Parası çalınan, dolandırılan insanların nasıl feryat figan ettiğini televizyonlardan izliyorsunuz. Bu haberlerden daha kötüsü de çalınan, kaçırılan çocuk haberleri. Çalınan, kaçırılan çocuk haberlerini de genelde medyadan öğreniyoruz ve bunlardan bizi haberdar ettiği için medyaya kendimizi müteşekkir hissettiğimiz de oluyor. Bu haberlerin içeriğindeki “çalmak” fiili, çocuğun bütünüyle çalındığı anlamını taşıdığından ve somut bir çalma fiili olduğundan herkesin dikkatini ve lanetini çekiyor.
İçi boşaltılan bankalar gibi, çocuğumuzu cismen evde bırakıp da onun ruhunu, zihnini yavaş yavaş çalmak daha küçük bir hırsızlık mıdır dersiniz? “Hayır, bu daha sinsi ve en az çocuğun bütünüyle çalınması kadar büyük bir hırsızlık.” diyorsanız hırsızların en büyüğü; medyanın, iletişim araçlarının sahipleri. Sahiplerin de sahipleri olan yerli ve yabancı kapitalistlere kadar gidebilirsiniz.
Çocuğu çalınan Müslüman(?) ne yapıyor? Sövüyor abisi, hem çocuğunu çalanlara hem de çocuğunun çalınmaması için tedbir alanlara, akletmeye çağıranlara, çocuğun çalınmasına zemin hazırlayan kul kurgusu dinlerin yerine Allah’ın dininin ikamesi için emek verenlere… Sınır dışındakiler zaten düşman ya da kâfir; sınır içinden kendini akletmeye, gerçek dine çağıranlar da fasık, sapık falan işte. İftira etmemek, İslam’ın beş şartınının içinde yok nasıl olsa…
Rahmetli Akif:
“Müslümanlık” denilen ruh-i ilahî arasak
“Müslümanız.” diyen insan yığınından ne uzak.
diyeli yüz yıla yaklaşacak, değişen bir şey yok.
“Köleleşmeyeceğiz!” diye bağıracaksın, seni köleleştirmek isteyen toplulukların tahrifat, hurafe dolu hikâyelerini; içimizdeki onların ululadığı, onların çıkarlarıyla dini(?) tevhit eden hazretleri (!) Allah’ın vahyiyle tebdil edeceksin. Neslini onlardan, onların kurduğu dinle, onların koyduğu eğitim ilkeleriye, onlara söverek ama onları da taklit ederek koruyacaksın. Allah’ım, bu ne acziyet, bu ne tenakuz!…
Çocukların dünyaya gelişiyle hazır bulduğu ya da irade sahibi olmalarına kadar kendilerine sunulan bilgi, düşünce ve modellerin doğruluğu ve yanlışlığı, çocuğun cephesinden bakıldığında ancak nasiple açıklanabilir. Doğacak çocuğu bekleyen sayısız arındırıcı ve kirleticiden söz edebiliriz. Hatta bana göre, doğacak çocuğu arındırmak (eğitmek) için bekleyen bir manga varsa, kirletmek için bekleyen bir tabur var; özellikle de “İyi ki Müslüman bir ülkede doğdum.” diyenlerin ülkelerinde…
Rabb’im, Kuran’da, bozguncuların, (müfsitlerin) de ıslah etme iddiasıyla bozduklarına dikkat çeker. Kirletenlerin, bunu ıslah adına yaptıklarına şahit de değil miyiz? Çevre kirliliği, hava kirliliği, su kirliliği, ses kirliliği… Bunlar; görülebilen, birçok sıradan insan tarafından bile kavranabilen kirlilikler. Ya bunların hepsini doğuran kirlilik, zihin kirliliği?
Bütün güzel öğretilere ve modellere açık, en değerli varlığımız, yavrularımızı kirletenler kimler; bunlara karşı tavrımız ne? Cep telefonu televizyonu sollayana kadar bu soru karşısında insanların başta saydığı kirletici televizyondu. Televizyon da cep telefonu da araç değil mi? Aslolan onların nasıl kullanıldığı değil mi? Öyleyse televizyonu ve cep telefonunu suçlayan, adaleti değil de başarıyı/ parayı eksene alıp dolayısıyla da kapitalizmi baş tacı eden Müslüman; dalaletini, gafletini ya da en hafif ifadeyle aczini itiraf etmiyor mu?
