Mahremiyet en basit anlamıyla, insanın dışa karşı kapalı ve sadece kendisine ait özel alanıdır.
Bugün, mahremiyet saldırıya maruz hale getirilmiş haldedir. Bu saldırı daha çok helal ile haramın sınırlarına saldırı ve bu değerleri üreten kutsalı, dolayısıyla inancı küçümseme girişimleri ile gerçekleştirilmektedir. Eğer bir inanç veya alanda kutsallar küçümsenirse orada artık keyfiyet ön plana çıkar. Keyfiyet bir yerde kabullenir hâl aldığında orada doğrular ayaklar altında çiğnenmeye başlar.
İnsanların mahremiyetine karşı yürütülen özel alanlara girme ve orayı talan etme teşebbüsleri aralıksız sürdürülüyor. Bunun en önemli nedenlerinden biri, umuma açık hale getirilen bir şeyin belli bir süre sonra toplumda değersiz hâl almaya başlıyor olmasıdır. Çünkü her ne olursa olsun ulaşılan şey, ulaşılması çok zor olana kıyasla daha az değerlidir. Ulaşılanın kıymeti, ulaşılmadan önceki durumuyla neredeyse kıyas bile edilemeyecek derecededir. Belki de bu yüzden Allah’ın insana vaat ettikleri bu dünyada elde edilemeyecek kadar değer taşıyordur. Ve yine belki de taşıdığı bu değerden kaynaklı mükemmellik ve hayranlık barındırıyordur. Zira malumdur ki, insan elde edemediğini; fakat elde etmek için çırpındığını kıymetli bir konuma yerleştirir. Ona yetişmek veya onu elde etmek için mücadele eder, emek verir.
Artık insanların ellerindeki kıymete dair en büyük değerleri olan mahremiyet ötekine açık hale getirilerek değerden beri kılınmaya çalışılmaktadır. Genelin bakışları altında utanma, haya, edep ve takva örtülerinden soyutlandırılmaya çalışılan mahremiyet, bu saldırı amacına ulaştığında, bütün ciddiyetini, ağırlığını ve kimliğini kaybedecektir. Yabancı ellerin kolayca uzandığı yaşantılar sıradan, anlamsız ve kokuşmuş yaşantılardır. Her gözün gördüğü şey, nesne olmaktan öte bir şey değildir. İşte bundan ötürü, mahremiyetin muhafazası, aslında yaşantıdaki anlamın korunması ve kişinin nesneleşmesinin engellenmesidir. Daha kısa bir ifadeyle açıklamak gerekirse; mahremiyetin alanı, genelin gözünde gösteri alanına dönüştüğü taktirde, kişinin bütün değerini ve güzelliğini yerle bir edecektir.
Mahremiyetin yıkımında etkili olan etkenlerin başında sınır tanımama, beğenilme tutkusu, yalnızlık saltanatı, toplumun alt tabakasında yer almasının vermiş olduğu baskılama, kaygılar, ruhi bunalım, endişeler, huzursuzluklar, aile mefhumunun darbe alması, kutsalın önem derecesini kaybetmesi yer almaktadır. İnsan, güzelliklerle doldurulması gereken yerleri gereksiz eylem ve düşüncelerle doldurmaya çalışırsa hoşnutsuzluklar baş göstermeye başlar. Üretken olmayan insanlarda, diğer insanların takdirine olan bağımlılık artar. Sürekli beğenilmek ve konuşulmak ister. Gündem olmak uğruna mahremiyet kapılarını umuma açmayı büyük bir hüner zanneder. Bunun, aslında hayatından anlama dair parçaları söküp ateşe atmak anlamına geldiğini kavraması oldukça zor görünüyor.
Kendi eksikliğini, sergileme acizliği ile gidermeye çalışan insanda, doyumsuzluk çıtası daha yükseklere çıkmaya başlar. Teşhirin dünyası, insana sürekli olarak kendisinden bir şeyler ortaya koymasını, kendisinden parçalar koparıp değerden yoksun bırakmasını, genele özelini feda etmesini emreder. Kişi, mahremiyetini harcarken giderek daha büyük doyumsuzluklar, kalıcı depresyonlar ve bıktırıcı huzursuzluklar ile yaşamanın zorluğunu tatmaya başlar. Bunları yaşarken, yaşantısındaki bereketin ve verimliliğin uzaklara doğru yürüyen adımlarını belki de derinden hissetmeye başlayacaktır. Böyledir; zira doyumsuzluk, berekete ve huzura kast eden yırtıcı bir azgınlıktır.
