Yaşanan bütün hadiseler baştan sona neden sonuç ilişkisi üzerinde doğar, gelişir ve ölür. Sonuç nedenin ürünüdür. Sonuç, adı üstünde hadisenin vukuunun ardında ortaya çıktığından dolayı adı sonuçtur. Sonuçlar nedenlerine temas etmeden konuşulamaz, konuşulması bir derde deva teşkil etmez. Sonuçlar üzerinden bir yere varmaya çalışanlar olduğu yerde kalmaya mahkûmdur. Bu önerme en küçük bir hadisede böyle olduğu gibi, küresel çapta yaşananlar için de geçerlidir. Nimete neden olan samimi bir kulluktur, nimet kulluğun sonucudur. Nimetin zevaline neden nankörlüktür, nankörlükte bir sonuçtur.
Tarihte sebep sonuç ilişkisine tekabül eden insanlık tecrübelerinden meydana gelir. Bu yüzden sağlıklı bir zihin tarihi değerlendirirken nasıl olduğuna değinip yaşanan olayları kronolojik bir sırada sonuca yaslanarak değerlendiren tarih okuması yapamaz. Eğer böyle yaparsa kendisine bir yararı olmayacağı gibi, insanlık içinde derde deva çıkarımlara ulaşamaz. Esasa karşılık gelecek değerlendirmelere, hadiselere, düşüncelere, fikirlere, önermelere “Neden?” diyerek yaklaşılmalıdır. Bir düşünceyi inşa çabası, bir eyleme niyetlenme girişimi, ikinci kişilerle kuracağı münasebetler, yoldan geçene bir selam vermek, en önemlisi de hayatına anlam katmak için sürekli “Neden?” böyle yapacağına dair soruya vereceği cevapla gerçek değerini bulur.
İnsanın “neden?” sorusuna vereceği cevap aynı zamanda hangi yolun yolcusu olduğunu da gösterir. “Neden?” sorusunun cevabı, amentünün rengidir. Zira davranışları nedenlendirmek, meşruiyet çabasının ürünüdür, nedeni olmayan davranışlar meşruiyet krizi yaşarlar. Meşruiyet krizi olan bir dinin, düşüncenin, fikrin, ideolojinin Allah ile insanla, evrenle, doğayla, dünyayla, insan eylemleriyle, siyasetle, devletle, bilgiyle, sosyal içtimai oluşumla ve dahi yeni bir inşa ile irtibat kurması mümkün değildir. Bir şeyi neden yaptığınızı muhataplarınıza anlatamaz, yapacağınızın nedenini izah edemezseniz, kabul görmez, makbul olmazsınız.
Nedenlerine temas etmeden sonuçları konuşmak, sonuçlar üzerinde bir yargıya varmak ve bu yargı ile de mahkûm etmek insanlığın onuruna hakarettir.
Modern tasavvurun en büyük başarısı parçalanmayı sağlamış olması ve neden-sonuç ilişkisini koparmasıdır. Nedensiz bir dünya düzeni kurmuştur. Nedenler üzerine konuşmak, esas olana işaret ettiği, çağın merhametsizliğine vurgu yaptığı için sürekli üstü örtülmektedir. Cahili egemenlerin yaptığı sosyal, siyasal, askeri, ekonomik, bilimsel zulümlerin nedeni sorgulandığında zalimlerin gerçek kimliği ortaya çıkacaktır. Arjantinli bir papaza atfedilen bir sözde olduğu gibi: “açları doyuruyorum bana aziz diyorlar, bu insanlar neden aç dediğimde ise komünist diyorlar.” İşte “neden” diye sormak böyle etkili bir girişimdir. Hiçbir şey yapmasanız bile, kitleler olarak “neden bu zulümler bize reva görülüyor” dediğinizde, durduğunuz yer, tuttuğunuz saf, taraf olduğunuz cihet hemen değişir.
Yaşadığımız merhametsiz, insafsız çağda, kan içici modern cahiliyeye, onun egemenliğine, itaat bekleyen seküler zorbalara, yeryüzünü talan eden, sömüren, insanlığı katleden vampirlerin yaptıklarına karşı “neden” diye haykırmak insanlık görevidir. Bu haykırmayı da öncelikle Müslümanlar yapmalıdır. Lakin bunun önünde en büyük engel bilinçsiz kitlelerin varlığıdır. Neden diye bir soruyu sormanın cesaretini gösteremeyecek olanlar, elbette haykıramayacaktır. Zira olayları neden diyerek değerlendirmek isteyen kişiye bilinç eşlik eder.
