MEDİNE’DEN DÜNYA’YA AÇILAN KAPI: HUDEYBİYE

 Mekkeli müşrikler ve Yahudilerden oluşan müttefiklerin, Hendek önünde bozguna uğramaları Medine’yi  olası tehlikeden de kurtarmış oluyordu. Allah resulü bundan sonra istikbale emniyetle bakabiliyor, elinin daha bir güçlü hale geldiğini biliyordu. Aynı zamanda Mekkelilerin ekonomik yönden de günden güne kötüye gittiğini, eski güçlerinden bir hayli geride olduklarını da biliyordu.  Bunu fırsata dönüştürmek için aklından, altı yıl evvel yurdundan sürüldüğü memleketini görmek, Kabe’yi ziyaret etmek ve bir nebze olsun memleket özlemini dindirmek geçmektedir.

Durumu ashabına aktaran Allah resulü, onların hazırlanmalarını temin eder ve bin dört yüz kişi ve kurbanlık develer  ile yola koyulurlar.  Uzun bir yolculuk sonunda nihayet Mekke’ye yaklaştılar. Kureyşliler,  Müslümanların Mekke’ye doğru geldikleri haberini alınca hemen Halid b. Velid’i bir süvari birliğinin başında onlara karşı koymak için gönderdiler. Ancak  büyük bir diplomat, iyi bir siyasetçi olan Allah resulü olabilecek durumu fark etmişti. Bunun üzerine yolu değiştirerek dar ve engebeli bir yoldan Haram bölgeye yakın bir yer olan  Hudeybiye mevkiine ulaştı ve orada karargahını kurdu.  Kureyşlilere amacının savaş değil Kâbe’yi ziyaret etmek oldu bildiren bir haber gönderdi.
Mekkeliler, niyetlerinin ne olduğunu anlamak için Allah resulüne adamlar gönderiyor, gerçekten de niyetlerinin ne olduğunu anlamaya çalışıyorlar bu arada güçlülük psikolojisini de elden bırakmıyorlar, kibirlerinden de yanlarına varılmıyordu. Ancak her gelen elçi çok farklı düşüncelerle dönüyor ve Müslümanların daha azimkar olduklarını; Muhammed’e bu kadar heyecan ve bağlılık gösteren bir topluluğa rastlamadıklarını görüyorlardı. Ve raporları da bu doğrultudaydı. Son olarak Urve b. Mesud’u  Allah resulüne gönderirler  niyetinin ne olduğunu tam olarak öğrenmek isterler.  Allah resulü Urve’ye:
“Ey Urve, bizler savaşmak için buralara gelmedik, gördüğün gibi bu develerin kurban edilmesine ve Kabe’nin ziyaretine engel olunur mu hiç? Savaşlardan dolayı zaten Mekkeliler zayıf düştü, savaş sizin lehinize değil bilirseniz. İsterseniz aramızda savaşı erteleyen bir anlaşma yapalım, böylece sizde de rahatlarsınız; bizde umremizi yapar kurbanlarımızı keser tekrar döneriz.” diye düşüncesini aktarır. Urve kendisine haber vereceklerini ifade ederek Mekke’ye döner ve durumu bildirir. Bu teklife pek sıcak bakmazlar ve haber vermekte de gecikirler. Bunun üzerine Mekkelilerin düşüncelerini öğrenmek üzere Osman (ra)’u elçi olarak gönderir. Osman (ra), zamanında gelmeyince müşrikler  onun öldürüldüğü yaygarası kopartırlar. Allah resulü, bunu bir savaş ilanı olarak sayar ve hemen ashabını toplayarak kendisine bağlı kalacaklarına; kanlarının son damlalarına kadar savaşacaklarına dair biat alır. (Feth/18-21)
 Hücum hazırlığı esnasında bir adam koşarak Osman ile birlikte birkaç adamın geldiği haberini ulaştırdı. Gelen iyi bir hatip olan Suheyl b. Amr idi. Suheyl ile Allah resulü arasında şartların kabulünden sonra altı maddelik bir anlaşma imzalandı. Buna göre;
1-     Müslümanlar bu yıl Mekke’ye umre için giremeyecekler,
2-     Bir yıl sonra üç gün kalmak üzere gelecekler, geldiklerinde yanlarında sadece yol emniyeti için bulunabilen silahlar bulunabilecek,
3-     Mekke ile Medine arasında bu anlaşma on yıl sürecek,
4-     Bu süre içinde civar kabilelerden dileyen diledikleri ile anlaşma yapabilecek,
5-     Yeni Müslüman olmuş bir Mekkeli Medine’ye hicret etmesi veya sığınması durumunda Mekke’ye tekrar iade edilecek,
6-     İslam’dan çıkan Medineli birisi Mekke’ye döndüğünde iade edilmeyecek.
