[Ekserunnâs’a kısa bir ara; kaldığımız yerden devam edeceğiz inşaallah]
FETÖ olarak adlandırılan, küresel gladyonun Türkiye merkezli operasyon aygıtı ile 15 Temmuz 2016’dan bu yana sözde bir mücadele veriliyor. ‘Sözde’ diyorum, çünkü örgütün kuyruğu ele geçirilmiş vaziyette ve kuyruk, yer misin, yemez misin misali dövülüyor, tepeleniyor. Fakat örgütün pilot kabinine yönelik henüz hiçbir ciddi adım atılmadı. Son zamanlarda, örgütün siyasi ayağı ile mücadele edilmiyor şikâyetleri daha sık duyulur oldu ama siyasi ayağı üzerine gidilmiyor, gidilemiyor. Neden? Çünkü bu iş birçok mevki sahibini sıkıyor. Bu sebeple o epeyce üst düzey mevkiler, üç maymuncuğu oynamayı ustalıklı bir şekilde sürdürüyorlar. Bunun sebebini anlamak zor değil. Çünkü FETÖ’nün ‘siyasi ayağı’nın yer üstündeki izleri takip edildiğinde, yer altındaki köklerinin kimin ayağının altına kadar uzanacağını beş yaşındaki çocuk bile tahmin kavrıyor.
Bir kere daha, meselenin (mücadelenin!) bu siyasi-hukuki boyutunu bir kenara bırakıyoruz. Çünkü başka boyutundan bahsedeceğiz.
FETÖ laneti, 30-40 yıl içerisinde, İslam’ın bütün mefhum ve kavramlarını, İslam’ı İslam yapan bütün değerlerini elden geçirdi, tek tek onları iğdiş etmeye yeltendi, gençliğe cesaret ve şecaat bahşeden, ufuk veren İslamî hedefleri birer birer sekülerleştirdi, bugünün pislik ideolojilerine buladı, kokuşturdu ve kimsenin dönüp bakmayacağı bir meta haline getirdi. Ona tayin edilen rol buydu. Bu Fetö’nün gerçek anlamda bir ‘mescid-i dırar’, yani bir fitne/nifak merkezi olduğunu on yıllar öncesinden de söylemiştim.
Hiçbir mel’un örgüt elbette İslam’ın bizzat kendisine bir tek noktacık bile zarar veremez; İslam ebediyen Allah’ın koruması altındadır. Bahsettiğimiz kirletmeler, halkın zihniyle, halkın değişip dönüşmesiyle alakalıdır. Yani paralel bir din oluşturuldu ve İslam’a o paralel dinden tuzaklar kurulmaya devam etmektedir.
***
Öncelikle şu Diyanet meselesine kısaca değinmemiz gerekmektedir.
Devlette esas olan devamlılıktır. Diyanet İşleri Başkanlığı bu memlekette İslam’a hizmet etmesi için değil, İslam’ın, ilk nazil olduğu dönemdeki gibi anlaşılmaması ve algılanmaması için kuruldu. Din’in, yeni kurulan ve Din’den kendini tamamen bağımsızlaştırmış, Din’le bağlarını kesip atmış ve Din’i tamamen kontrolüne almış bir rejimin denetiminde bir din algısını yönetmek üzere kuruldu. Bugüne kadar gelmiş geçmiş Diyanet başkanlarına baktığımızda, bu kuralın dışına çıkabilmiş bir babayiğidi görmek mümkün olmaz. Olmaz çünkü onu oraya tayin eden irade, elbette aynı şahsa, keyfine göre hareket etme yetkisi de vermez. Bu bakımdan, Diyanet İşleri Başkanlığı, bilhassa son başkanın görevden alınması hususunda kafası karışık olanların, 1280 yıl kadar geriye gidip, adını da İmam-ı Azam koydukları merhum Ebu Hanife’nin o, ‘üsvetun hasene’ tavır ve tutumunu bir daha gözden geçirmeleri gerekir.
