Bir dönem siyasi hareketinin toplumun hafızasına kazıdığı ve bir filme konu olmuş bu repliği hatırladınız değil mi?
Hani şu; “Benim memurum işini bilir!” sözünün hakkının nasıl verileceğini anlatan ve ısrarla “Namusluyum” demesine rağmen sen namussuzsun diyerek “namussuz” hale getirilen devlet memurunun, filmin sonunda gerçekten “namuslu” olduğu anlaşılınca söylenen meşhur replik!
Tabi toplumsal hafızamızda “Namus” kavramına ait kodlamalar bu film ve benzerleriyle sınırlı değil.
Namus deyince ilk aklımıza gelenlerden biri de “kadınlar” mesela. Peki ya erkeklerin namusu? Bu soruya oturaklı bir cevap vererek “erkeğin de namusu mu olurmuş canım!” demek için size ayrılan sürenin sonuna geldiniz! “Annesinin bir tanesi” olarak yetiştirilen biz erkeklerin namusu, kadınlardan çok daha önce kirlenmişti oysa! Başkasının eşine, kızına, yan gözle bakmakla başlayıp, laf atma, taciz etme ve bir gecelik seviyeli birlikteliğe(?) doğru evrildiğinde, önce kendimizin, sonra da kadınlarımızın namuslarını çoktan kirletmiştik bile!
“Sözün namusu” vardı bir de! Hani, “onun sözü senettir” cümlesinde sözün namusuna halel getirmeyeceğinden ve gereğinin yapılacağından emin olduğumuz söz! Onu da ağızdan çıktığı anda ve gereğini yerine getirmediğimizde kirlettik!
Sonra “düşüncenin namusu” vardı. Hani, kendisine ait bir düşünce sahibi olmak yerine 2.el pazarından alıp evimizin başköşesine koyarak hava attığımız ama bize ait olmayan antika eşya misali! O da köşeye yerleştirdiğimiz ”anda” çoktan tecavüze uğramıştı oysa!
“İnancın namusu” vardı bir de! Çoğunluğun inandığını doğru kabul edip onu başkalarına emanet ettiğimizde, inancımız çoktan “gavur”un koynuna girmişti bile! Bir daha geri almak için dünya kadar “başlık parası” ödeseniz de “kuş yuvadan uçmuştu” bir kere…
Sonra ”aklımızın namusu” vardı. Hani doğru kullandığımızda bizi diğer canlılardan ayırdığına inandığımız ama bir türlü ayrılamadığımız… Hani sıradan bir hayvanın da yaptığı yeme, içme, uyuma, çiftleşme eylemlerine “anlam” katmamız gerekirken, onları yüceltip “anlamı” eylemlerin içine hapsederek müebbete mahkum ettiğimiz…
Bir de “eşyanın namusu” vardı efendim! Onu da kendimize “ait” görüp, “sahiplik” iddiasında bulunduğumuzda, bizi; kedinin kuyruğundaki tenekeye döndürmüştü de haberimiz bile olmamıştı… Tenekenin sesi kulağımıza darbuka gibi gelip kanımızı kaynatmıştı bir kere ve bizi bundan sonra ancak teneşir paklardı… Öyle de oldu zaten.
Hemen her kavramın anlam sahasını cendereye almayı sevdiğimiz gibi, “namus” kavramını da iki bacak arasına sıkıştırdık maalesef…
Oysaki sıkıştığı yerden kurtararak beynimizin “frontal lob” ( beynin bilinçli düşünce üreten ) kısmına sevk edip “şoklama” yapsaydık, “namusumuzu” kurtaracaktık belki de…
Şimdi çuvaldızı başkasına batırmadan önce sizce de iğneyi kendimize batırıp şu soruyu sormamız lazım değil mi? Gerçekten Kim namuslu? Kim namussuz?
Doğruder.com / Emre Özer