Aylık Derin Tarih dergisi iyi bir iş yaptı ve “Hilafet İngiltere’ye Hediyemiz mi?” manşetiyle yayınladığı dosya yanında, derginin kendi tanımıyla “Cumhuriyet’in Kayıp Kitabı”nı da okuyucularına hediye etti. [Derin tarih, S. 13, Nisan/2013] Bir okuyucu olarak bu hediyeden ziyadesiyle memnun olduğumu belirtmeliyim.
Bu yazıda söz konusu ‘kayıp kitap’tan bazı notlar aktararak, bir değerlendirme yapmak istiyorum.
‘Kayıp Kitap’ın başlığı tam olarak şöyle: MİLLİ DİN DUYGUSU ve ÖZ TÜRK DİNİ. Kapağın en üst kısmında ‘Her Türk Okusun’ sloganı yer alıyor. Yazar olarak A. İbrahim adı verilmiş. Kapağın en alt kısmında Türkiye Matbaası yazıyor. Baskı yılı 1934 olarak gösterilmektedir.
Derin Tarih dergisinin sunuşunda verilen bilgilere göre kitap Cumhuriyetin 11. yılında (1934) yayınlanmış ama yayınından hemen sonra, Reisi Cumhur Mustafa Kemal ve bakanlar kurulunun imzasıyla (16 Ocak 1935) toplatılarak imha edilmiştir. Kitabın son sayfasında yazımın 13 Ağustos 1931 tarihinde bittiği not edilmiş.
Kitaptan ilk kez Turgut Akpınar bahsetmişse de, geniş özetini ilk olarak Dücane Cündioğlu vermiş. (1999). Derin Tarih dergisi, Mustafa Armağan’ın kitaplığından alarak, 90 sayfalık küçük boy kitabın tıpkı basımını yapmış.
‘Milli Din Duygusu Ve Öz Türk Dini’ kitabı neden önemlidir? Çünkü bu kitap, Türkiye’nin geçirdiği olağan dışı dönüşüm dönemine ışık tutacak niteliktedir. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişte yaşananları anlama kılavuzudur. Cumhuriyetin hangi temeller üzerine bina edildiğini gösterecek, belki de en önemli belgelerden biridir.
Kitabın yazarı ‘A. İbrahim’in müstear olduğunda kuşku yoktur. Müstear isim kullanılması konunun ‘nazikliği’ne binaen olsa gerektir. Kitabın bizzat M. Kemal tarafından toplattırılmış ve imha edilmiş olması manidardır. Belki bunun en başta umulan faydası, bizzat M. Kemal’in bu kitapta yazılanlara katılmadığı, kitabı toplattırma kararnamesinde yer alan ifadesiyle, “memleketimiz aleyhinde zararlı yazıları taşıdığı” için böyle mazarrat bir yayını ortadan kaldırtmak istediği propagandasını yapmaktı. Kitabı bizzat Mustafa Kemal kaleme almış olabilir mi, şu an için bunun kesin bir kanıtı yoktur ama şundan emin olabiliriz. Kitabın yazıldığı yıllar, hilafetin, şer’iyye ve evkaf vekâletinin çoktan kaldırıldığı, ezanın Türkçe okutulmaya başlandığı, yani cumhuriyet reformlarının çok hızlı bir şekilde yürürlüğe konulduğu bir dönemdir. M. Kemal’den izinsiz bir gazete manşetinin bile atılamadığı o dönemde, böyle çok önemli bir konuda bu türde bir kitap yazmak, yazan açısından ateşle oynamak anlamına gelirdi. Dolayısıyla ‘Öz Türk Dini’ kitabının yazımı bizzat kendisine ait olmasa bile, böyle bir kitabın bizzat Cumhurreisi tarafından birilerine sipariş edilmiş olduğu, en azından onun isteği, emri, muvafakati ve kontrolünde yazıldığından kuşku duymamak gerekir.
Buna rağmen kitabın niçin toplattırıldığı ise, cevabı verilemeyecek bir soru değildir. Kitabı kısa bir süreliğine piyasaya sürüp, akabinden hemen yasaklamak suretiyle dikkat çekilmesi, yeni Türkiye’de yapılmak istenen yeni işlere ilişkin yeteri kadar mesaj vermiş olmalıdır. Yani sanki bir ‘sivil inisiyatif’ tarafından cüret edilmiş bir ‘kaza’ süsü verilerek, aslında tam tersine, irade edilen bir proje, irade edildiği kadar bir süre gösterime sunulmuş, herkesin, üzerine düşen mesajı almış olması hedeflenmiş olmalıdır.