Bugün herhangi bir siyasi partiye mensubiyet duyanlar ve peşinden gidenler, bunların yaptığı zulümlere, haksızlıklara, adaletsizliklere, kayırmalara, ekinin ve neslin ifsad edilmesine, ahlaksızlığın, sınırsız israfa, kumarın yayılmasına, fiilen işletilmesine karşı, taraftar olmalarına rağmen bir insan olarak sessiz kalıyor ve “neden böyle yapıyorsunuz?” diye sorgulamıyorsa, insan olma erdemini yitirmiştir demektir. Zira insan olmak, eşref-i mahlûkat demektir. Bu ise yaratılmışların en şereflisi anlamını taşır. “En şerefli” olmak, sıradanlığı terk edip, bu şerefli oluşa muhalif olan her şeye karşı durmaktır.
Bu durum sadece siyasi tercihlerle sınırlı olmayıp onlardan aşkındır, hayatın tamamıyla ilgili olan bütün alanları içine alır. Sıradan herhangi bir eylem, fikir üretme çabası, bir söz söyleme maksadını, ikili ilişkilerdeki muamelat tarzını velhasıl akla gelebilecek her şeyi içine alır. “Neden” demek, her şeye bir anlam katar.
Dünyanın yeraltı ve yerüstü zenginliği bakımından en mümbit coğrafyalarında yaşayan insanların yoksullaşmaları karşısında, yoksullara yardım etmek elbette her şeyden öte bizim Müslümanca tavrımızın bir gereğidir. Gerek fert olarak gerekse kurum ve kuruluşlarla elimizden geleni yapmak zorundayız. Lakin öncelikli olan bu insanların neden yoksul kaldığı ya da bırakıldığı olmalıdır. Kendi imkânsızlıklarından dolayımı yoksa birilerinin mazlum bırakmasından, şiddet ve zulümle sömürmesinden dolayı mı yoksullar? Bu sorunun cevabı tavrımızın asla tekabül eden karşılığını verir bize. Kendi imkânsızlıklarından dolayı yoksullukları, bizi bir mecburiyet şuuruyla harekete geçirir. Ama bu yoksullukları zalimler arası ilişkilerden ve birlikte el ele vererek sömürmelerinden kaynaklanıyorsa, yardımlarımız devam etmekle birlikte, başka itirazlarımızda olmalı.
Bu itirazlar hem fert olarak hem de kurum ve kuruluşlar olarak organize halinde ses getirecek seviyeye yükselebilmeli. Her fert ve kurum egemen güce ve güçlere karşı toplumu bilinçlendirmeli, mazlumlar için topyekûn ayağa kalkmanın yolları aranmalıdır. Esas olan, yardımlarımız sürerken aynı zamanda zalime ve zalimlere muhalefet bilincimiz uyarılmalı, neden bu insanlar kendi mülklerinde mazlumlaştırılıyorlar denilerek ses çıkarılmalıdır. Yardımlarımız sadece insani olarak sürmemeli, bilinçlendirme, eğitme, bir muhalefet tavrı geliştirmeyi de içine almalıdır.
Modern cahili düzenin, kurum ve kuruluşlarının, plan ve programlarının, zamane zalimlerinin, laik seküler yapıların kendi işleyişinden kaynaklanan sonuçların nedenlerine hiç değinmeden, yazılı ve görsel medyada saatlerce program yapan aydın entelektüel sınıfı ve özellikle ilahiyatçı takımı nasıl bir zulme yol açtıklarının farkında değiller. Öyle ki, batıl düzenin bütün kirli çamaşırlarını da İslam’a ve Müslümanlara temizletmeye çalışıyorlar. Son dönem popüler konu olan kadına şiddet alabildiğince köpürtülürken, sonuç olan şiddetin nedenleri üzerinde hiç durulmuyor.
