‘Öncü Şahsiyetler’ serisinin 2. haftasında ise Bilal/Musab/Ahmed Akdeniz, Cemaleddin Afgani-Muhammed Abduh-Reşit Rıza’nın hayatını inceledi
Açılış konuşmasını İbrahim Gülter gerçekleştirirken Suriyeli muhacirlere yapılan yardım faaliyetleri ile ilgili bilgilendirme yaptı ardından sözü konuşmacılara bıraktı.
İlk olarak Bilal Akdeniz Cemaleddin Afganiy’i dinleyicilere anlattı.
Cemaleddin Afgani
Cemaleddin Afgani kendi rivayetine göre 1838 yılında Afganistan’ın başkenti kabil havalisinde küner civarında bulunan Esadabad’da Hanefi mezhebine salik bir aile içinde doğmuştur. Ailesi muhaddis Ali et-tirmizi vasıtası ile Hz. Hüseyin’e dayanır.
Afgani’nin hayatını üç merhalede incelersek.. ilk merhale “tahsili ve yetişmesi” olarak ele almamız gerekir.”Afgani 18 yaşına kadar Kabil’de kalmış ve ilk tahsilini itibarlı bir âlim olan babası Safder’den yapmış, ülkenin ileri gelen âlimlerinden dil, tarih, felsefe, din, matematik, tıp ve siyaset dersleri almıştır.
Hayatının ikinci merhalesi ise; “dar sınırlı ıslahat faaliyeti ve mücadelesidir.” Bu dönemler 1869-1883 yılları arasında yaşanmıştır. 18. yüzyılın ilk yıllarıyla adım adım İngilizlerin hâkimiyeti altına giren Hindistan’da bulunmuş ve halkın ilgisini çeken sohbetler yapmıştır.
Bir konuşmasında Afgani: “ Ey Müslümanlar! Siz insan değil de sinek olsaydınız, vızıltınız İngilizlerin kulağını sağır ederdi. Ey Hintliler! Sizlerde su kaplumbağası olsanız İngiltere adasını yerinden söker denize batırırsınız.” diyerek uyuyanları harekete geçirmeye çalışmıştır.
Üçüncü merhale ise; “geniş çerçeveli Islahat faaliyetleri” olarak 1883’den vefatı 1897 yılına kadar ki süredir..
Cemaleddin Afgani; Müslümanların hem düşüncelerinde hem de hayat düzenlerinde bir kıyam meydana getirmek istiyordu. Onun için İslam dünyasından Avrupa’ya kadar birçok yeri dolaşmıştır. Ona göre İslam toplumunun en önemli en müzmin derdi iç istibdat ve dış sömürü olmuştur. Bu ikisiyle de mücadele etmek için Müslümanların siyasi bilincinin yükselmesi ve aktif olarak siyasete katılımları üzerinde durmuştur.
Sonuç olarak; 19. Yüzyılda ümmeti düştüğü durumdan kurtarmak için birçok kişi ileri atılmış, birçok fikir ileri sürülmüş, birçok harekete kalkışılmıştır. Bunların bazıları daha başlangıçta yok olmuş, bir kısmı da kısmi başarılar elde etmekle beraber ya asliye- tinden uzaklaşıp entegre olmuş ya da uzun süre yaşayamamıştır. Fakat bu hareketlerin hiçbiri CemaleddinAfgani’nin öncülüğünü ettiği hareket kadar net ve sağlam olmamıştır
.
Afgani gerçi hayatında çabalarının semeresini görememiştir, fakat ondan sonra gelişen birçok harekete damgasını vurmuştur. Muhammed Abduh’lar, Reşid Rıza’lar, Şekip Arslan’lar, Mehmed Akif’ler onun talebesi; Hassan el-Benna’lar, Malik b. Nebi’ler, SeyyidKutup’lar, Ali Şeriati’ler, Murtaza Mutahari’ler onun devamcısıdırlar. Afgani onların tevhidi çizgilerini kazanmalarında önemli bir etken olmuştur. İşte onun en önemli eseri de, İslami uyanışa ve tevhidi bilinçlenme sürecine yaptığı bu önemli katkıdır.