Gelelim kitabın içeriğine.
Kitapta Allah, Peygamber, vahiy, Kur’an, İslam, yaratılış, ahiret, yeniden dirilme, cennet, cehennem gibi İslam amentüsünün temel kavramları baştan sona yoruma tabi tutulmakta, bütün bu kavramlar akademik üsluba yakın bir dille inkar edilmektedir. Yazar ilk başlarda doğrudan ‘Allah’ mefhumunu ağzına almamakta, bunun yerine ‘halık’ terimini kullanmakta, savaşım ‘halık’ üzerinden verilmektedir. Doğrudan Allah mefhumunu muhatap almak herhalde ‘makul’ olmazdı. Ama ileriki sayfalarda bu temkin terk edilmiş, bizzat Allah kelimesi işin içine katılmıştır. Buna göre yazar mesela şöyle demektedir: Sırf insanları tecrübe ve imtihan için onları dünyaya getirmesi Allah’ın büyüklüğünü tezyit değil belki tenkis eder (artırmaz, eksiltir). Yazar, (Allah’a inanmayı) eski insanların kaya, güneş, öküz gibi varlıkları ilah edinmekle kıyaslayıp, oradaki garabet gibi, şimdikilerin de tamamen mevhum bir ilah fikrine inandıkları çıkarımını yapmaktadır. Yazara göre ‘Halık’ yerine ‘Namütenahî bir varlığı’ kabullenmeliyiz. Bu ‘namütenahi’ varlığın dışında ikinci bir kuvvet (halık=Allah) kabul etmek şöyle dursun, onu tasavvur bile edemeyiz! Onun ‘halık’la kastettiği, kâinatın ta kendisidir.
Tanrıya yaklaşmak demek insani gayeye yaklaşmak demektir. Muhammed 20. asırda bulunsaydı, tanrıya yaklaşmak için mutlaka hakiki insaniyet prensibi olan milliyet prensiplerini kabul ederdi.
‘Öz Türk Dini’ kitabında İslamiyet üzerine epey göndermeler yapılmakta, bizleri geri bırakan, milliyetimize, milli harsımıza saldıran bu Arap kültürünü terk etmenin gereğine değinilmektedir. Kitapta, şimdiye kadar vaz edilen dinlerin hakikatten ne kadar uzak ve beşeriyetin ihtiyacını tatminde ne kadar kısır kaldığı insaniyet namına ispat edilmeye çalışılmaktadır. “Ben yalnızca insaniyet fikirlerine iman ediyorum” [hümanizm] diyen yazar, İslamiyet’in Araplar için milli bir din olduğunu, bizim için ise asla böyle olmadığını belirtiyor ve bu gayrı milli dinin er geç sönmeye mahkum olduğunu ileri sürüyor. Şunlar da ‘Öz Türk Dini’nin notlarındandır: İslamiyet hiçbir ilmi esasa istinat etmemektedir. Bizim adam akıllı bir dinimiz yoktur. “Arap harsını kusan İslamiyet dini ise Türk hayatı içtimaiyesinden tamamile silinecektir.” “Yabancı Arap dininin bundan sonra Türkiye’de yaşamasına imkân yoktur.” Yeni bir milli din doğacaktır. İslamiyet dini sönmeye yüz tutmuştur. Bu, çok yakınlarda tahakkuk edecektir. Güneşin doğmasıyla yıldızlar nasıl sönerse, (yeni dinin zuhuru ile de Arap harsı öyle yok olacaktır).
Kur’an cahil ve çok iptidai insan kütlelerini muayyen ve müsbet gayelere sevk etmişse de, bugün için hakikati ifade etmekten çok uzaktır. Kütübü semaviye denilen kitapların ihtiva ettiği esasat hakikat değil, mevhum şeylerdir. Son Peygamber’in tebliğ ettiği kitap tanrı kitabı değildir.
Bu satırlar Cumhuriyet devrimlerini yeterince açıklamıyor mu?
