Türkiye’de İslâmcı düşünürlerden tercüme edilen eserlere yönelik ilginin mevcudiyeti, güncelliği veya düşünce ortamına etkilerinin nasıl değerlendirilmesi gerektiği noktasında çeşitli uğraklar var. Özünde akademik bir fikir olan süreklilik ve gelenekten çağdaş gazeteciliğin söylentilerine dair zaman zaman birbirini destekleyen bambaşka uğraklar tespit edilebilir. İkinci Meşrutiyet devrinden erken Cumhuriyet dönemine, çok partili yılların başlangıcından 1960’lara ve daha sonra 1970 ile 1980 sonrasına uzanan tercüme uğraklarında eleştirel yaklaşımlar da gündeme geldi. Bu uğrak oldukça erken bir zamanda başladı aslında. Hasan Hudeybi’nin Seyyid Kutub’un Yoldaki İşaretler kitabını eleştiren Davetçiyiz Yargılayıcı Değil eseri bu çerçevede anılabilir. Şurası bir gerçek ki, Türkiye’de de buna benzer çalışmalar var. 1960’ların ikinci yarısına oradan 1970’lere doğru yol alındığında her koşulda azımsanamayacak fakat bugün seve seve kabul edemeyeceğimiz bazı girişimlere şahit olmak mümkün. Bugün bağlamı unutulan tartışma ve yazılarla eserlerin bu zaviyeden yeniden ele alınması faydalı olabilir.
Eleştiri ve ihtilaflar
Davet odaklı bir perspektifle İslâmcılık içindeki eleştirilerin çok canlı bir tarzda kendini göstermesinin bir diğer örneği Ebu’l Hasan en-Nedvi’dir. Yöntem ve argümanı bakımından bir antitez oluşturan İslâm’ın Siyasi Yorumu kitabı Mevdudi’nin dünyadaki tüm İslâmî hareketleri şu ya da bu şekilde etkileyen Kur’an’a Göre Dört Terim adlı eserinin eleştirisidir. Nedvi ilmi çerçevedeki çalışmasını Mevdudi henüz sağken 1978 yılının ikinci yarısında tamamlamış dahası bir mektupla kendisine ulaştırmış, o da aynı üslupla kendisine bir mektup yazmıştır. Kitabına dönük eleştirileri şahsi düşmanlıkla töhmet altında bırakmayan Mevdudi’nin olgunluğu dikkate değerdir. Nedvi’den diğer yazılarındaki doğru din anlayışını tehlikeye atabilecek unsurları da tahlil edip eleştirmesini isteyen Mevdudi’nin verdiği cevapta kelimeleri dikkatle seçilmiş şu ifadeleri görüyoruz: “Yazdığınız her şeye tamamen mutabık kalamasam da onları nazar-ı itibara alıp üzerinde düşünmekteyim. Elbette kendimi eleştiri ve ihtilaflardan muaf ve üstün görmüyorum. Farklı görüşlere açığım.”
Hatırlanacağı üzere Mevdudi, Kur’an’a Göre Dört Terim kitabında İslâm âleminin hicri üçüncü yüzyıldan itibaren Kur’an’ın dört temel kavramı olan ilah, rab, ibadet ve dinin gerçek anlamlarını kaybettiğini ileri sürer. Az miktarda da olsa eleştirisine öznellik ve yaşanmışlık dozu katarak daha az kısır ve daha insani bir bakışa yol açar. Mevdudi ile 1930’lara kadar uzanan tanışıklığı bulunan Nedvi ise İslâm’ı savunma davasında beraber mücadele ettiği ve hürmetle andığı dostunun anlayışını büsbütün benimsemez. Modernistleri entelektüel açıdan uyarma, onları İslâm’ı ebedi değerlerine ve yönetebilme kapasitesine sahip olduğuna güvenlerini sağlama noktasında inkârı mümkün olmayan katkılarını hayırla anar. Gelgelelim onun İslâm davetini sadece “İslâmî hüküm” ve “ilahi hükümranlığın ikamesi” ile sınırlandırdığını düşünür.
