NUR

Mustafa Kutlu’nun son hikaye kitabından bir kesit alarak, bu kitabı size bu yöntemle ‘tanıtmak’ istedik.

“Sinan gülümsüyor:
-Her firavuna bir Musa lazım.

Kemal:

-Sinan biraz heyecan yaptı. Bakın Nur hanım bu işlerin de bir pazarı var. Bu hayat tarzı insanlığı da, doğayı da bitiriyor. Sizden önce bir mecmuada bir mimar arkadaşla yapılan konuşmayı okuyorduk.

-Öyle mi? Ne diyor?

Sinan uzanıp masadaki dergiyi alıyor.

-Seni sıkmak istemem ama biraz okuyayım istersen.

-İyi olur,

Sinan dergiyi açtı konuşmanın bir yerinden okumaya başladı.

Görülen o ki; büyük şehirlerimiz ileride daha az daha az yeşil daha az tabiat, daha az sükunet ve buna karşın daha çok yol, daha çok nüfus, daha çok endüstri, daha kirli hava, daha kirli deniz, daha çok koşuşturmaca ile dolu olacak. Bunlar kehanet değil. Şimdi tablo bu iken insan nasıl (u)mutlu olabilir?

Bu ülkenin köye de kasabaya da şehre de ihtiyacı var. Bunlar varlık hiyerarşisi ve tekâmül sürecinde farklı ihtiyaçlara cevap veriyorlar. Ancak şehirleşme hızının korkunç boyutlara ulaştığını söyleyebilirim. Bunun sürdürülebilirliği yoktur. Tabiat büyük bir karşı cevaba hazırlanıyor.

Bizim öncelikle tarıma elverişsiz arazileri tespit edip yeni kasaba ve şehirleri mutlaka buralara kurmamız lazım. Bakınız son 10 yılda Türkiye’de 18 milyon hektar ekilebilir tarım topraklarının 2 milyon hektarı sanayi, otoyol/duble yol ve toplu konutlar için heba edildi. Kaldı 16 milyon hektar. Bunun sonu nereye varacak?

Yeni yapacağımız şehirler; mutlaka sade, basit, mütevazi, âdil, saygılı, israfa müsaade etmeyen, tabiata zarar vermeyen şehirler olmalıdır. Yoksa bugün TOKİ vasıtasıyla bir şehri çok hızlı, çok çabuk üretmek marifet değildir.

Sosyolojik anlamda baktığımızda mahalle kültürünün önemi nedir? Mahalle çocuklar için ne ifade eder? Apartmanda büyüyen çocukla, mahallede, bahçeli bir evde büyüyen çocuk arasında ne gibi farklar olur?

Mahalle hem algılanabilir bir coğrafyayı hem de birbirleriyle yakın ilişkileri olan homojen bir topluluğu ifade eder. Mahallelerde zengin ve fakir rahatlıkla birlikte yaşarken günümüzde sitelerde ancak aynı gelir seviyesinde insanlar yaşayabilmektedir. Bu ayrımcılık asla tasvip edilemez, insan/kul haklarına aykırıdır.

Eskiden her mahallenin kendine ait hususi bir havası bir tarz-ı hayatı vardı. Şimdi ise birbirinin kopyası aynı tipte, soğuk, cansız binlerce apartman ruhsuz beton kütleleriyle bütün şehirleri aynileştirmiş, şehirlerin, mahallelerin ruhu yok olmuştur. Artık her yer aynı ve hiç kimse bir yere ait değil.

Mahalleler kendine özgü olan ve yeni dini/sosyal merkezler, küçük çarşılar, çeşmeler, küçük imalathaneler ile birlikte “kendine yeterli yerler” idi. Her mahalle birbirinden bir duvarla olmasa bile bir ağaçlık bölge ya da bir dere gibi tabii bir engelle birbirinden ayrılıyordu. Mahallede kendiliğinden bir otokontrol vardı çünkü herkes birbirini tanır, yabancılar derhal fark edilir, asayiş kolayca sağlanırdı.

Aynı ev ve sokak en az birkaç nesil paylaşıldığında artık mahallelide bir aidiyet duygusu oluşmaya başlıyordu. Geleneksel şehirlerimizde mahalle bir aidiyeti temsil etmektedir. Mahallede oturanlar sadece kendi ailesinin değil, aynı zamanda mahallenin de bir ferdi gibiydiler. Şehirlerde yaşayanlar arasında güçlü bir “yer” ve “aidiyet” duygusunun oluşumuna imkân veren bu olgu dikkate alındığında sürdürülebilir güvenli bir şehrin ölçekli ve ayrımsanabilir semtlere ve mahallelere göre tasarlanması büyük önem arz etmektedir.