Şahitler huzurunda anlaşma imzalandı ve hemen yürürlüğe girdi. Müslüman şahitlerden biri de müşrikler adına anlaşmayı imzalayan Suheyl b. Amr’ın oğlu, Abdullah b. Suheyl’di. Ancak anlaşma maddeleri Müslümanların aleyhine gibi görünüyordu.
Bu anlaşmayı Allah resulü dışında kimse kabullenemiyor, her kafadan sesler yükseliyordu. Kimisi bunca yıl boşuna mı mücadele verdik diye hayıflanıyor; kimisi İslam’ı batıl karşısında küçük düşüren bir anlaşma olarak görüyor; kimisi bu kadar yolu boşuna mı çektik diyor; kimisi Mekke hasretinden dem vuruyor…  Hatta Ömer (ra), bir ara yaklaşarak yüksek sesle:
“Ey Muhammed, sen Allah’ın elçisi değil misin? Biz mü’minler değil miyiz? Onlar batıl biz hak değil miyiz? Sen bize Kabe’yi tavaf edeceğimizi söylememiş miydin, neden geri dönüyoruz” diye çıkışır.” Allah resulü:
“Ey Hattab oğlu, ben Allah’ın kulu ve resulüyüm, bu anlaşmayla Allah’a isyan etmiş, ona karşı gelmiş  değilim.Benim yardımcım odur, o beni yalnız bırakmayacaktır.” Diyerek  Ömer ve arkadaşlarına gerekli cevabı veriyordu.
Özellikle yukarıda geçen anlaşmanın üçüncü maddesi, Allah resulü tarafından iyi bir sonuçtu ve istediği de bu idi. O yıllarda, içeride Yahudiler; dışarıda Mekkeli müşriklerle mücadele ediyor ve her ikisiyle çok çetin mücadelelere giriyordu. Bu gerçekten zor ve dayanılmaz bir durumdu. İşte bu madde bu iki düşmandan biri olan Mekkelileri on yıllığına durduruyordu. Bunu ne sahabe görebiliyor ne de Mekkeliler fark edebiliyordu. Sonunda sahabeye  zor gelse de kurbanlarını keserek geri döndüler.
Hudeybiye’de eli rahatlayan Allah resulü, dönüşte Medine yerine; azılı bir şer yuvası olan; bin bir entrikanın döndüğü; bölgenin hurma deposu ve mümbit tarım arazisi olan Hayber’e doğru yöneldi.  Hayber Yahudileri lideri Huyey b. Ahtab daha evvel Mekkelileri ayaklandırıp onlara destek vererek on bin kişilik bir orduyla Hendek’te Müslümanların karşısına çıkmışlardı. Hatta Gatafan kabilesini hurma mahsullerinin  yarısı karşılığında İslam’a karşı savaşa teşvik etmişlerdi.Bunu bilen Allah resulü Hayber’e giderken Gatafan bölgesinden geçerek onların olası yapacakları askeri yardıma engel olmasını sağlamaktı ve istediği de oldu. Allahu ekber! Nidaları ile Hayber’e girdi. Muhteşem şatolar ve sağlam kaleler sahibi olan Hayber Yahudileri, kısır bir direnmenin sonunda teslim oldular. Müslümanlar bu fetihle hem ekonomik güç, hem siyasi güç elde ettiler ve Fedek’e doğru yöneldiler.
Hudeybiye sonrası, Hendekte müşriklerle ittifak kuran tüm kabilelerin üzerine ayrı ayrı  giden Allah resulü, böylece Medine’de hem otoriteyi sağlıyor, hem  düşmanları bir bir tasfiye ediyor ve  deyim yerindeyse bellerini kırarak bir daha doğrulmalarına engel oluyordu.
İslam lokal bir din değil; bir Arap dini değil; bilakis tüm insanlığa gönderilmiş ve tüm insanlara ulaşması gereken bir din idi. Şimdi sıra dışa açılma zamanı, İslam’ı Arap yarım adasından çıkarma zamanıydı. Allah resulü civar ülkelerin hükümdarlarına birer elçi göndererek onları İslam’dan haberdar ediyor;  İslam gölgesi altında birleşmeye davet ediyordu. Bu  yeni bir düşüncenin, yeni bir devletin ve yeni bir medeniyetin tezahürüydü.
