Daha evvelki bir yazımda “paranın yan tesirlerini” yazdım, yani kasanın… Kuran’ı anlama gayretinde olanlar, “tagutun”, üç ayak üstüne oturduğunu, (geometride) üç noktadan sadece bir düzlem geçeceğinden yere çok sağlam basmaya çalıştığını bilirler. Bu ayakları müstekbir, mütref ve belam olarak alırsanız müstekbiri masa ile, mürtefi kasa ile, belamı da asa ile özdeşleştirebilirsiniz. Tagutun bu ayakları birbirini besler, birbirinden beslenir; birbirinden doğar, birbirini doğurur; birine açacağınız yara karşısında bir bünye misali birlikte direnir; çünkü var oluşları için sadece ahmaklar değil, birbirleri de şarttır vesselam. İşte geçen yazımın birinde paranın yan tesirlerini yazarak mürtefi biraz incittim. Çevremize verdiğimiz zarardan dolayı da özür dilememiz gerekmiyor, çünkü bizim verdiğimiz zararın, onların mazluma verdiği zarar yanında esamesi okunmaz.
Allah’ın ısrarla vurguladığı insanların eşitliği prensibine direnen sac ayağının biri de diğer ayaklara çelik bağlarla bağlı olan müstekbirler, yani masa sahipleri. Sakın “Canım, masa dediğin şeyi insan üretir, biçimlendirir, değiştirebilir…” demeyin. O sizin beğenmediğiniz tahtadan yapılmış masa da insanları (!) üretir, biçimlendirir, değiştirir, tanrılaştırır ya da tanrıya yaklaştırır. (Hâşâ “Allah” demiyorum ve “tanrı”yı “ilah”ın karşılığı olarak kullanıyorum.) Hele de masa “cıncık”tan yapılmışsa…
En yukarıdan ve tarihin en derinliklerinden başlarsak ne hikmettir ki vahyin karşısına dikilen devlet başkanları masalarında ya tanrı adına oturmuş, ya da tanrılığını iddia etmiştir. İlteriş Kağan tanrı adına oturur, Firavun tanrılaşır… Tek ilah olan Allah’a ve O’nun eşitlik prensibine direnmesi de bu itikadın, kendisinin ilahlık ya da ilah muavinliği karizmasını çizmesindendir.
Bu “namıssız” masa sadece kralların algısını, yürüyüşünü, konuşmasını mı değiştirir? Hayır. Masaya kişilik katanlar istisna tutulursa masadan kişilik alanların hepsini etkiler. Bencileyin ufak bir öğretmeni müdür edersiniz, “Benim öğretmenim…” diyerek konuşmaya başlar; ufak bir tapu memurunu müdür edersiniz, yanına girmeniz zorlaşır; bir çocuğu kaymakam, hâkim, mal müdürü edersiniz, babası yaşındaki görevlileri ağzıyla değil de işaret parmağıyla çağırır; bir otobüs şoförünü şef edersiniz yürürken ayaklarını yana daha çok açar, göbeğini daha çok ovalar…
Şu yalan dünyada birbirine denk insanların sohbetine doyum olmaz. Ancak sohbete ne zaman ki masası olan bir adam katılır, işte orada masası olmayan ufaklıkların sözü her an kesilebilir, hatta heceyi tamamlamasına bile izin verilmeyebilir.
Masası olanlar, herkesin dik durmasına neden dayanamaz? Karşılarında neden birilerinin rüku vaziyetinde olması gerekir? Bu tavırlarının tanrılaşma, en azından şerikleşme ile hiç mi ilgisi yok; dersiniz?
Değerini masasından alanların da kasa sahipleri gibi, hacimleri her anlamda genişler. Evi, otomobili, göbeği, hele de çevresi… Hem gezdiği mekan genişler hem tanıdıkları ve dostları… Bu genişlemenin kas değil yağ olduğunu da masa sahipleri ancak masalarını kaybedince anlar. Masası elinden alınan nicelerini gördüm… Onların ne kadar küçüldüklerine, büzüldüklerine; hatta beni bile tanımaya başladıklarına, adımı bile hatırladıklarına şahit oldum. Zavallılıkları karşısında acıma, iğrenme, insanlığımdan utanma gibi duygular yaşadığım oldu. Hey büyük Allah’ım, birçoğunun korktuğu, yok saydığı, unutmaya çalıştığı şu ölüm; ne büyük nimet!