Çıktıkları programlarda kadına şiddeti konuşan okumuş yazmış taife, program öncesi kadına şiddetin dibini bulan dizileri hiç eleştirmiyorlar. Gençliğin bozulduğundan, uyuşturucu, kumar, şiddet bataklığına düştüğünden dem vuran aklı evveller, program öncesi yayınlanan uyuşturucuya, kumara, katliama, adam kaçırmaya, güpegündüz silahla işyerlerini basmaya özendiren dizileri eleştirmeye dilleri varmıyor. Sürekli sonuçlar üzerinden konuşmanın kolaycılığını keşfedenler, sonuç böyleyse neden bu tür diziler, filimler yayınlanıyor diyerek sonuçlara bir nedensellik katmıyor. Egemen gücün bu diziler filmler nasıl işine geliyor da neden önüne geçmiyor?
Askeri ücretle geçim derdi çekenlerin sıkıntıları konuşulurken, neden bu insanlar başkalarının çerez parasına çalışıyor diye hiç gündeme getirmiyorlar. Yüzbinlerce liralık ciplere, lüks araçlara binen sendika patronları, neden sendikasına kayıtlı bir işçi iki-üç bin lira maaş alırken, bir sendikanın başkanı elli-altmış bin lira, sıradan bir şube başkanı on-on iki bin lira maaş alıyor hiç sorgulanmıyor. Peki, “neden” bütün işi emekçi insan yaparken, hiçbir iş yapmadan makamında oturan biri bu kadar yüksek haksız kazanç elde edebiliyor?
Sokak çocuklarını, sokak insanlarını, evsiz barksızları, aşsız ekmeksizleri birer belgesel niteliğinde programlarla reyting yapıp rant elde edenler, bu insanların neden sokaklarda yaşadığını, ya da bu insanların sokaklarda yaşamasına neden olanları ifşa etmiyorlar. Saraylar inşa edenler, bol keseden dağıtanlar, israfın dibini bulanlar her türlü zevki sefayı yaşarken, neden tebaası böyle bir hayatı yaşıyor diye akıllara bir soru işareti getirmeyi gerek görmüyorlar. Çıktıkları programlarda kapitalist üretim ve tüketimi eleştirenler, programların reklam arasında tüketimi alabildiğine körükleyen nefsi ayartıcı reklamlara hiç değinmiyorlar.
“Neden?” sorusu aynı zamanda varoluşsal bir sorudur. Dalını budağını, yaprağını bir köke bağlamak, sağlam temel üzerine inşayı mümkün kılmaktır. Nedensiz bir hayat anlamını yitirir. “Biz neden bu haldeyiz?”, “bizi bu hale getiren nedenler nelerdir? Parçalanmışlığımız, modern çağa yenilişimiz, batılın peşinden koşmalar neden? Suriye’de, Yemen’de, Arakan’da, Afganistan’da, Çeçenistan’da, Afrika’nın bilmediğimiz coğrafyalarında insanlar neden öldürülüyor? Neden insanlar aç ve susuz kalıyor?
Benim ülkem bir beton medeniyetini dönüşürken, kapitalistler sermayelerine sermaye katarken, patronların sürekli göbeği şişerken, üç çocuklu garip Mehmet neden komik bir paraya talim ediyor? Yoksulluk ve adaletsizlik, geçimsizlik ve boşanmalar, uykusuz gecelerle sabahı yapan dul ve yetimler, toplumun kanını emen faiz kurumları kârlarını katlarken, bu düzeni yönetenler neden sessiz kalmaktalar?
Genelde bütün insanlar ama özelde hassaten Müslümanlar hayatlarında düşünceden eyleme, siyasi, askeri, ekonomik, sosyal ve içtimai, ilmi felsefi, tavır ve davranışlarında “neden” sorusunu her daim sormalı, nedenleri meşru olan işlere yönelmeli, nedenleri meşru olmayan hiçbir düşünce ve eyleme katılmamalı, destek olmamalıdır. Zira nedensiz yaşanan hayat anlamsızdır. Neden, niyete tekabül eder, niyet ise bir amaca karşılık gelir. Kim neye niyet eder amacı ne olursa sonucunu yaşar.
Sahi Neden?
Cevabı sorunun içinde olsa gerek. Eline sağlık kardeşim.
Okuyup değerlendirdiğin için teşekkür ederim Faruk kardeşim.
Niyet ettim İslam’a dedikten sonra sanırım her işimiz hayr olur Allah yanında.
Allah ecrinizi versin hocam, Selam ile
İnsanın yaratılanların en şereflisi olduğu görüşü delilden yoksundur. Bunu ancak Allah söyleyebilir. Zira yarattıklarının değerini ancak bilir.
eline emeğine sağlık kardesım ..