Ebu’l Hasan en-Nedvi’nin çok okunan kitapları arasında yer almasa da 1970’lerin sonunda yayımlanan İslâm’ın Siyasi Yorumu adlı eseri düşünce tartışmalarında kalıcı bir yer edinmiştir. Hiç şüphesiz bunun sebebi, İslâmî, tarihi ve siyasi argümanlarını yahut ilkelerle ilgili görüş ayrılığını kişisel husumete vardırmadan genele hitap eden tek bir güç anlatı şeklinde birleştirmesidir. Tartışmalı konulardan mümkün mertebe uzak kalmayı yeğleyen Nedvi, ıslah edici ve hükümsüz kılıcı eleştirinin ayırdındadır. Daha açık söylemek gerekirse, görüş ayrılıkları ve bunların açıkça belirtilmesinin selef ve halef yolu olmanın yanında dini anlayışın ıslahında üstlendiği vazifenin farkındadır. Karşısına çıkan zorluklara değinen müellifin, çok hassas ve insanı zor durumda bırakabilecek değerlendirmelerine zemin teşkil eden tutumunu anlamak bakımından şu satırları okuyalım:
“Nedense insanlara yazarı ve eserini kötülemek ve onun hakkında şüphe yaratmak daha kolay gelir. İyi niyetle yaklaşıp müsamaha göstermek ise herkesin yapacağı bir şey değildir. Bunun sebebi ise uzun bir süredir sağlıklı ve münezzeh, siyasi niyet ve kişisel kaygılardan uzak bir eleştirinin yapılıyor olmamasıdır. Eleştiriler ancak Allah’a, onun mutluluk, izzet ve kuvvet kaynağı olan dinine duyulan sevgiden yapılmalıdır. Allah ve dini her şeye tercih edilmelidir.”
Husumet, tenkit ve insaf
Mevdudi, çağdaş İslâmcı klasikler içinde anılan İslâm’da İhya Hareketleri adlı kitabında İslâm tarihindeki birçok âlimin katkısını eleştirip tahlil etmiştir. Görüşlerini aktarırken de eleştirdiği saygın kişilerin ne büyüklüğüne ne şöhretine ne de insanların gözündeki değerine bakmadığı bilinir. Nedvi, gözbağı kaldıran İslâm’ın Siyasi Yorumu kitabı için “Mevdudi’nin başlattığı diziye mütevazı bir katkıdır” der ve şöyle devam eder:
“İlmi bir tarzda eleştirmek, daha faydalısını aramak, tahkikin sonuçlarını ve düşüncelerin meyvelerini sunmak söz konusuysa tek yönlü yol yoktur. Düşünce be edebiyat dünyasında tek yönlü yol kuralını uygulamaya kalkıştığınızda insan zekâsı felce uğrayıp ilmî araştırmalar durur, yeni ve yararlı sonuçların ümmete ulaştırılması imkânsız olur. Bu ümmet ise kökü sabit ve dalları göğe eren bir ağaca benzer, Allah’ın izniyle gösterilen çabaların yeni ve yararlı sonuçlarından beslenecektir.”
Görüş farkı hassasiyeti kitabının her satırında belli olan Nedvi, soruşturmasını aşamalı bir şekilde yapıyor. Bunlar, Kur’an’daki dört terimin anlam ve önemi, İslâm dünyasını ve tarihini kötü bir biçimde tasvir etmek, hakkı savunanların her zaman var olacağına ve hakkın meşalesini yükseltecek gayretlerin devamlılığına dair sahih hadisler, ilah ve rab kavramlarının üstünlüğü, inançta şirk ile siyasi itaat arasındaki fark, aylaklık, teslimiyet duygusu ve cihattan firar etme efsanesi ve dinin ikamesinin hikmet ve fıkıhla daima uyum içerisinde oluşu şeklindedir.
