Başlamadan Önce
İnsan denen varlık, yeryüzüne bir düşmanla birlikte indirilmiştir. Bütün hayat, yaşanılan bütün tarih, bazen bizim farkına vardığımız ancak çoğunlukla farkında olmadığımız/unuttuğumuz büyük bir savaşın içerisinde geçer. Gerçek düşmanımız olan şeytanın ismi ve görünümü değişse de, insanoğluna düşmanlığı değişmez. Şeytanın “Adem”e karşı bitmeyen kini, insanoğlunun yeryüzü imtihanının ana yörüngesini oluşturur.
I. Küreselcilerin Aile Saldırılarına Kadar Geçen Tarihsel Sürece Çok Kısa Bir Bakış
Emperyalizmin bölgesel olmaktan çıkıp, küresel boyuta taşındığı 20. Yüzyıl insanoğlunun yaşadığı en kanlı, en vahşi, en insanlık dışı yüzyıl olmuştur. Küresel emperyalizmin internet, sosyal medya, online oyunlar, yeni televizyonculuk gibi kitle iletişim araçlarıyla kemale erdiği 21. Yüzyıl ise daha ilk çeyreğinde insanın daha ne kadar alçalabileceği konusunda 20. Yüzyılı geride bırakacağının sinyallerini vermektedir.
Küresel emperyalizm, kavramsal ilişki ağı içerisinde küreselleşme ve emperyalizm kavramlarının evliliğinden doğdu.
Küreselleşmenin pek çok tanımını yazarak bu yazının hacmini genişletmek yerine, küreselleşmeyi, “dünyanın neresinde olursan ol, kafanı kaldırdığında aynı şeyi görmek” diyerek tanımlayıverelim.
Emperyalizm ise küreselleşmeye göre daha eski bir kavram. Allah’ın insanlara bilâbedel bahşettiği nimetleri gasp edip, sonra o nimetleri ambalajlama, etiketleme ve nimet ihsan eden bir tanrı gibi toplumların karşısına dikilme… Bütün bunlar, emperyalizm olarak hangi tarihte isimlendirilmiştir bilemiyorum ama peygamberler tarihinden okuduğumuza göre, ilk toplumsal mücadelenin verildiği Hz. Nuh toplumu kadar eski.
Kolonyalist dönemde sömürgeciler bir coğrafyayı işgal edip, ellerindeki askeri gücün zoruna dayanarak o coğrafyanın yer altı, yer üstü kaynaklarını yağmalar, bu yağma ve talan işinde de o coğrafyanın yerlilerini kullanır. Bu yüzden sömürgecilerin giyimi, kuşamı, hali vakti düzelirken, “yerliler” hep vahşi (!) ve barbar (!) olarak kaldılar. 15. yüzyıldan itibaren başlayan bu kolonyalist sömürgecilik, üzerinde güneş batmayan imparatorluklar yaratma başarısına ulaşsa da sürdürülebilir değildi. Gerek sömürgecilerin zaman içerisinde ekonomik, kültürel ve sosyal açıdan gelişen kendi halkının ödediği bedeller konusundaki isteksizliği gerek “yerlilerin” oluşturdukları direnç, 20. Yüzyıla doğru gelirken kolonyalist sömürgeciliğin terkedilerek zihinsel işgal ve sömürünün, fiziksel işgal ve sömürüye göre daha çok önem kazandığı emperyalist sürecin başlamasına neden oldu.
Emperyalizm, kolonyalist döneme göre, zihinsel iknanın daha fazla önem kazandığı bir dönemdi. Bu dönemin zorlayıcıları da ordular değil enformasyon (bilgi aktarımı) olmalıydı. Enformasyonun yeni girilen süreçteki önemi, bilgiyi aktaracak araçlara önem verilmesi sonucunu doğurdu. Kitleye bilgiyi ulaştırabilecek araçların emperyalistler açısından önem kazanması, bilimsel çalışmaların yönünü bu araçların geliştirilmesine kaydırdı. Çok erken bir öncül sayabileceğimiz matbaayı, gazete ve dergilerin ortaya çıkmasını sağladı. Radyo sinyalleri ve sesin iletimini, görüntünün iletimi izledi. Bu sürecin bugün evrildiği noktanın tarihsel süreci ve arkasındaki güçlerin bu gelişime etkisi apayrı bir konu.
