızın merkezi “yemek” imiş. Meğer yoğunluğumuzun arkasında 3, 4, 5 kimilerinin 6’ya çıkardığı öğünleri planlama, organize etme güdüsü yatıyormuş. Meğer ne kadar çok zamanı ve ne kadar parayı israf ediyormuşuz yemek şehveti için. Aç gözlülükten dolayı alınıp israf edilenleri bir kenara koyarsak, meğerse insanın hayatını sürdürmek için ne kadar az miktarda gıdaya ihtiyacı varmış. Ve bu ihtiyaç orucun sonuna yaklaştıkça giderek nasıl da azalıyormuş… “Daha azıyla da yaşayabilirsiniz!” Orucun verdiği bu dersi herkes almıştır umarım…
****
İftar saati ekranı ile iftar saati sonrasındaki ekran nerdeyse birbirine zıt.
İftar saatinde kanaat, salih amel, mütevazılık, insanlara sevgi ve anlayışla yaklaşmak gibi erdemler ön plana çıkarken; iftardan sonraki yayınlarda şiddet, nefret, entrika, kibir, gösteriş, şehvet ön plana çıkarılarak seyircinin gözüne sokuluyor.
İkisi de aynı ayda, aynı günde, aynı ekranda ve aynı seyirci için…
Laikliğin bir başka biçimi de bu olsa gerek.
Ne eğlence dine karışıyor, ne de din eğlenceye…
İkisini birbirinden reklamla ayırıyor…
Ali Osman Aydın/ Yeniakit