Şimdi, ‘Öteki Fetö’ bağlamında, Mehmet Görmez’in başkanlığı dönemini de katarak, Diyanet İşleri Başkanlığı ile ilgili şu soruyu sormak istiyorum: DİB, 15 Temmuz 2016 tarihine kadar FETÖ denilen şebeke ile alakalı olarak ne yaptı, hangi adımları attı, Türk toplumuna ne gibi uyarılarda bulundu? Fetö’nün bir tek hıyanet ve dalaletine olsun dikkat çekmişliği var mıdır? Nitekim bu sıfır mücadeleye, önceki gün Cumhurbaşkanı da değinmek zorunda kalmıştır. Tabi onun, Diyanetin bu hususta çok geç kaldığını belirtmesi, M. Görmez’in görevden alınmasına yönelik bir gerekçe arzı olarak da anlaşılmaya müsaittir. Aksi takdirde saflıklar içinde saflıklardan beğeni yapmak durumunda kalabiliriz…
Yukarıdaki soruya benim verebileceğim cevap şudur: Diyanet, Dinler Arası Diyalog; Yahudilikle Hristiyanlığı İslam’ın da üstünde bir taltifle yüceltmek maksadıyla ‘dinler bahçesi’ açmak; Hoşgörü edebiyatı; ‘kandil müslümanlığı’; islamı mevlid-kaside dinine indirgeme; sevgililer günü gibi putperest ritüellerle İslam’ı telif çabası; batı Hristiyan değerlerini tebcil; Allah’ın rızası ve rasulünün sünneti ile hiçbir şekilde uyuşmayan, sadece mele ve mütref takımının reklamını yapmaya yönelik iftar sofralarına çanak tutma; İslam’ın alabildiğine sekülerleştirilmesi için yapılan envai çeşit salon toplantılarına, yerel ve uluslar arası sempozyumlara seyirci kalma ve hatta destekleme; ülke çapındaki merkezî vaaz ve hutbelerde her daim halkın nabzına göre şerbet kabilinden vaaz ve hutbelerle günü kurtarma; hutbelerde Kur’an İslamı’na sövgü ve bunun gibi daha çok sayıdaki icraatlarla, Fetö ile paralel hareket etmiştir. Daha somut bir örnek verebilirim. 1998 Temmuzunda başlayıp, 17-18 sene süren Abant toplantılarında İslam aleyhinde alınan bir yığın kararın herhangi birisi hakkında, herhangi bir Diyanet başkanının iki satırlık bir beyanatını duyan oldu mu acaba? Bilakis, Abant’ın en yetkili isimlerinden biri, o günün Diyanetten sorumlu Devlet Bakanı değil miydi?
Eski başkanlardan Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, Habertürk Tv.de yaptığı uzunca söyleşide, bu diyalog kelimesini oldum olası sevmediğini söylüyor… Yani insan bu sözü söylemek için hiç değilse bir nebze utanır, azıcık olsun yüzü kızarır. Hiç değilse, Fetö’nün diyalog da diyalog dediği yıllarda bu kelimeyi sevmediğini söylemediği için Allah’tan af diler, tevbe eder.
***
Son günlerde, Kur’an mı, hadis mi gibi saçma sapan bir tartışma aldı başını gidiyor. Hadis denilen kültürü esas alan dinle, Kur’an merkezli Din karşılaştırılıyor ve ‘Kur’an merkezli Din’ görüşünün seslendirilmesine hakaretler yapılıyor. Fetö de, Kur’an İslam’ı görüşünde olanları sapıklıkla suçluyordu, Kur’an İslam’ı diye bir sapıklık çıktı diyordu. Diyanet teşkilatı da aynı sözlerle Kur’an İslam’ına saldırıyor. 2016 yılı Şubat ayı içerisinde ülke genelinde okuttuğu hutbelerde, uydurma hadislerle açıkça Kur’an İslam’ına saldırmıştı Diyanet. Geçtiğimiz Cuma günü Anadolu’nun önemli bir ilinde merkezi vaazda aynı konuda saldırı devam etmiştir.
Şimdi, Kur’an İslam’ına saldırıda Fetö ile ‘öteki Fetö’cüler aynı safta buluşmuş olmuyorlar mı? Kur’an’ı adeta İslam’dan uzaklaştırıp, Din’i hadis kültürüne indirgeyen bu insanların bu konuda, Fetö’den nasıl bir farkları kalıyor acaba?
15 Temmuz’dan bu yana şunu dillendirmeye çalışıyorum: Fetö ile siyasal ve hukuki anlamda bir ‘mücadele’ veriliyorsa da, Fetö denilen bu hıyanet şebekesinin fikriyatı kesinlikle masaya yatırılmamakta, neşter atılmamaktadır. Çünkü neşter atıldığında, ‘öteki Fetö’cüler, Fetö aynasında kendilerini göreceklerdir. Fetö’nün bütün fikrî sapıklıklarına kendilerinin de ortak olduklarını, her türlü sapkınlığı da kendilerine rivayet kültürünün, ‘Anadolu müslümanlığı’ olarak tazim ettikleri bir kültürün sağladığını fark edeceklerdir. Dolayısıyla 15 Temmuz hadisesi sadece ‘darbe’ parantezine alınmış ve ‘hıyanet’ merkezli üç-beş söylemle geçiştirilmektedir.