Emperyalizm, küreselleşebilmek, yeryüzünün tanrılığı iddiasını tamamlayabilmek için kitle iletişim araçlarını geliştirirken hedefi, yerküre üzerindeki tüm birliktelikleri dağıtıp, kendi istediği ortak haz kültürü birlikteliğini kurmaktı. Kitle iletişiminin aktardığı tüm bilgi bu birlikleri dağıtmak için hazırlandı. Küresel emperyalizm, bu konudaki ilk ve erken başarısını kendi anavatanı olan Avrupa topraklarında sağlamıştır. Avrupa kültürünün en büyük kültürel birlikteliği olan kiliseye karşı, dönemin enformasyon aracı olan matbaa ile mücadele edilmiş, kendi iç çelişkileriyle kilise bu enformasyona gerekli malzemeyi sağlamakta kolaylık sağlayınca Avrupa ortak kültürünün en temel yapı taşı olan kilisenin tüm gücü iki yüzyıl içerisinde elinden alınmıştır.
Henüz kolonyalizmin devam ettiği dönemde ikinci hedef imparatorluklar olmuştur. İmparatorluklar kiliseye/dine göre daha kolay hedefler olmuşlar, dinin saygınlığını kaybetmesi, imparatorlukları bir arada tutan din gibi birleştirici unsurları elden aldığı için bu kasırgaya fazla direnememişlerdir. İmparatorlukların hedef tahtasına konduğu 1789’dan bir yüzyılı aşan kısa bir sürenin sonunda yeryüzünün son imparatorluğu Osmanlı’da tarih sahnesinden 1918 tarihi itibariyle silinecektir.
Küresel emperyalizm doğduğu topraklardaki birliktelikleri bu şekilde parçalarken farklı coğrafyalardaki birlikleri parçalamak için harekete geçti. Tarihsel açıdan küresel emperyalizmin gayri meşru çocuğu olan Amerika Birleşik Devletleri Amerika kıtasını ele geçirirken, Asya’da feodal yapılar ve imparatorluklar çözülmeye, yerel dinlerin yerini, protestanlaşmış Hristiyanlık almaya, misyonerlik faaliyetleri, Afrika başta olmak üzere, küresel emperyalizmin amaçlarına uygun bir şekilde yürütülmeye devam etmiştir.
Küresel emperyalizmin önünde duran tek direnç noktası İslam olmuştur. 20. Yüzyılın başlarında İslam dünyasının merkez coğrafyaları, işgal ve yok olma tehdidinde oldukları için küresel emperyalizm açısından bir risk oluşturmamış, bu işgallerin kaldırılmasından sonra kurulan kukla yönetimler ise Müslüman toplumları kendi kültürel değerlerinden uzaklaştırarak küreselleşmeye hazır hale getirmeye çalışmışlardır. Giderek kendi dini kültürlerinden uzaklaşan İslam toplumları küresel emperyalist yapılar açısından bir tehdit olmanın uzağındadır. Ancak 20. Yüzyılın başlarında doğan yeni nesil, kendi toplumlarının İslam’dan bu kadar uzakta oluşuna, kültürel, ekonomik ve siyasal sömürünün bu kadar koyulaşmasına karşı tepkiler vermeye başladılar. Mısır, İran, Hindistan ve Türkiye’de yaklaşık olarak aynı tarihlerde, İslam’ın, hayatın merkezinde oluşunu, yaşanılan dünyaya söz söyleme, etki etme ve yönetme iradesini savunan İslami Hareketler ortaya çıkmaya başlar. Daha önceki zaferlerinin gururu ile hareket eden küreselciler bu hareketlerin en azından bir coğrafyada İslami bir devrime yol açmasıyla tehlikeyi ne kadar az ciddiye aldıklarını sonraki yıllarda itiraf edeceklerdir.
Küresel emperyalizm, kendisine dönük İslami Direnişin bir birlik oluşturmasını engellemek için son 40 yıldan bu yana ciddi çalışmalar yapıyor. Özellikle mezhepçilik ve milliyetçiliğin aralıksız tahriki bu birlikteliğin oluşturulmasındaki en etkili ve klasik yöntem olarak kullanılıyor. İçinde yaşadığımız tarihsel süreç, İslami Uyanış konusunda gerekli hassasiyeti göstermediği özeleştirisini yapan küreselcilerin bu uyanışın bir birlik (ümmet) oluşumunu engellemek için yaptığı çalışmaların maalesef başarısını bize gösteriyor.
İslam toplumları küreselcilerin engellediği ümmet olma yolunda küreselcilerin oluşturduğu tuzakları inşallah aşacaklardır. Bugün içinde yaşadığımız topluma ve İslam toplumuna baktığımızda her ne kadar uzak da olsak buna ilişkin ümitlerimizi perçinleyen kişi, kurum ve olayları görüyoruz. Ayakları yere basan, gelecek için ümit taşıyan projeler, gerçekleşmesi İlahi bir vaat olan ideal birlikteliği (ümmet) dünya gözüyle görebilme duamızın kabulüne olan inancımızı pekiştiriyor.
Volkan TEKDEMİR-İslami Analiz