Kapitalizm, sadece İslam’a değil, sosyal devletlere de düşmandır. Deevletçiliğe düşmandır ama bütün kapitalin pembe rüyası tekleşmek, bir başka ifadeyle devletleşmektir. Sosyal devlet ilkesi yıkılmadıkça kendisi devletleşemeyeceği için onlara düşmandır.
“Dine düşmandır.” dediysek indirilen dine düşmandır; çünkü gerçek dinin ekseninde adalet ve eşitlik vardır. Kul kurgusu dinler, kapitalizmin daha çok işine gelir/ geliyor. Çünkü sanatı, sporu, siyaseti… nasıl kötü emellerine alet ediyorsa bu dini de kendi kötü emellerine alet edebilmektedir.
Patronların amacı paraysa tabi ki hedefe giderken kaç yavrunun çalındığını, köleleştiğini, mankurtlaştığını, ezildiğini en hafif iddia ile görmeyecekler. “En hafif iddia ile” diyorum, çünkü para kazanabilmeleri için insanların sürüleşmesi; aç çoğunluğun tok azınlığa itaati gerekiyorsa hesapta onları sürülüştirme, mankurtlaştırma gayretleri de olacak/ var.
Erich From, “İtaatsizlik Üzerine” isimli kitabında:
“Şimdiye kadar tarihin büyük bir bölümünde, bir azınlık çoğunluğa hükmetmiştir. Bu hâkimiyeti gerekli kılan, hayatın güzelliklerinin sadece azınlığa yetecek kadar olup, çoğunluğa kırıntıların kalmasıdır. Eğer bu azınlık güzelliklerin tadını çıkarmak ve bunun da ötesinde çoğunluğun kendine hizmet etmesini, kendisi için çalışmasını istemişse gerekli şart şuydu: Çoğunluk itaat etmeyi öğrenmeliydi.”
diyor.
Tespitteki itaate zorlama kısmına katılmakla birlikte tevhit algısı olmayan bir insanın nasıl yarım kaldığı da görülüyor bu ifadede. Çünkü biz Rezzak’ın yeterli rızkı gönderdiğine ve adil bir bölüşümün, köleleştirenleri, soyanları da huzurlu edeceğine inananlardanız. Açlıktan ölenler olduğu için obeziteden ölenler vardır; hatta dünya genelinde obeziteden ölenlerin, açlıktan ölenlerin üç katı olduğunu unutmayalım.
İnsanı insan yapan, onun bedeni değil, ruh tarafıdır. Manevi değerleri: düşüncesi, duygusu, inancı, onuru, hayası… Bu patronların gözlüğünden bakarsanız insanı sömürebilmek için insanın bu değerlerini yok etmelisiniz. İnsanı bu kadar aşağı çektiğinizde zaten geriye bir et ve kemik yığını kalır; yani kaybedeceği bir şey kalmaz. Geldik Cenap Şahabettin’e: “Aşağıda olan, düşmekten korkmaz.”
Aşağıdaki insan, üretim- tüketim ilişkisi yönüyle ve birey- toplum ilişkisi yönüyle de kontrol altında tutulabilir. İnsanı bilinçsiz bir tüketici yapıyor ki üretimin kontrolü elinde olsun. Kadını, çocuğu ailesinden kopararabilmek ve kolay bir av hâline getirebilmek için “Önce babayı vurun!” diye bağırması, kendi mantığı açısından ne kadar tutarlı.
Ey “Çocuğumu çaldılar!” diye bağıran anneler ve babalar! İletişim araçları sizi mi idare ediyor, siz onu mu idare ediyorsunuz? Eğer o sizi idare ediyorsa evinize bir efendi satın aldığınız anlamına geliyor. Hadi köle satın almayı anlıyorduk da eve efendi de satın alınmaz ki.
“Kapını kilitli tut ve komşunu hırsız etme.” sözü meşhurdur. Fırsat bulduğunda çocuğunuzun ruhunu, zihnini çalabilecek bunca şer odağı varken çocuğumuzun ruhunun çalınmaması için tedbir almayıp sonradan “Çocuğumu çaldılar!” diye bağırmanın ne yararı ne de mantığı var. Tabi çocuğunuzun çalındığının farkında olabilmeniz, sizin çalınmamış olmanıza bağlı.