***
Peygambersiz bir din inşası, benzeri pek çok proje gibi bir projedir. İslam, Allah’ın elçileriyle İslam’dır. İslam’ın bilhassa son tebliğinin Kitabı Kur’an, elçisi Muhammed (sav)’dir. Elçisiz İslam, sünnetin hesaba katılmadığı bir din İslam değildir ve bizler de her mümin gibi bundan beriyiz. Böyle bir dinin ikamesi mümkün değildir; mümkün olsa bile, bir başka mescid-i dırar olmaktan öte bir şey olmayacaktır.
Lakin burada çok daha başka bir durumla karşı karşıyayız. Esas hazımsızlık Kur’an’a, Kur’an merkezli İslam’adır. Kur’an İslam’ına hakaretler ve küfürler yağdıran kimseler, bile bile hakkı batıla karıştırıyor, hakkın üzerini örtmek istiyorlar. Fakat çabalasalar da bu mümkün olmayacaktır çünkü hak gelmiş, batıl zail olmuştur.
İslam’ın tek kaynağı vardır, o da Kur’an’dır. İslam’ın rabbi, ilahı, sahibi, vaz edicisi hiç tartışmasız Allah’tır. Muhammed (sav) İslam’ın ilahı değil, Elçisidir. Onun örnek hayatı, örnek tebliği, üsvetün hasene yaşamı, kısacası sünneti olmadan İslam yaşanamaz. Rasulullahın sünneti apayrı bir şey, hadisler apayrı bir şeydir. Sünnetsiz İslam olmaz. Bir şeyin sünnet olduğunda gerçekten karar kılmışsak, onu asla gözden çıkaramayız. Oysa hadisler için ayrı şeyi söyleyemeyiz. Bazı hadisler var ki, sünnetin tam tersine, o hadisleri gözden çıkarmazsak, İslam’ı tam kavrayamayız. Bu kadar basit bir gerçeği bilmeyen, ya da bilmezden gelen insanlar, ‘öteki Fetö’ değil de nedirler?
Beyefendi yazıyor: Hadisler tartışılıyor, Peygamberin konumu sarsılıyormuş! Hâlbuki hakikat bunun tam tersidir. Asıl bazı hadisler Peygamberin konumunu sarsmaktadır. Bu konuda oldukça basit bir örnek vermek istiyorum. Fetö ve Fetö’nün dip dedesi Said Nursi de ahir zamanda bir mehdi geleceğini bangır bangır söylemekteydi, Kur’an İslam’ına saldıran ‘öteki fetöcüler’ de, Kur’an’a rağmen bu sapık inanışı amentülerinin bir parçası yapmışlardır. Fetö de ahir zamanda Îsa Peygamberin gökten ineceğini savunuyordu (anlı-şanlı Diyanet ve anlı-şanlı başkanlarına rağmen!), Kur’an İslam’ına saldıran ‘öteki fetöcüler’ de bunu savunmaktadırlar. Mehdi diye bir terim İslam’a ait değildir; İslam’ın, Îsa gökten inecek diye bir akidesi yoktur diyenlere hiç Allah’tan korkmadan iftiralar atmakta, türlü yaftalar yapıştırmaktadırlar.
Peki, şimdi soralım bu ‘ehli sünnet’cilere: Mehdi ve Îsa’nın gökten ineceği inancı mı Peygamberin konumunu sarsmakta, yoksa bu iki inancın da batıl olduğunu, İslam’ı, Kur’an’ı ve bu uydurma hadisler kendisine atfedilen Rasulullah Muhammed (sav)’i bu sapık inançlardan tenzih etmek mi sarsmaktadır? Şu halde, İslam’ın Kur’an İslam’ı diye bir sapıklığa maruz kaldığı hezeyanını yayan bu muhafazakar demokratlar ‘öteki Fetö’cü değil de nedirler? Bunların dini Fetö’nün dininden nerede, ne kadar ayrıdır?
Son Söz
Bu kafa yapısıyla, bu kafa karışıklığı ile, Din’i Allah has kılmaktan bu denli ürkme ile ne Fetö ile ne de herhangi bir batıl akım, fikir veya hıyanet şebekesiyle mücadele edilemez. Fetö’nün inanç ve temel din anlayışını aynen paylaşan, Kur’an’ı Dinin esası yapmayan bir toplum, hıyanetlerden hıyanetler beğenmek girdabı içerisinde bocalamaya devam etmeye mahkûmdur.
Kur’an ise, bir kere daha bir Kur’an nesli yetiştirmeye namzet kaynak olarak, ölülerin başucundan alınıp hayata müdahil kılınacağı günleri beklemektedir.