Apartmanlar ve siteler ile meydana getirilen şehirlerde aidiyet hissinin oluşmadığı bilinen bir gerçektir. Günümüzün modern denilen uydu kentlerinde veya toplu konutlarda mahalle kurgulanmadığında ve alternatif çözüm getirilmediğinde artık toplumsal ayrışma ve yabancılaşma başlamaktadır.

Apartman hayatının 3 neslin hayatını dondurduğunu söylüyorsunuz, bu söylemi açar mısınız?

Adet ve geleneklerin, yaşam tarzlarının hızla değiştiği bir dönemde yaşıyoruz. Yeni teknolojiler de bu değişimi tetiklemektedir. Tabii bu değişimlerin ev yaşamına da yansıması kaçınılmaz hale gelmektedir. Fakat bu değişim ihtiyacına mukabil apartmanların buna ayak uydurabilecek nitelikte esnek yapılar olmadığını görüyoruz. Siz bir apartman yapmakla (ortalama beton ömrünü 75 sene hesap edersek) orada yaşayacak en az 3 neslin hayatını dondurmuş oluyorsunuz. Hayatın dinamik ve değişken olmasına karşın apartmanlar bu değişime cevap veremeyecek derecede statik ve durağan binalardır. Apartmanlar ek almaz, ilave kabul etmez, değişikliğe imkan vermezler. Yıkılana kadar yapıldığı ilk şekliyle kalmaya mahkûmdurlar. Farz edelim dairenize bir yaşlı yakınınız taşınacak, ona bir oda ve banyo temin etmek gerekiyor. Şimdi bu nasıl olacak, nereden tesisat geçireceksiniz, mümkün değildir. Farz edelim teknik imkan var, bu sefer alt katta oturanlar tavanlarından su borusu geçmesine nasıl razı olacak?

Sinan aniden aklına bir şey gelmiş gibi aniden okumayı kesti.
-Öyle bir rüzgar estirdin ki, hal hatır sormayı unuttuk, doğrudan mimarlığa daldık. Sana bir Türk kahvesi yapayım.

Nur yüzünde güller açarak gülümsedi:
-Severim, iyi olur.

Kemal araya girdi:
-Gerçekten iyi kahve yapıyor. Ben de halis ev limonatası yaparım. Bazan diyorum ki şu büroyu kapatıp bir kahve açsak.
Gülüşüyorlar.
Sinan kahve için ayağa kalkıyor.

Nur:
-Şu dergiyi uzat, ilgimi çekti. Yahu ne hoş gelişmeler oluyor. Bir de ben göz atayım.

Sinan dergiyi Nur’a uzatıp kahve yapmaya gidiyor. Nur dergiye eğilmiş, Kemal bu muhteşem güzelliği seyrediyor.
Nur’un okuduğu kısım:

Bilimsel olarak betonun zararlarından bahseder misiniz? Beton neden kötüdür?

Az bilinen ve/ya gizlenen bir gerçek şudur: Beton radyoaktif radon gazı yaymaktadır. Betonarme binalarda yapılan ölçümlerde 200-300 bekerele kadar çıkan radyoaktif değerler çıkabilmektedir. WHO’ya göre bu seviye insan sağlığını tehdit eden sınırların başlangıcıdır. Radon gazı vücutta toksik bir etki yapıyor, bu etki kansere kadar gidebiliyor. Amerika’da 1994 yılında yapılan bir araştırmada akciğer kanserinden ölenlerin %14’ünün bina içi radona maruz kalanlar olduğunun anlaşılmasından sonra betonarme binalara radon gazı tahliye aspiratörleri mecburiyeti getirilmiştir. Aynı uygulama 2000 yılında İngiltere’de başlatıldı. Ayrıca beton içerisinden geçirilen bakır elektrik kabloları beton içindeki demirin tetiklemesiyle manyetik alan oluşturmakta, insanın hem beden hem ruh sağlığını derinden etkilemektedir. Yine betonarme binalarda oturanların romatizma, böbrek ve astım hastalıklarına daha çok yakalandığı istatistikler tarafından ortaya konmuştur.

Müstakil ahşap evlerin avantajları nelerdir?

Ahşap, dünyada kendini yenileyebilen tek inşaat malzemesidir. Üretimi ve işlemesi kolaydır. Üretimi esnasında enerji sarfiyatı çok düşüktür. Ahşap atmosferdeki karbon bileşiklerini emerek bünyesinde tutarak gövde yapıyor. Ne kadar ahşap ev yaparsak hava kirliliğini o derece azaltmış oluruz. Bakın çimento üretimi ile dünyada her yıl atmosfere 3,5 milyar ton karbondioksit salınıyor ve hava kirletiliyor. Karbonsal atıklar tabiatın kendini temizleme gücünün çok üstüne çıkınca da küresel ısınma ve iklim değişikliği başlıyor. Ahşap ev sayısı arttıkça daha çok karbon bileşikleri emilecek ve sanılanın aksine dünya daha temiz dünya olacak demektir. Ahşap ev yapmakla orman alanları azalmaz, tersine artar. Amerika ve Kanada’yı bu konuda örnek verebiliriz. Ağaç kesmekten korkmayalım, ağaç tekrar kökten geliyor, mühim olan orman alanlarının imara açılmadan yine orman olarak bırakılmasıdır.