İslâm’ın yorumunun sadece siyasi kavramlara ve hedeflere boyun eğdirilmesini uygun bulmayan Nedvi eserinde davet üslubunda siyasi yön baskın olan Mevdudi’nin görüşlerini eleştirir. Onun tasavvuf düzleminde insanlara atfettiği aylaklık, teslimiyet duygusu ve cihattan kaçmak hatta batıl güçlerle iş birliği yapmak gibi ifadelerle belirgin kıldığı görüşlerini, gençlerin içini ezen çıkışsız, seçeneksiz, bunalımlı sonlara yol açacağını düşündüğünden tartışmaya açar. Bunu yaparken Mevdudi’nin İslâm’da İhya Hareketleri kitabından yola çıkar. Nedvi, Seyyit Ahnet bin Arflan ile İsmail bin Abdülgani bin Veliyyullah’ın cihat ve şehadet şevkini hurafe ve bidatlerden uzak ruh terbiyesiyle açıklar. Ayrıca Cezayir’den Sudan’a, Mısır’dan Hindistan’a sömürgecilere karşı direnen isimlerin mücadelelerinin sağlam bir bağ ve ruhun doyumu dikkate alınmadan açıklanamayacağını kaydeder. Mevdudi’nin çizdiği tabloyu kabul edilemez bulan Nedvi, Seyyid Kutub’un da çok beğendiğini ifade ettiği Kur’an’a Göre Dört Terim kitabı bağlamında Yoldaki İşaretler ve Fi Zilali’l Kur’an adlı tefsirinden yaptığı alıntılarla dinin yorumlanması ve uygulanması konusunda aşırılığa gidildiğini ortaya koyarken Mısır’daki tartışmalara da temas eder. Bilgi ve yorum aktarımı sadedinde dikkatini Hasan Hudeybi’nin Davetçiyiz Yargılayıcı Değil kitabına yönelterek gerek ibadet gerekse ulûhiyet meselelerine dönük görüş farklılıklarına odaklanan iktibaslar yapar. Nedvi tamamen özel şartlara bağlı ve hatta tam bir olumsallığa tabi kitabında Mevdudi’nin düşünce tarzıyla kullandığı üslubun sorunlu yanlarını okuduğu ve bildiği eserlerden hareketle eleştirir. Onun İslâm tarihini bir cehalet ve çöküş zinciri şeklinde tasvir etmesinin doğurduğu sorunlara işaret eder. Düşük tonlu ama net bir ifadeyle söylersek Nedvi, İslâm ilim ve fikir tarihini uzun uzadıya araştırma fırsatı bulamayan duyarlı Müslüman gençliğin manifesto niteliğindeki kitapları okuyarak İslâm tarihi konusunda şüpheye düşmelerinden mustariptir.
İslâm tarihini kavrama
Kavramsal çalışmaların hedefi hemen her şeyi olduğu gibi aktarmaktan ziyade, en başından beri kavramlardaki tahrifatın altını çizmektir. Aslında Kur’an’a Göre Dört Terim ve benzeri eserlerin tamamını birleştiren ve tanımlayan şey, kendilerini doğuran ve varlığına tanıklık ettikleri şu fikirdir: Sorunlardan azade ve bütünüyle kusursuzlaştırılmış bir tarih fikri – ve bu fikri radikal bir tek taraflılıkla kavrayıp kavramsal yorumlarla ete kemiğe büründürürler. Diğer yandan bu olgu birçok açıdan Eric Hobsbawm’ın “geleneğin icadı” diye adlandırdığı duruma benziyor: Gerçek ya da kurgulanmış bir geçmişin etrafında, belirli bir grubun ya da topluluğun bağdaşıklığını güçlendirmeyi, kimi tercihlere meşruiyet kazandırmayı, toplumun bağrına bazı değerleri kazımayı hedefleyen bakış açıları inşa ediliyor.
