Fiziki, biyolojik ve psikolojik yapı taşları dünyanın bütün köşelerinde birbirlerinin kopyası. Suyunu, ekmeğini yiyip içtiği topraklar, oksijenini teneffüs ettiği yaylalarla yamaçlar ve iklimlerinin sertliği yumuşaklığı, insan davranışlarını farklı kılarmış..
Biraz masalı andırıyor…
1800’lü yıllarda üzerinde yaşanılan şehirlerin güvenilirliğinde şüpheye düşen Amerikalılar, salgın hastalıkların sebebi üzerinde düşünmeye dalmışlar. Bu konudaki araştırmalar kendilerini şu gerçeğe götürüyor.
Özellikle tifo salgınları, sütten geliyormuş…
Sütçüler, süte su katarken, suyun temiz veya kirli olup olmadığına bakmıyorlarmış…
Bizim fırıncı esnafımızın temsilci ve sözcüleri de, ekmeklerimizin niye kısa zamanda bayatlayarak yenilemez hale gelişi üzerinde inceleme ve araştırmaya girişince, kabahati buğdaya bağlamışlar…
Fırıncılar, ekmeklik buğday unu yerine çuvalı 20 lira daha ucuz yemlik buğday unu kullanınca, ekmeğin kabuğuna renk verici makyaj çekiyorlarmış. Bu cila da özünde bir katkı maddesi olduğundan, ekmek içini hamurlaştırıp yenilemez hale getiriyormuş…
•
1700’lere gelindiğinde yeni icat modern mikroskoplar kullanıldığında görülüyor ki, sağıldığında bir litrelik inek sütündeki 12 milyonluk mikrop sayısı, bir günde 600 milyona yükseliyor…
Sütün pastörize edilmesi düşünülüyor. Hemen işe koyulan New York’lu hayırseverler tarafından yoksul bebekler için süt pastörizasyon tesisleri kuruluyor. Bununla paralel olarak ayrıca bebeklerine temiz süt vermeyerek hastalanmalarına sebep olan annelerine de ceza…
1900’lere gelindiğindeyse, sözüne güvenilir bir profesör ecele çare bulduğunu ilan ediyor…
Apandisit ve 20 yaş dişlerinin ilkel çağlarda gerekli olmasına karşılık günümüzde öneminin kalmadığını ileri sürerek insanların bunlardan kurtarılmasını istiyor. Bugünün teknoloji çağında bunlara gerek kalmamıştır…
Günümüzün teknoloji çağında ülkemizin pek çok profesörü de aynı rotaları takiben benzer istasyonlara varıyorlar. 1500 yıl evvelinin ilkel çağlarında gerekli ve yararlı olabilmiş hayat tarzında yer alan inanç, düşünce ya da giyim-kuşam alışkanlıklarına bugün için lüzumsuzluk sıvamaları gibi…
Ülkemizin huzurunu bozan gürültülerin sebebi, namaz-niyaz, hac-oruç, gibisinden, ilkel çağların korkutucu tehlikelerine karşı korunma reflekslerine gerek kalmadığından, insanların kalın bağırsak yükünden de kurtulup kurtarılmaları isteniliyor…
Tuhaflıklar, iğrençlikler ve dangalaklıklar, dünyanın hemen her köşesinde nicelikleriyle hiç eksiksiz aynı…
Amerikalı Prof., kalın bağırsağın kökünden sökülüp atılmasını öneriyor. Zamanında vahşi hayvanları avlama amacıyla kovalayan, ya da onlardan kaçarken bağırsaklarda birikmiş kazuratını def etme amacıyla koşmayı bırakıp çömelmenin oluşturacağı büyük tehlikelerden korunup kurtulmanın tek çaresinin kalın bağırsakların kesilip atılmasıdır!…
Kalın bağırsaklarının yükünden kurtulduğunda en kısa ömrüyle 150-200 yıl yaşayacak insanların 70-80’lerinde ölüp gitmelerine tipik bir kaza kurbanı demek olur. Yazık değil mi, bunların en parlak günlerinde koparılarak soldurulan bir çiçek durumuna düşürülmeleri?…
İngiltere’nin meşhur cerrahlarından William Apbuthnot, çok sayıdaki kalın bağırsak kolonlarını kesip atarak insanları rahata kavuşturmuş. Hastaları kabızlıktan kurtarmışlar. Gerçi bunların arasında ölenleri de olmuş amma, sağ kalanlar kendilerini rahata erdirmesine karşılık şükranlarını bildirmekten geri kalmamışlar…
•
Kanal 7’nin, elinden tutup piyasanın başköşesine yerleştirdiği bir sanatçımız var, biliyorsunuz sanırım Küstüm Şov’cu. Muhafazakâr müzik severlerin huzurunda saygı duyduğu büyük sanatçı…
Küstüm Şov, birkaç arkadaşı ile birlikte uydulu ekranlarda bıkmaz ve yorulmazcasına milletin sağlığı adına çırpınıp duruyor…
Baş ağrısı, mide bulantısı, bel ve boyun fıtıklarından hayatı cehennem azabına dönmüş ihtiyarlar için, şeker hastalıktan muzdarip, karaciğer ve böbrek yetmezliğine bir çare bulamamış garibanlara enginar usareli molla mamut kreminin reklamını yaparak şifaya kavuşmuş hastalarını da milletimize tanıştırıyor…
Adamlar, kimdir kimlerdir, aslı fesli vardır yoktur bilinmez, yay gibi hoplayıp duruyorlar…
Talimli bebek gibi….
Hep anlattılar, yazdılar söylettiler. Taze kaşar peyniri ömrünü tamamlayıp küflenmeye başladığında, fabrikacıları bunları toplayıp hep birlikte yeniden kaynatarak küfü gizlenmiş halde taze tarih ile piyasaya veriyorlarmış…
Ekranlarda enginar macunu satan daha nice kıymetli uzmanlarımız mevcut. Kafalarında takke, ellerinde tesbih ve dillerinde de İslami kavramlar…
İnsanoğlu, coğrafyanın her köşesinde ve her haliyle birbirlerinin benzeridir. Unutmayalım…
Bir tek dilleri farklı…
Akit / Atilla Özdür