Dünyevileşme sorunu, bu yöndeki yaygın kanaatin aksine son birkaç asra has bir mesele değildir. İlk muhatapları 6. asrın Mekkelileri olan şu ayet-i kerimeler, bu gerçeğin en açık isbatıdır:
“Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi? Allah’a ve Resulü’ne iman edersiniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Bu, sizin için daha hayırlıdır, eğer bilirseniz.” (Saff, 61/10-11)
“Gerçekten Allah’ın Kitabını okuyanlar, namazı ikame edenler ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak edenler, onlar kesin olarak zarara uğramayacak bir ticareti umabilirler.” (Fâtır, 35/29)
“Onlar, ne ticaret ne de alış verişin kendilerini Allah’ı anmaktan, namazı ikame etmekten ve zekat vermekten alıkoyamadığı insanlardır. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar.” (Nûr, 24/37)
“Kadınlar, oğullar, yük yük altın ve gümüş, salma atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin şiddetle arzuladığı şeyler insana süslü gösterildi. Bunlar dünya hayatının geçici metaıdır. Oysa asıl varılacak güzel yer ancak Allah’ın katındadır. De ki: ‘Size, onlardan daha hayırlısını haber vereyim mi? Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için Rableri katında, içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah’ın rızası vardır.’ Allah, kullarını hakkıyla görendir.” (Âl-i İmran, 3/14-15)
Dünyevileşme; dünya hayatını, asıl anlamını ifade eden hesap günü ve ahiret bilincinden kopararak bu hayatı mutlaklaştırma ve dünyaya odaklı bir hayat yaşama ameliyesidir. Kur’an’ın geçmiş toplumlara dair anlatımlarından, bu yönelimin tarih boyunca insanlığın en temel sorunlarından/sapmalarından biri olduğunu öğrenmekteyiz.
İşte Yüce Rabbimiz, Kur’an’ın konuyla ilgili ayetlerinde bizleri bu sapmaya karşı uyarmakta ve hayatı olması gerektiği üzere hesap günü ve ahiret odaklı algılayıp yaşamaya davet etmektedir.
İlgili ayetlerde, Mekkeli muhatapların temel geçim kaynağı ticaret mefhumuna atıf yapılarak, asıl ticaretten söz edilmesi ve dikkatlerin dünyadaki maddi kazanç yerine asıl varılacak yer olan ahirette karşılık getirecek amellere çekilmesi söz konusudur.
Bu beyanlarla Rabbimiz, ticaret ve kazanç mefhumları konusunda vahyin muhataplarının tasavvurunu sil baştan inşa etmektedir. Tıpkı ölüm ve ölü, sağır, dilsiz, kör gibi mefhumlarla ilgili yaptığı gibi. Biz, asıl ölü kimmiş, asıl kör, sağır ve dilsiz kimmiş Rabbimizin Kitab-ı Keriminden öğreniyoruz. İşte burada söz konusu ettiğimiz ayet-i kerimelerde de, ticaret ve kazanç mefhumları, muhatapların zihninde ve gönlünde bir yapısöküme uğratılmakta ve yeniden inşa edilmektedir.
Kur’an’la inşa olan bir Müslüman, eşya ve olgulara Kur’an penceresinden bakar. Her şeyi Kur’an’ın tanımlarıyla tanımlar, eşya ve olgulara Kur’an’ın biçtiği kadar değer biçer. Ayet-i kerimelerde, ticaret mefhumu üzerinden, ekonomik kazanç faaliyeti konusunda muhataplara yeni bir değer yargısı kazandırılmaktadır. Ekonomik kazanç faaliyetinin çok çok fevkinde bir “kazanç kapısı”nın varlığı hatırlatılmakta ve hesapların bu gerçeğe göre yapılması, hayatın bu gerçek ışığında kurgulanması istenmektedir.
Bugün “homo ekonomikus” diye bir mefhumdan söz edildiğini biliyoruz. Bu, hayatı tamamen ticari/ekonomik faaliyet ve çalışmadan ibaret gören, parayı ve para kazanmayı hayatının yegane gayesi ve iştigal alanı haline getiren, bu alanda yaşayıp giden insanları tanımlamak için üretilen bir kavram. Tanım bu çağlara ait olsa da, dünyevileşme mefhumu üzerinden yukarıda da belirttiğimiz gibi bu sorun salt bugünün sorunu değil. Fakat sanayileşme ve onun pazar ihtiyaçlarına paralel kurgulanan tüketim alışkanlıkları üzerinde inşa edilen kapitalist ekonomi süreçlerinde bu sorunun daha da kuşatıcı bir hal aldığı da bir gerçek.