Bu bakımdan Nedvi’nin öne çıkardığı unsurların hiç değilse bir kısmının yerindeliğinde şüphe yoktur. Daha da önemlisi Müslümanların tarihi tecrübesini devreden çıkararak, paranteze alarak bir ıslahın mümkün olmayacağını ortaya koymaya, bunu yerleştirmeye çalışıyor. Kendisinin İslâm tarihini “karanlık” ve “çorak” şeklinde tasvir etme konusunda düşüncelerinin henüz tam olgunlaşmadığı bir dönemde kaleme aldığı erken dönem yazılarında benzer bir hataya düştüğünü itiraf etmesi de bununla alakalıdır. İslâmcılık içi farklılaşmaların önemli bir veçhesini oluşturan tarih tartışmalı bir konu olagelmiştir. On dokuzuncu yüzyıldaki metinlerle karşımıza çıkan “homojen” İslâm tarihi imgesi, çığır açıcı kitapların ardından sorgulanmaya başladı. İslâm dünyasının çeşitliliğini dikkate alan çalışmalarla birlikte tek tip anlayışa dayanan hâkim görüş büyük ölçüde terk edildi. Geçmiş; kültürel duyarlılıklara, ahlaki sorgulamalara ve şimdiki zamanın siyasi gereklerine göre ayaklanıp yeniden yorumlandıktan sonra kolektif hafızaya dönüştü. İslâmcılık ile tarih arasındaki ilişkiye dair yaklaşımlar özellikle 1980’lerden sonra bu telakkinin yol açtığı sıkıntılara odaklanmaya başladı. Nedvi’nin kitabının önemli bir bölümü tarihe bakış sorunları, tarihi değerlendirirken gözetilmesi gereken noktalar çevresinde. Bu noktadan hareketle dile getirdiği hususların son derece güncel olduğu söylenebilir. Gelgelelim 1980 sonrasındaki entelektüel tartışmalarda onun adının ve eserinin izine rastlamak neredeyse imkânsızdır. Dolayısıyla okurların gerek Nedvi’yi gerekse başka isimleri kendine mahsus birer bütün olarak kabul etmeleri faydalı olur. O hâlde tarihin her zaman siyasi oluşundan hareketle şöyle diyelim: Aktarılan deneyim ile yaşanmış deneyimin şekillendirdiği mevcut manzara, görüldüğü üzere, esasında sürmekte olan bir çalışmadan ibarettir.
Tarih tınılı özel yaratıcılık mahallerine bakan Nedvi ıslahatçı önderlerin tarihe dönük eleştirilerinin yaşadıkları dönemle ve çevreyle sınırlı tuttuğunu başarıyla örnekliyor. İslâm âleminin içinde bulunduğu vaziyete karşı duydukları hoşnutsuzluğu dile getirmekten geri durmayan Gazali, İbn Teymiye gibi isimlerin hâlihazır durumu göz önünde bulundurmalarından hareketle daha geniş ilmekli bir ıslah hedefi ortaya koyar. Her şey bir yana Nedvi’nin tarih bilgisi, Müslümanların tarihinin ana çizgilerine, kesişim kümelerine ve zirve isimlerine ilişkin değerlendirmelerindeki genişlik ve derinlik hayranlık uyandırıcı. Ardından Mevdudi’nin sakin ve ilmi üslubunu terk ederek duygusallığa kapılmasının istemeden de olsa ümmetin tarihi tecrübesini kötülemeye yol açtığının altını çizer. Ona göre bu farklı bir idrak gerçekliği suni şekilde devre dışı bıraktığı için, İslâm tarihindeki gelişmeleri kafa karıştıran şekilde bir cehalet ve çöküş anlatısı şeklinde değerlendirilir. Buna paralel olarak eleştirinin sınırlarını belirleyen şu ifadelerine birlikte okuyalım isterseniz:
“Niyeti ve kalbi ne kadar temiz olursa olsun, mantıklı düşünce ile sebep-sonuç ilişkisinin gereği olarak yazdıkları neticede olumsuz bir izlenim yaratmaya mahkûmdur. İslâm’a çağrıyı, tarihini ve öğretilerini sırf Mevdudi’nin eserlerinden öğrenenler İslâm tarihinin ilk üç asırlık zamanı hariç, sonraki yüzyıllardaki İslam düşünce tarihi ve ameli tarihi hakkında hayal kırıklığına uğramışlardır.”
Okurlarını Mevdudi’nin yorumlarına karşı sürekli uyaran Nedvi’nin eleştirilerinin epey sert olduğu düşünebilir ki, kendisi de bunun farkındadır. Tüm bunlar bir yana ihtilafla husumet farkının bir daha gözden geçirilmesi sürecinin mühim bir parçası olabilir onun yazdıkları. Çoğu okuryazar arasında, gizli siyasi bir ajandanın yansıması ve zamanı geçmiş başka bir hikâyenin eserleri olarak bilinen kitapların, hemen reddedemeyeceğimiz bir değer ve anlam kazandığını göz ardı edemeyiz. Fakat başka bir hakikatten söz etmek olası: Peşin fikirlerden uzak ilkelerle ilgili görüş ayrılığı ile kişisel husumet arasındaki farkı bilmeyenlerin temelde bir prensip araştırması olan İslâm’ın Siyasi Yorumu’nu anlamaları da mümkün değildir.
Star / Açık Görüş / Asım Öz