(Rahman 8)
Vasat Ümmet Ahlakı
“Denge, ölçü, eşyanın ağırlığını tartma, tartı aleti, terazi” anlamlarına gelen mîzân kelimesi, bulunduğu bağlama göre farklı manalara da gelmektedir. Rabbimiz tarafından tasarımında kusur bulunmayacak güzellikte yaratılan kainat, kozmik alem, yer altı, yeryüzü, gökyüzü, nebatat, hayvanat ve bunların birbirleriyle olan ilişkileri bir mizan üzeredir. Bu insanın dış dünyasındaki mizandır. Er-Rahman, bu mizanı koydu. Hatta kalplerimizde uluhiyetine açılan yeri genişletmek ve kurmuş olduğu düzende hakim olan uyuma dikkatleri çekmek için, bir önceki ayette “gökyüzüne” dikkat çekmektedir. (Göğü yükseltti ve mîzanı O koydu.) Göğe işaret etmek, insanı ister istemez bir sonsuzluk alemine götürmekte, uçsuz-bucaksız ve birbirinin hakkına asla tecavüz etmeden hayat süren galaksiler, gezegenler ve yıldızlar arasında koyulan mizan, “âdem” olarak idraklerimize hitap etmektedir. Aynı şekilde, çekiliverdiğinde yerine getiremediğimiz su ve topraktan, bin bir çeşit bitki yetiştiren ve bunlarla da insan ve hayvanlara hesapsız rızıklar ihsan eden Er-Rezzak, gerçekten azamet sahibidir, pek yücedir.
İşte insanoğlu ilişki halinde olduğu tabiattaki bu mizanı, kendi elleri ile bozmuştur. Rahman “Bozma!” dediği halde bozmuştur. Yediğimiz gıdaların tohumlarına, hayvanların genlerine ve yağmura müdahale edilmesi, gökyüzüne salınan zararlı gazlarla yavaş yavaş Allah’ın verdiği canların ölümüne neden olunması, toprağın yapısının ve dağların doğallığının yerle bir edilmesi, kadınlarımızın sağlığının artık ikiden fazla doğum yapamayacak hale bile-isteye getirilmesi, kapitalizmin iştahlı çarklarına malzeme olsun diye sömürülen arazilerimizin tamamen beton yığınlarına çevrilmesi, insanın kendi eliyle olmuştur.
İkinci olarak mizan kelimesinin daha isabetli karşılığı, Kur’an’da belirtilen “Vasat Ümmet” denen toplumun temel yapıtaşı sayılabilecek “adalet” kavramıdır. Zaten “Ölçüyü adaletle tutun” mealindeki 9. ayette geçen “kıst” kelimesi de bunu doğrular niteliktedir. Kâdi Beydâvî mizanı, her şeye hak ettiğini, her hak sahibine da hakkını vermek suretiyle âlemdeki işlerin düzeni ve doğru hareket etmesi diye tarif etmiştir. Kainatın nizamı adalet ve dengeye dayanır. Yaratılmışların kendi yaşam alanlarında mizanı tam tutmaları ve adaleti tesis etmeleri gerekir. İşveren isek ve çalışanımızın verdiği emeğin karşılığını (asgari tutar kadar değil de) en azından aylık ailesinin geçimini sağlayabilecek miktarda ödeyebilmek, ölçüyü korumaktır. Eşlerin (veya kadın/erkeğin) birbirleri arasındaki görev paylaşımı da ölçülü ve mizana uygun olmalıdır. Kadının fıtratına ağır işleri ona yüklemek zulümdür. Aynı şekilde bir erkeğin fıtratına aykırı işleri zorla yaptırmak da zulümdür. Fakat şunu unutmamak gerekir ki, her cinsin kendine düşen görevi terk etmesi de kendi günahıdır; kendini düzeltmelidir. Günümüzde modernist kadınların bizler de erkekler ile eşitiz demesi adaletli(vasat) bir yaklaşım değildir. Kur’an’da eşitlik (iki tarafa da aynısının verilmesi) yoktur; adalet vardır.
Benzer şekilde, Allah’ın koyduğu mizanı korumaya çalışanlar; alışverişlerinde, yeme-içmede, sevgilerinde, nefretlerinde, kazançlarında ve infaklarında hep adalet üzere olanlardır. Hüküm verdikleri zaman adaletle hükmeden ve kendisinin başına gelmesini istemediği şeyi Mümin kardeşi için de istemeyen kimselerdir.
Peki insan, bütün bu dengeleri yerleştirdiği bir hayatı bize bahşeden Allah’a karşı ölçüyü korudu mu? Göndermiş olduğu Rasûl’ün hayatını dinlerken hüzünlenen ve salavat getiren fakat aynı Rasûl’ün getirdiği “Faiz yemeyin!” emrine kulaklarını tıkayan insan, Allah’a karşı ölçüyü korumuş mudur? Allah yolunda harcamak deyince malının kırkta birinden başkası aklına gelmeyen, yalan söylemeyi alışkanlık haline getirmiş, oruçlarını gıybetle bozan, liderlerinin/yöneticilerinin adam kayırmacılığı yüzünden ‘adalet’e olan inancını büsbütün yitirmiş bir toplum ve reisleri; mizanı koruyamamış, haddini aşmış, Allah’a karşı adaletsiz davranmıştır ve kendi hevâ/hevesini Allah’ın emirlerinin önüne geçirmiştir. Şüphesiz bu en büyük zulümdür.