Öğretmen.. bu kelime yalnız başına ne anlamlar barındırıyor hepimizin zihninde. Neler neler geliyor aklımıza, ne anılar depreşiyor duyduğumuzda bu ismi. Henüz öğrenciyseniz farklı, mezunsanız farklı, hele artık hayatın yükü omzunuza binmişte çoluk çocuğa karışmışsanız ‘öğretmen’ sizin dünyanızda apayrı bir yerdedir.
Eskiden muallim derlermiş. İlim, irfan bilen ve hayatını bu yöne sabitleyenlere. Sonraları olanlar olmuş; köprülerin altından çok sular akmış, hatta köprüler yıkılmış. Cumamız nasıl pazar, mektebimiz nasıl okul olduysa muallim de öğretmenimiz oluvermiş.
Muallime biçilen öğretmen rolü, milli! bir eğitimle müfredata bağlanıp bir kalıba sokmaya kalkışılmış. Doğduğu yer, aldığı eğitim, yaşadığı toplum, müfredat, okul, öğrenci, veli… derken omuzuna bir hayli yük binmiş vaziyette. Kimi bu yükü omuzlamış, kimisi sırtlamış, kimisi sırtını dönmüş, kimisi omuz silkmiş.
İşte ‘Öğretmen F’ yükünün farkında olan ve sırtıyla, omzuyla eyvallah diyenlerden. Tunceli’nin sarp köyünde yayan yapıldak göreve başlayıp, uzunca yıllar yokuşu bitmeyen bu yolda yürüyen ve yürütenlerden..
Yürürken izlerini yazmış, izlediğini bir bir kaydetmiş, ortaya bu kitap çıkmış. Yıllarca karşılaştığı öğüt verici, ibret vesikası olayları paylaşmak istemiş ki; öğretmen adaylarına ve hatta velilere, öğrencilere, idarecilere, eğitim sistemine bir çağrı olsun. Belki öğüt fayda verir de düzelirler istemiş. F öğretmen sizlere de bir şeyler söylüyor. Yukarıdaki rollerden hangisiyseniz ona göre payınıza düşeni alıyorsunuz.
Okurken, onunla başlıyorsunuz öğretmenliğe. Karlı tepeleri aşıp köy okuluna ulaşıyor, öğrencilerin gözlerini yüzünüzde hissediyorsunuz. Köylülerin saf ve sımsıcak kadirşinaslığı sarıyor etrafınızı..
Sonra tayin oluyorsunuz şehire başka bir ortamın içindesiniz. Senelerde geçmiş, şartlar değişmiş, herşey var ama samimiyetin yerini çıkar almış. Öğretmene bakış değişmiş; şikayet, hesap sorma dönemi başlamış. Bürokrasi, as-kat hiyerarşisi, denetleme, müfettişler ensenizde bitivermiş. Tüm bu olumsuzluklara rağmen F Öğretmen yılmadan kalplere dokunmaya devam etmiş.
Sonraları idareci olmuş, yükselmiş, müdür olmuş. Ama nefsini yükseltmemiş, sesini yükseltmemiş; emeğini, tevazusunu yükseltmiş. Amir değil abi, kıran döken değil, yapan, tamir eden olmuş. Öğretmenin, velinin, öğrencinin güvenini kazanmış.
Sonra emekli olmuş tabi ki. Ama devam etme kararı almış. Emekli olana dek devlet okulunda idareciyken şimdilerde özel bir okulda aynı konumda hizmet etmektedir. Faruk Karaaslan kardeşimize bundan sonraki görevlerinde daha hayırlı ameller işlemesi için dua ediyoruz.