‘Öz Türk Dini’ kitabının yazarı, camilerde reformlar yapılmasını önermektedir. Camilerde beş vakit kuru kuruya yatıp kalkmak, pislikleri yutmak yerine, camiye musikiler ve teganniler sokmalı, kilise gibi sıralar konulmalı, Arap harsından tamamıyla sıyrılmalı, Türklüğe tapmalı, Türk vatanına merbut olmalıdır. “Türk dilinin terennüm edeceği ideal fazilet ve kuvvet mefhumu yani Türk tanrısı, Türk benliğidir.” Hakiki tanrı Türk benliğidir. Türk dinini, Türk tanrısını Türk benliğinde arayalım. “İşte benim en iyi ve en hakiki bir ilahım vardır. O da: Milletim ve milliyetimdir.”
Ancak vatan için koşan insanlar şehittirler.
‘Öz Türk Dini’ kitapçığı, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Türkiye’de gerçekleştirilen köklü değişimin yol haritasını açıklamaktadır. Bu kitapçıkta teorik çerçevesi çizilen, ana ilkeleri tespit edilen ‘muasır medeniyet’ dönüşümü pratikte adım adım gerçekleştirilmiştir. Yaklaşık doksan yıl sonra ‘Öz Türk Dini’ kitapçığı üzerinden geriye baktığımızda, yapılanlar, yapılmak istenenler daha iyi anlaşılmaktadır. ‘Türk’ eksenli söylemler, Türk kelimesine yapılan vurgu ve Arap kelimesine yüklenen tenfir, yerine daha iyi oturmaktadır. Hayatta en hakiki mürşit olduğu söylenen ilmin nasıl bir ilim olduğu daha net anlaşılmaktadır. Camileri, ezanı, Kur’an’ı kapsayan, İslam’ın tamamı üzerinde yapılması planlanan reform paketi daha bir aydınlanmaktadır. Şimdi, sözüm ona başörtüsü mücadelesi adına, M. Kemal’in annesi ve eşinin başörtülü fotoğraflarından meşruiyet devşirmek isteyen; Balıkesir hutbesine veya din adına söylenmiş bazı cümlelere istinad ederek, Cumhuriyeti kuranların Din’e karşı olmadığını kanıtlamaya çalışan muhafazakâr kesimlerin, hesaplarını yeniden gözden geçirmeleri gerekecektir. Doğrusu o ki, Cumhuriyeti kuranlar dine karşı da değiller. ‘Öz Türk Dini’ kitabının yazarı dinsizliği savunmamaktadır. Bilakis dinin lüzumlu olmadığını savunanları ‘boş kafalı’ saymakta, dinsiz bir milletin yaşayamayacağına olan inancını tasrih etmektedir. Ama işte yanlış, her ‘din’i İslam sanmaktadır.
Kritiğini yaptığımız kitapçıkta dikkatimizi çeken bir husus da, ‘Öz Türk Dini’ ile vahdet-i vücut / enel hak felsefesinin nasıl birbirine yaklaştığıdır. Bu yakınlığı yazar sağlamaktadır. Yazar, “Enel hak veya kendini bil diyenlerin ne büyük hakkı vardır.” diyerek, enel hak felsefesiyle kendisinin tanrı anlayışının benzerliğine atıf yapmaktadır. “Onun için tanrıyı hariçte aramayalım. Kendi benliğimizde bulalım”; “İlahı kendi benliğimizde bulacağız.” demektedir. Enel hak felsefesinde yeniden dirilme, cennet-cehennem, Peygamber, vahiy, Kur’an gibi kavramlar nasıl anlamını yitiriyorsa, ‘Öz Türk Dini’nde de öyle anlamını yitirmektedir. Bu da, önemsenmesi gereken bir bahistir.
Cumhuriyetle camileri, ayakkabıyla girilen, sıralara oturulan, müzik eşliğinde ayinin yapıldığı kiliseye benzetme gibi somut adımların atıldığı bir İslamsızlaşma (irtidat), daha doğrusu İslam’ın kökünü kazıma projesi nihai anlamda tutmamıştır. Tutmayacağı da zaten aşikardır. Bu projeye, memleketin sarhoşlarından bile itiraz geleceği bellidir. İslam’ı bekleyen asıl tehlikenin ise, bu tepeden inmeci proje olmayıp, buna tepki gösteren ama İslam’ın içini boşaltan, İslamsız bir İslam oluşturmaya çalışan daha yeni projeler olduğunu akıldan çıkartmamak gerekmektedir.