Ardından Musab Akdeniz, Muhammed Abduh’u dinleyicilere anlattı konuşmasının kısa özeti şöyle :
Muhammed Abduh
Neredeyse her gittiği yerde bir okul oluşturan Afgani’nin, en büyük öğrencisi Muhammed Abduh olmuştur. O üstadı Cemaleddin hakkında şunları söylemektedir: “Babam bana hayatımda ortak olarak kardeşlerim Ali ve Mahrusu verdi; Cemaleddin ise Muhammed, İbrahim, Musa, İsa ve salihlere ortak olduğum bir hayat…”
Muhammed Abduh, Cemaleddin Afgani ile birlikte tevhidi mücadele bayrağını daha da ileriye götürmüş, Afaganinin vesile olduğu uyanış çağrısına o başta Kur’an, Hadis ve bir çok konuda Öze Dönüş gayreti ile “Usul Çabası” Miras kalmıştır.
Ezher’in geleneksel ilimlerini yeni bir ruhla doldurmuş olan Cemaleddin, Abduh’un ilgisini Avrupa eserlerinin mevcut tercümelerine çekmiş ve nihayet O’nu Mısır ve İslam dünyasının o zamanki problemleri ile meşgul olmaya teşvik etmişti. Sonra Abduh, Ezher’de ders vermeye başladı. Fakat diğer Ezher Şeyhlerinin aksine, nahiv, fıkıh gibi nakli ilimlerde değil, akli ilimlerle ilgili, mantık, felsefe ve kelam konularında dersler veriyor, kitaplar okutuyordu. Abduh, Mısır’da Afgani’nin kurmuş olduğu gizli bir teşkilata katıldığı gibi, “Masonluk” teşkilatına da girmişti. O günlerde aydınların gözünde bu teşkilat bugünkü olumsuz çağrışımları oluşturmuyordu. Gerek özgürlük, eşitlik, adalet gibi kavramlarla örülmüş Fransız İhtilali’nin söylemine sahip olması, gerekse istibdad ve totaliterliğe karşı çıkışıyla oluşturduğu imaj, bir takım olumlu çağrışımlara neden oluyordu. O bu teşkilatı kullanarak çeşitli çevrelerde nüfuz sahibi olmayı umuyordu ki umutları boşa çıktı. Teşkilatın dış güçlerle ilişkileri, özellikle de İngilizlerle bağlantılarının olduğu gerçeği bu umutsuzluğun nedenleri arasındadır. Bir hutbeyle bu kirli ilişkileri ifşa edip teşkilattan ayrılırlar.
Afgani’nin sürgüne gönderilmesi ve Urabi Paşa’nın hareketinin yükselişine kadar ki döneminde Abduh’un metodu üstadı Afgani’nin metodundan farklılaşır. Islahat hedefindeki bu farklılaşma Abduh’u “devrim”e değil, “tebliğ ve öğretim” e yöneltir
1882’de Urabi Devrimi’nin başarısızlıkla sonuçlanmasıyla birlikte üç ay hapse mahkum edilir ve üç yıl sürgüne gönderilir; fakat sürgün altı yıl kadar sürer. Sürgün yeri olarak Beyrut’a giden Abduh, yaklaşık bir yıl burada kaldıktan sonra Afgani’nin Paris’e çağırmasıyla birlikte Paris’e yönelerek orayı terkeder.
Pariste “Urvetü’l Vuska” adlı bir gazete çıkarırlar. İlk sayısı 1884 yılında, onbeş günde bir olarak yayınlanmaya başlar. Abduh, Urvetü’l Vuska’nın yazı işleri müdürlüğü görevini üstlenir.Gazetenin de onsekiz sayı çıktıktan sonra İngilizlerin baskısı ile kapatılması üzerine Afgani İran’a yolculuğa çıkar. Abduh da Beyrut’a geri döner. Ömrünün sonuna kadar da üstadını göremez.
Müslümanların başarılı olmasının sırrı Kur’an’dır. Mevcud durumun düzeltilmesi müslümanları Kur’an’a yöneltmekle mümkün olacaktır. Abduh’un dinin ıslahı konusundaki en temel çağrısı, müslümanların yüzyıllar boyunca Kur’an üzerinde oluşmuş tortuları temizlemesi ve böylece Allah’ın kelamı ile muhatap olabilmesidir. Mısırda hayatının sonuna kadar bu amaç için mücadele etmiştir.
Ardında bir çok eser ve Menar Tefsirini Bırakmıştır. Mirasın devamında bayrağı bir çok talebe yetiştirerek Reşid Rıza’ya bırakmıştır.