Beton kullanımının azaltılmasıyla ilgili dünyada uygulanan bir çalışma var mı?

Var. Mesela İngiltere’de önümüzdeki 5-6 yıl içerisinde yeni yapılacak evlerin sıfır karbon evler olması mecburiyeti getirildi. Çok örnek verebilirim, ama yerimiz sınırlı. Müslüman ülkeler ise meselenin farkında bile değil ne yazık ki. Onlar için beton kutsal bir malzeme haline gelmiştir. Çünkü beton demek para demek, ne kadar çok beton dökülürse o kadar çok para kazanıyorlar.

Modern mimariyle ilgili görüşleriniz nedir? Mimarlara bir diyeceğiniz var mı?

Modern mimari insanın yerine eşyayı ölçü alan bir bakış açısına sahip olmuştur. Bu mimari anlayış ne yazık ki insana değil tüketim toplumu yaratan kapitalist sisteme hizmet etmektedir. Bu düzende mimari sanayiye, mimarlar da sermayeye teslim olmuştur artık. Sanayi devrimi sonrasında üretim patlaması yaşanan Batı’da büyük bir mal arzı ortaya çıkmıştı. Bunların piyasaya sürülmesinde modern mimari anlayışın mühim rolü olmuştur. Modern mimari, sanayi mamûlü birçok eşyayı insanın gerçek ihtiyacı olup olmadığına bakmaksızın projelerinde kullanmak suretiyle sanayiye ve kapitalizme hizmet etmiş, tüketimi artırarak sermayeyi beslemiştir. Modern mimari Batı’da hakim kapitalist çarkın mimarisidir artık.

Apartmanların bu anlamda olumsuz özellikleri nelerdir?

Apartman inşasında temel amaç insanlara güzel yaşam mekanları sunmaya yönelik bir uğraş olmaktan ziyade onu inşa edenler için yüksek paralar kazanma düşüncesidir. Apartmanın; oturanı değil satanı memnun eden kar düşüncesiyle üretilmesi, insana layık bir yapı biçimi olmaması, temel insan haklarını hiçe sayması, bilhassa yaşlı ve çocukların hiçbir ihtiyacını gözetmemesi, yüksekliği ile insanı önemsizleştirmesi, insanı tabiattan koparması, insanı nesneleştirmesi, çevreye verdiği zararlar, orada oturacak insanlara nasıl yaşamaları gerektiğini dikte eden tahakkümcü karakteri, insanın başta mahremiyet gibi kutsal değerlerinin hiçbirini dikkate almaması… itirazlarımın temel noktalarını oluşturmaktadır.

Nur okumayı bıraktı. Konuşan mimarın ne demek istediğini anlamıştı. Doğru şeyler söylüyordu ama. Neticede kapitalizme karşı bir duruş bu. Alternatif bir hayat tarzı kurmak zor. Bilimi, bankaları, silahları, binlerce unsuru karşına alacaksın ve tüketim toplumunu yok edeceksin. Çok zor. Yerine ne koyacağın da belli değil. Ama bu küçük bürolar, bu idealist ve inançlı mimarlar, belli olmaz bir çığır açabilir. Umut kalbimizde bir kuştur, sürekli öter.

Bir de her şeye rağmen inandığı gibi yaşamak, inandığı gibi iş yapmak. Bu önemli işte. Bu direniş önemli.

Kahvelerini içtiler, biraz daha mimarlık konuştular. Sonra Nur kalktı:
-Kemal Bey, Sinan’ı sizden alıyorum. Biraz konuşmamız lazım.
Hepsi kalkmıştı. Sinan’ın ensesinde bir ter.

Kemal:

-Olur efendim. Nasıl isterseniz. Yine bekleriz.

Nur boynunu büktü:

-Kısmet.

Sinan askıdan ceketini almış, Nur dışarı çıkmıştı. Kemal Sinan’a yaklaştı kulağına fısıldadı “Anlattığının çok üstünde, çok.” dedi. Sinan sadece baktı ona.

Çıktılar.”

Mustafa Kutlu, Nur, Dergah yayınları, İst-Ocak/2014, 207 sayfa (s. 83-91 arası).

Hazırlayan Ahmet İslam