Mirac, Rasulullah Muhammed (sav)’in Kudüs/Mescid-i Aksa’dan göklere, Allah katına urûc etmesi anlamına gelmektedir. Mirac inanışının öncesi, isrâ hadisesi olmaktadır.
Kur’an Rasulullah’ın Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya isra yolculuğundan (gece yürüyüşü) bahsetmektedir fakat miraç gibi bir olayı kesinlikle anlatmamaktadır.
Miraç rivayeti neresinden baksanız, İslam’la bağdaşmayan, Kur’an’da karşılığı olmayan, tevhid akidesiyle hiçbir şekilde telif edilemeyen bir tasavvurdur.
Mirac rivayeti başta Buhari gibi ‘en sahih’ hadis kitabı olmak üzere hemen bütün hadis kitaplarında yer almaktadır. Miracı, farklı rivayetlerde yer alan detaylarla birlikte anlatacak olsak sayfalarca tutar. Bu farklılıkları dikkate almaksızın genel hatlarıyla özetleyecek olursak şu şekilde geliştiği ileri sürülmektedir:
Rasulullah (sav) Mescid-i Haram’dan alınmış, göğsü yarılarak kalbi yıkanmış ve tekrar yerine yerleştirilmiş. Oradan alınarak Kudüs’e, Mescid-i Aksa’ya getirilmiş, orada bütün peygamberlere imam olarak namaz kıldırmış. Akabinden, Burak adında bir binek getirilerek Cebrail eşliğinde semaya yükselmeye başlamıştır. Rasulullah’ın semanın her katında bir peygamberle buluşması anlatılır. En nihayetinde, artık Cebrail’in de geçemediği bir makama ulaşır, oraya tek başına varır. Yani orası ‘Perde’nin arkasıdır ve orada Allah Teala ile baş başa görüşür. Ardından cennet-cehennem gezdirilir v.d.
Bundan sonra dönüş başlar ve yine, çıkarken uğradığı göğün duraklarına uğrayarak iner. İnme esnasında Musa (a.s)’ın yanına uğradığında o kendisine, Rabbinden ne aldığını sorar. Muhammed (as) günde elli vakit namaz aldığını söyler. Musa (a.s) günde elli vakit namazın çok olduğunu, kendisinin tecrübeli olduğunu, ümmetinin bu kadar namazı kılamayacağını söyler, Rabbine dönmesini salık verir. Fakat Musa (a.s)’ın salık vermesi adeta Muhammed (a.s) nezdinde emir telakki edilmiş olmalıdır ki, tam altı kere Rabbine başvurur ve en nihayetinde, Allah Teala’nın elli vakit farz kıldığı namaz, yine Allah tarafından beş vakte indirilir. Musa (a.s) buna da aynı şekilde itiraz eder ve ‘çoktur’ derse de, Muhammed (a,.s)’ın, artık utanırım diyerek yedinci kez Allah’a başvurmaktan imtina ettiği belirtilir.
Aslında bu rivayet, namaz ibadetini sulandıran ve türlü kafirlikler öne sürerek namaz kılmayan kimseler için bir umut kapısı olarak kalmıştır. Demek ki Rasulullah’ın gidişleri devam etseymiş, -haşa- namaz diye bir ibadet hiç kalmayacakmış…
Bu rivayetten Allah’ı, Rasulullah’ı, Musa (a.s)’ı, Kur’an’ı ve İslam’ı tenzih ederiz. Allah, kendisine izafe edilen bu gibi beşeri sıfatlardan münezzehtir. Allah’a altı kere karar değiştirme isnadı yapan ve bu rivayeti asırlardır Allah’a isnad etmekten kaçınmayanlar, her sene bu uydurma olayı ülkenin bütün camilerinde, topluma hitap eden iletişim vasıtalarında allandıra-ballandıra anlatarak, itina ile insanların itikadlarını bozanlar acaba bunun hesabını Allah’a nasıl vereceklerdir?
Mirac diye bir olayın olduğuna dair başta Kur’an olmak üzere, elimizde hiçbir delil, belge ve bilgi bulunmamaktadır. Bir beşer olan Allah Elçisi’nin, alemlerin Rabbi, hiçbir şeye benzemeyen, eşi ve benzeri olmayan Allah’la baş başa görüşmesi, bir beşerin Allah katına varması İslam itikadı açısından imkansızdır. Allah böylesi vasıflardan münezzehtir. Allah, müşriklerin Muhammed (a.s)’a, göğe çıkmasını, oradan kendilerine yazılı bir belge getirmesini talep ettiklerini haber verir ve akabinden, Allah’ı tenzih ettirerek, kendisinin bir beşer olduğunu, böyle bir işe güç yetiremeyeceğini söyletir. Hem de, uydurma mirac hikayesini isnad ettikleri İsra suresinin 93. ayetinde.
En başta gelen özellikleri “işittik ve itaat ettik” demek olan, hepsi de “Müslimlerin ilki” olmayı en birinci gaye edinen Elçilerin, Allah’ın emrettiği elli vakit namaza itiraz etmeleri, Allah’a rağmen birbirlerine akıl vermeleri ve Son Elçi’nin, sırf Musa’nın akıl vermesine ikna olarak altı kere Allah’a baş vurarak her seferinde onar onar namazı azalttırması nasıl düşünülebilir? Buna bir müminin kalbi nasıl teslim olur?
Dini Allah’a has kılmak, öncelikle Allah ne buyurmuşsa, “lebbeyk Allahümme” diyerek, iman ve amel etmektir. Allah’ın bilgi vermediği hususlarda ise gaybı taşlamaktan Allah’a sığınmak, -haşa- Allah’a din öğretmekten kaçınmaktır. Dini biz Allah’a değil, Allah bize öğretmiştir.
Müslümanlar olarak geri kalmışlığımızı, dünyanın yüz karası olmuşluğumuzu, gençlerimizin deist ya da ateist olmalarını v.b. problem edinenler -ki fazlasıyla etmek gerekir- öncelikle miraç gibi hurafeleri ayıklamayı düşünmelidirler. Ama bu ayıklamayı düşünmeyen ve cemaatlerinin üzerinde sırça köşklerde hocaefendi, alim, ulema kılıklarının sarsılmaması için mütemadiyen hadisleri Kur’an’ın karşısına çıkartmakta ve bu hurafecilik dininin süregitmesini arzu etmektedirler. Fakat bilinmelidir ki, Kur’an var olduğu sürece bu hurafeler zail olmaya mahkumdur. Çünkü Kur’an hakkı getirmiştir.