Ve son olarak Ahmed Akdeniz, Reşit Rıza’nın hayatını dinleyicilere aktardı konuşması kısaca şöyle :
Muhammed Reşit Rıza
Tam ismi: Muhammed Reşit Rıza el-Huseyni 1865’de Bugünkü Lübnan’ın zamanın Suriye’sinde Kalemun adlı bir kasabada dünyaya gelmiştir. Ailesi yaşadığı yerde sevilen sayılan bir aile olmakla beraber Rıza ilk öğrenimini kasaba mektebinden ve babasından almıştır. Ardından Rıza öğrenime devam ederek Trablusşam’daki Osmanlı Rüştiye’sine gitmiştir burada bir yıl okuduktan sonra bu okulu bırakmıştır nedeni okulun eğitiminin memur yetiştirme amaçlı olduğundandır. Bu okulu bıraktıktan sonra Hüseyin el- Cisr’in ‘el-Medresetü’l-Vataniyyetü’l-İslamiyye’ adlı medresesine girmiştir. Bu medrese yıllarında birçok İslami ilimin yanı sıra, matematik,felsefe,fizik gibi ilimleri de görmüştür. Bu medrese yıllarında ki diğer bir mesele ise o yıllarda hocasının vesilesiyle Trablusşam gazetesinde yazı yazma imkanı bulmasıdır bu yazılar onu tanınan bir kişi haline getirmede etkilidir.
Reşit Rıza hayatının bu döneminde bildiğini söylemekten-eleştiriden çekinmeyen bir yapıya sahiptir. Bunun yanında çocukluk ve gençlik yılları tasavvufi bir yapıda geçmiştir taki O babasının kitaplığında el-Urve’nin bir nuhsasını bulana kadar, Urve’yi okuyan Rıza çok etkilenmiş diğer sayılarıda hocasının kütüphanesinde bulmuştur.. Kendi deyimiyle her okuduğu yazıda elektirik çarpmışa dönmektedir. Ondan sonra Afganiyle istese de görüşememiş fakat Lübnan’da Abduh bulunurken onun ders halkasına katılmıştır. Yani Abduh’unda etkisiyle sofi Reşit Rıza artık selefi ıslahat hareketinin güçlü bir savunucusu haline gelmektedir…
Daha sonra Reşit Rıza, Üstadı Abduh’u ikna ederek el-Urve’nin yerine tutmak üzere ‘Menar‘ dergisini çıkartmıştır ki yıl 1897’dir . Menar dergisi ilk olarak 8 sayfa ve haftalık olarak çıkar, daha sonra 15 günde 30 ve en son ayda bir ve 80 sayfa olarak çıkmıştır. Menar yaklaşık 40 sene boyunca okuyucuyla buluştu ve onunla beraber bir çok ülkede ona paralel dergiler yayımlandı(Türkiyede Sırat-ı Müstakim gibi).
Abduh ve Reşit Rıza 7 sene boyunca beraber çalıştılar ve yıl 1905 olduğunda Abduh vefat etti. Bundan sonraki 30 sene Reşit Rıza bir bakıma Afgani’leşmiştir çünkü bu 30 senede bir çok yolcuğa çıkmıştır. Bu yolculuklarının nedenleri arasında Suriye’nin kurtuluşu- Filistin meselesi- Hacc ziyareti gibi meselelerde vardır…
Reşit Rıza en son Süveyş de Abdulvehhab ile görüştükten sonra yolda vefat eder tarih 1935 yılındadır.
Reşit Rıza’nın belkide en önemli yönlerinden birisi Afgani ve Abduh’un düşüncelerinin kurumsallaşmasını sağlamıştır. Örneğin Davet ve İrşat adlı bir okul kurmuştur… Bunun yanında dünya müslümanlarının 40 sene boyunca sesi olmaya çalışan ve bir çok derginin birçok konuda örnek aldığı Menar dergisini çıkarmıştır ki İhvan’ın ilk mürşidi Hasan el Benna da Menar’dan etkilenmiş 2 yıl boyuncada çıkartmaya çalışmış fakat başarılı olamamıştır.Reşit Rıza’nın 20 tane kitabı bulunmaktadır bunların en önemlisi şüphesiz Menar tefsiridir bu tefsir 12 cilt olmakla beraber 5 cildi hocası Abduh’a 7 cildi ise Rıza’ya aittir. Daha saymakla bitiremeyeceğimiz özellikleri olan Reşit Rıza’ya Allah’dan rahmet diliyoruz vesselam….
Daha sonra seminer katkılar ile devam etti ve konuşmacıların teşekkürleri ile sonlandırıldı.