Kapitalist üretim-tüketim süreçlerinde, üretim ve tüketim bandından dışarıya adım atamaz birer nesne haline getirilen, yeni yeni ihtiyaç illüzyonlarıyla habire borçlandırılan bugünün insanı bu konuda ciddi bir handikap içinde. Zira sürekli çalışıp açıklarını kapatmak, yeni ihtiyaçları için yeni borçlar altına girmek zorunda ve bunun için de üretim-tüketim bandında bir hayat yaşamak durumunda! Ne yazık ki bu sorunun etkilerini Müslümanlar arasında da gözlemleyebiliyoruz.
Meselenin bir de iş sahipleri boyutu var. Burada da, kapitalizmin temel itici gücü olan rekabet mefhumu ve sürekli büyüme hedefi devreye giriyor. Bu da, iş sahipleri açısından aynı sorunu, yani “hayatın üretim-tüketim bandına mahkûm edilmesi” sonucunu doğuruyor. Hayatın ve dolayısıyla Âlemlerin Rabbi’ne kulluğun, bu çerçevede de yeryüzünün halifeliği misyonunun idame ettirilmesi için gerekli bir araç olan ekonomik kazanç faaliyeti, bu şekilde araç olmaktan çıkarılıp hayatın temel gayesi ve ekseni haline getiriliveriyor. Bu da Müslümanlar arasında dahi “homo ekonomikus”laşma sorununun belirmesine yol açıyor.
Bu durum, günümüz Müslümanları olarak yeniden Kur’ani bir inşaya olan ihtiyacımızı ortaya koyuyor. Dünyaya ve hayata dair değer yargılarımızı, tasavvur ve algılamalarımızı bir kere daha Kur’an’ın süzgecinden geçirmemiz gerekiyor. İhtiyaç listelerimizi, hayat standartlarımızı, önceliklerimizi yeniden bir değerlendirmeye tâbi tutmak durumundayız. Ahzab Sûresi 28-29. ayetlerde çok açık şekilde ifadesini bulduğu üzere, Allah Rasulü’nün (s) varlık döneminde bile mütevazi hayat standardını sürdürme iradesini örnek almalıyız.
Rabbimizin, ticaret ve kazanç mefhumları konusunda zihinlerimize ve gönüllerimize açtığı o büyük ufku her daim diri tutmalı, ufukları dünya hayatıyla daralmış olan insanlardan olmamaya gayret göstermeliyiz. Hangi işle meşgul isek, o işi mümkün olduğunca hafifletmeye, bizi kuşatmasına izin vermeyecek bir düzeye çekmeye, işimizin hayatımızın amacı haline gelmesine izin vermemeye çabalamak zorundayız. Aksi halde, Kur’an’ın ticaret ve kazanç mefhumlarına dair açtığı Rabbani ufuktan bîhabermişçesine işe-güce dalıp gitmek ve asıl ticareti ihmal ederek birer “homo ekonomikus” olmak kaçınılmaz olmaktadır.
Meselenin bir de, dünya hayatına dalıp gitmek ile ahiret ekinini tercih etmek arasında net bir tercihte bulunamama, iki arada kalma boyutu var ki, Rabbimiz bu durumu Hacc Sûresi 11. ayette “kıyıdan/sınırda kulluk etmek” olarak nitelemektedir.
Müslümanın hayata bakışı, hesap günü ve ahiret bilinci ekseninde ve net olmalıdır. Hayatı, “Deki: Benim namazım, ibâdetim, hayatım ve ölümüm Âlemlerin Rabbi Allah içindir.” (En’âm, 6/162) Rabbani beyanında ifadesini bulan bütüncül kulluk anlayışıyla algılamak ve öylece yaşamak, şiarımızdır. Ahiret hayatının tarlası ve bir imtihan alanı olarak var edilmiş dünyaya, bütün içindeki bu konumunun ötesinde anlamlar yüklemek ve dünya hayatını amaç haline getirmek, insanı varoluş gayesinden uzaklaştıran bir eksen kaymasıdır.
Hayatın idamesi için bir gereklilik olan ekonomik kazanç faaliyetlerini hayatımızın gayesi ve ekseni kılma yanılgısından, para-pul için yaşayan “homo ekonomikus” durumuna düşmekten sakınmak durumundayız. Velev ki para-pulu Allah yolunda harcamak için kazandığımızı düşünsek bile. Zira bu düşünce birçok Müslüman için dünyevileşmeye giden yolun ilk basamağını teşkil etmektedir. Başta niyet bu şekilde halisane olsa da, ekonomik ilişkiler girdabında maddi kazanç faaliyetleri giderek araç olmaktan çıkıp amaç haline gelebilmekte, daha çok kazanma sarmalına kapılınabilmekte ve eksen kaymaları yaşanmaktadır.
Hayat akıp gitmekte, imtihan süresi daralmaktadır. Rabbimizin asıl ticaret ve kazanca dair öğreti ve çağrısı, tüm tazeliğiyle bizlere hitabını sürdürmektedir. Bize düşen, bizlerin dünya ve ahiret saadeti için yapılan bu Rabbani çağrıya icabet ve bu icabette sebatkâr olmaktır.