وَاِذْ قَالَتْ اُمَّةٌ مِنْهُمْ لِمَ تَعِظُونَ قَوْماًۙۨ اللّٰهُ مُهْلِكُهُمْ اَوْ مُعَذِّبُهُمْ عَذَاباً شَد۪يداًۜ قَالُوا مَعْذِرَةً اِلٰى رَبِّكُمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ
﴿١٦٤﴾
Hani onlardan bir topluluk demişti ki: “Siz, Allah’ın helâk edeceği veya şiddetli bir azaba uğratacağı bir kavme ne diye (boş yere) öğüt veriyorsunuz?” Onlar da, “Rabbinize bir mazeret beyan etmek için, bir de belki Allah’a karşı gelmekten sakınırlar diye (öğüt veriyoruz)” demişlerdi. (7/164)
Ayet, Cumartesi yasağını binbir kurnazlıkla çiğneyen İsrailoğullarının bu cürmünden sonra geliyor. Tarihte kimseye verilmeyen imkanların ayaklarına serildiği, buna karşın kimsenin yapmadığı kadar azan bir kavmi, belki sakınırlar diye öğüt vermeye devam ediyorlar.
Kim bu daveti yapanlar, ‘içlerinde iyiliği emredip kötülükten sakındırmaya çalışan kimseler..’ isimsiz ama her toplumda Rabbimizin olmasını istediği has kullardır. Onlar olmazlarsa toplumlara, mümin ya da kafir demeden fitne ve fesat hakim olur. Onların alametleri olağanüstü kerametleri değil, elleri, dilleri ve kalpleriyle insanları gece, gündüz Hakka çağırmaktır.
Burada dikkati çeken bir diğer vurgu ise toplumların helakinin belli olması ya da emarelerinin aşikar olması konusudur. Hemen aklımıza rahmetli Seyyid Kutub’un ‘cahiliye toplumu’ kavramı gelmektedir. O, yaşadığı toplumu ve dünya üzerindeki İslam’ın hakim olmadığı toplumlara verdiği bu isimlendirmeyi yanlış anlayanlar olmuştur. Tekfircilik ve insanları yargılamakla itham edilen Kutub’un mücadelesi gözardı edilmiş, iyi okunamamıştır. Kur’an’ın temel kavramlarından olan Tevhit, Küfür, Şirk, Zulüm, Adalet konularında verdiği mücadeleyi hayatıyla ödemesi onun hakkındaki yanlış kanaatleri değiştirecektir.
Onlar bir ümmetti gelip geçtiler. Yaşadıkları çağa şahitlikleriyle göçüp gittiler. Şimdi bizler yaşadığımız toplumu ne ile adlandıracağız? Ya da bizler has kullar gibi öğüt verenlerden mi olacağız yoksa verilenlerden mi? Bu soruların cevabı ve göstereceğimiz şahitlik Rabbimize mazeretimizi belirleyecek.