Anlaşma gereği Müslüman olmuş Mekkelilerin geri iade edilmesi gerekiyordu ve bu ilk iade ise  elleri zincirle bağlı şekilde gelen Ebu Cendeldi. Ebu Cendel, aynı zamanda anlaşmayı imzalayan müşriklerin temsilcisi Suheyl b. Amir’in oğlu idi. Suheyl’in gözyaşları içinde iadesine Müslümanlar çok üzülmüş ve içerlemişlerdi.  Anlaşma üzerinden çok geçmeden yine Mekke’den kaçan Ebu Basir adında bir genç Medine’ye geldi. Allah resulü ona durumu anlattı, anlaşmaya sadık kalacağını bildirdi ve Mekkeli iki muhafızla tekrar gönderdi. Müslümanlar buna da çok üzülmüş ancak Allah resulüne itaatten başka elden bir şey gelmiyordu. Ebu Basir, Mekke’ye giderken yolda muhafızlardan birini öldürdü ve tekrar Medine’ye gelerek, “ey Allah’ın resulü! Sen sözünde durdun ve beni iade ettin. Bundan sonra ben dilediğim yere gidebilir miyim?” dedi. Allah resulü de sanki bir ima yoluyla “nereye istersen git” dedi. Ebu Basir, Kızıldeniz sahilleri tarafında  Mekke kervanlarının geçtiği bir bölgeye gitti ve orayı mekan tuttu. Anlaşma sonucu biraz rahatlayan Mekke’deki Müslümanlar  çok geçmeden bir bir kaçarak Ebu Basir’in yanına geldiler. Araların da Ebu Cendel ve Halid b. Velid’in kardeşi Velid’in de bulunduğu kaçak Müslümanların sayısı yetmiş kadar olmuştu. Ebu Basir’in liderliğinde ki bu küçük grup, Mekke kervanlarını tehdit etmeye başladılar. Bu olay son yıllarda yaşanan savaşlar yüzünden iyice ekonomik çöküntüye uğrayan Mekkeliler için, bir kabus olarak karşılarına çıkıyor ve yeni bir darbe ile karşı karşıya kalıyorlardı.
Mekkelilerin üzerine karabulut gibi çöken bu olay, onları güç duruma bırakıyor ve çaresiz kaldıklarını anlıyorlardı. Bunun üzerine Medine’ye mektup yazarak anlaşmanın bu maddesini yürürlükten kaldırılmasını teklif ettiler ve bu gurubu Medine’ye alabileceklerini bildirdiler. Bunun üzerine Allah resulü, Ebu Basir’e bir mektup yazarak hep birlikte Medine’ye gelmelerini  bildiren bir mektup gönderdi.  Ne yazık ki mektup ulaştığın da genç lider, hastaydı ve ölüm döşeğin de yatıyordu. Mektubu gözyaşları içinde okudu, elleri arasında tutarak arkadaşlarına Allah resulüne selam söylemelerini tembihledikten sonra hakka teslim oldu.
Mekkeliler, Müslümanların müttefiki olan Huzaa kabilesine saldırarak anlaşmayı bozarlar. Fakat işin farkında olan Ebu Süfyan Medine’ye gelerek anlaşmayı yenilemek ister. Allah resulü anlaşmayı yenilemez ve bu durum Mekke’nin fethine zemin hazırlar.
“Hudeybiye anlaşmasının sonucu Allah resulünün doğru zamanda  doğru hamlesiyle yirmi yıl boyunca  devam eden ve bir kör düğüme dönmüş katı mücadele bir anda çözülmüş,bu olayla yirmi yılda alınamayacak mesafe son üç yılda yüz katıyla kat edilmiştir. Anlaşma sonucu öyle bir atılım sağlanmış ki Hudeybiye anlaşması sırasında 1500 kadar asker çıkarabilen Müslüman topluluğunun bir yıl sonra Mekke fethine 10.000  kişi ile; iki yıl sonra Tebük seferine 30.000 kişi ile; üç yıl sonra veda haccına 100 bine yakın kişi ile katılım sağladığı aktarılır.
Hudeybiye ile başlayan süreç, bütün taşları yerinden oynatmış, önü alınmaz zaferler silsilesinin başlamasına sebep olmuştur. Bu durum Allah resulünün vefatından sonra da devam etmiştir. İslam kısa süre de büyük coğrafyalara ulaşabildiyse bunun başlangıç noktası Hudeybiyedir.”[1]


[1]AZİMLİ Mehmet, Siyeri Farklı Okumak, Ankara okulu Yay. 2010, s.348