İnsanlar, öteki insanlarla yüz yüze iletişimde ifade edemedikleri duygu ve düşüncelerini sanal ortamda rahatlıkla paylaşabildiği için haya denen sınır darbe almaya dolayısıyla mahremiyet de ihlal edilmeye başlar. Bu şekildeki yozlaşmadan ortaya çıkan netice, insanlar arasındaki mahrem sınırlarının incelmesi ve giderek ciddiyetten uzaklaşan toplumun zuhur etmesidir.
Sanal dünya, mahremiyetin katledilmesi yolunda hızı arttıran büyük bir etkendir. Artık sanalın etkisi bütün insanlığı sarmış durumda. Fakat ne yazık ki sanal bağımlılık, gerçeğe ulaşma yolunda büyük engel teşkil etmektedir. Sanal ortam bilgiyi temiz olandan soyutlayarak zihinlere bir ok gibi saplar. Bilgi kirliliğinin, bilgi eksikliğinin ve bilgi saldırısının had safhada olması doğruya ulaşma yolunda büyük engeldir. Bundan dolayı da insanlar bu karanlık dünyada eylemlerine ahlâkî nitelik kazandırmakta oldukça zorlanmaktadırlar. Eylemler, sınırsızlık sendromunda adeta kötülük halkaları üreten boyutu oluşturmakta ve insanlar özel hayatlarına dair çerçeveleri belirlemekte zorlanmaktadırlar. Kişide sınırlar belirsizliğe gömüldüğü vakit burada her türlü ifşa durumu fışkırabilir ve teşhir önü alınamaz durum alabilir. Neticede gerçeği, sanal dünyanın sınırsızlık yaşam tarzının egemen olduğu ve sergilemenin büyük bir değer olarak görüldüğü dünyada mahremiyeti koruyabilmek oldukça güçtür.
Mahremiyetin işgali, özel hayatın alanını daraltmakta ve gizlilikleri ihlal ederek özel hayata müdahaleler doğurmaktadır. Mahremiyet gizliliktir. İnsanın özelidir. İnsanın özeli aslında dokunulmazlığın ifadesidir.
Bu anlamda sosyal medya, özelin içine saldırı başlatmasından ötürü, günah pompalama işlevi görmekte ve bütün masumiyet sınırlarını ortadan kaldırma cüreti üzerine yükselmektedir. Gıybet, iftira, günahlar, özel hayatın ihlali artık bu mecrada ziyadesiyle normalleşmiş durumda.
Zannın diktası sanal dünyada yerleşmiş durumdadır. Adeta zan ile örülü duvarlardan inşa edilmiş bu dünyada, kişinin mahremiyet sınırları ihlal edilerek, arkadan çekiştirmeye popülerlik tanımı yerleştirilerek normalleştirilmeye çalışılmaktadır. Böylece insanlar arasında bu gibi kötü davranışlar sıradan hâl almaya ve insanların günlük yaşamlarında kolayca yer almaya başlar. Aslında bunun sonucunda payımıza düşen şey, kaybettiklerimizin arasına ihlâsı, içtenliği ve güveni koymak dışında bir şey değildir.
Bu konuda şu ayete daha derinlemesine bakmamız, konunun ciddiyetini kavramada oldukça önemlidir;
“Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının; çünkü bazı zanlar günahtır. Gizlilikleri araştırmayın, birbirinizin gıybetini yapmayın; herhangi biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Tabii ki bundan tiksinir!”
Aslında insan meraklı bir varlıktır. Bu da onu medyada ifşa nesnesi haline getirebilmektedir. Merak ifşayı, ifşa lakaytlığı, lakaytlık ise değersizleşmeyi doğurur. Allah insana değer vermiş ve onu şerefli kılmıştır. Kendisini değersizleştirmek insanın yapıp ettikleri ile olur. Başka sırların içeriğini merak duygusu ile araştıran bir insanda ilkeler ölmeye, bakışlar solmaya, zihin körelmeye, eylemler sapmaya ve ruh çürümeye başlar. Allah insanı ciddiyet üzere yaratmış ve lakayt bir dünyada eriyerek kişiliğini kaybetmesini istemez. Böyle olduğu takdirde insan, varlık alemindeki değerli konumunu yitirmeye başlar. Bundan dolayı sosyal medya dünyasının, mahremiyeti silip süpürerek yok etmesine karşı insanın teyakkuz halinde olması son derece önemlidir.
Kadir Çiçek/Her Taraf