Zulmün sahibinin insan olduğunu düşünen zihin, insanın nasıl yaratıldığını da düşünürse ilk insanların bir arada olduğunu, tefrikanın şeytana/batıl’a uymakla sonradan ortaya çıktığı gerçeğine varacaktır. Hayat, boşluğu affetmez diye güzel bir söz vardır. Aslında hiçbir düşünce boşluğu affetmez. Biri boşaldı mı diğeri orayı doldurur. İslam için ne kadar gayret sarf ederseniz batıldan o derece yüz çevirmişsiniz demektir. Ya da tersini düşünürsek İslam için ne kadar az gayret sarf ederseniz farkında olsanız da olmasanız da batıl için o kadar çok gayret sarf ediyorsunuz demektir.
Buradan hareketle zulmün, Hakk’ın uygulanmadığı yerdeki boşluğunu doldurduğunu ve bunun hiçbir temele dayanmadığını görmek için sadece yapmamız gereken Furkan’ı okumak olacaktır. İnsanlığın birçok parçalara ayrıldığını, herkesin kendilerinin haklı olduğunu ve böylece birbirinden hızla uzaklaştığını çok rahat bir şekilde görmek mümkündür. Bu arızanın, hastalığın, tefrikanın şifa bulup vahdete dönüşmesi ancak ve ancak Allah’ın kitabı Kur’an ile mümkündür. İşte bu itibarla bu hastalığa şifa olacak şey Kuran’dır.
“Biz Kur’ân’ı müminlere şifa ve rahmet olarak indiririz. Ama o, zalimlerin ise sadece ziyanını artırır.” (İsra, 82).
Bu ayetin hemen üstündeki “Hak geldi, batıl zail oldu. Zaten batıl yok olmaya mahkûmdur.” (İsra, 81) ayeti ile birlikte düşündüğümüzde bizlere muhteşem misaller getirmektedir. Tabi bu misaller düşünen bir insan için anlam ifade etmektedir.
Hak ve Batıl; iki zıt kelime, iki zıt kavram. Biri gerçek, diğeri sahte; biri nur/aydınlık, diğeri zulumat/karanlık; biri tevhid diğeri şirk… Hak gelince batıl yok olmak zorundadır. Eğer olmuyorsa hakk anlayışımızda bir problem var demektir. Şurasını bilmeliyiz ki batılın güçlü olması Hakk’ın olmadığındandır. Hakk’ın olmadığı yerde batıl kendisini güçlü zannetmektedir. Tıpkı güneş doğarak gecenin ömrüne son vermesi gibi. Güneşin doğmasıyla karanlıklar nasıl yok oluyorsa, Hakk’ın güçlü bir şekilde ortaya çıkması durumunda batıl yerini Hakk’a bırakacak ve bulunduğu konumunu terk etmek zorunda kalacaktır. Bu Allah’ın vaadidir. Çünkü batıl örümceğin evi gibi zayıftır. Allah, bu zayıflığı bizlerin dikkatine sunmaktadır ve bizlerin eliyle batılı yok etmeyi yine bizden istemektedir. Bunun güzel bir örneğini Allah Resulü’nün hayatında görebiliriz. O gelince batıl yok olmuş, derhal meydanı terk etmek zorunda kalmıştır.
Bu kısa bilgiyi hatırda bulundurduktan sonra o hak olan Kur’an’ın aynı zamanda şifa ve rahmet olduğunu ifade etmektedir. Hastalıklar da ancak şifa ile yok olmaktadır. Bir hastalık nasıl şifa ile yok oluyorsa İşte Kur’an’da tüm batıl inançları temizleyen, küfür ve şirk pisliğini bertaraf eden ve gönüllerdeki marazı kaldıran bir rahmettir,şifadır. Bu şifa ve rahmet elbette iman edenler içindir ve onların imanlarını artırmaktadır… Zalimler için ise Kur’an, onların hüsranlarını artırmakta, karanlıklar içinde bocalamalarını sağlamakta ve ziyandan başka bir şeylerini artırmamaktadır.
Yağmur için genelde olumlu bir kanaate sahibiz ve o bir rahmettir ifadesini kullanırız değil mi? Aslında yağmur kimilerine rahmet olurken, kimilerine ise zahmet olmaktadır. Kokuşmaya yüz tutmuş bazı atıkların daha çok kokuşmasını körüklemekte, fazla yağdığında ise bazı ekinleri olumsuz etkilemektedir.
Kur’an-ı Kerim’de tıpkı yağmur misali, onu kabul eden, ondan beslenen ve ona gönlünü açanlar için bir nur, bir hayat ve bir kurtuluş iken; o’na gönlünü açmayanları, sırtını dönenleri ise olumsuz yönde etkilemekte, bu vesileyle hüsran ve kinlerini artırmaktadır.
İnsanı yaratan Allah ilacını da yaratmış ve her defasında bir elçi ile rahmeti gereği kullarına ulaştırmıştır. İşte tedaviye muhtaç olan insan kendisine sunulan reçeteyi tanımaz ve üstelik ona muhalefet eder ve mücadeleye kalkışırsa hastalığın pençesinden kurtulamaz.
Ya da kendisine sunulan faydalı ilaç yerine başka bilinmedik yabancı şeyler ile tedavi olmaya kalkışırsa kendi hayatına kastetmiş, kendi helakini hazırlamış olur.
İşte Kura’an-ı Kerim’de bu mana itibari ile manevi bir şifa, bir ilaçtır. Elbette bu şifa muskacı sahtekârların elinde bir geçim kaynağı değildir. Zaten mü’minler bilirler ki Kur’ân-ı Kerim, muska yazarak veya fal bakarak şifa dağıtan bir kitap değil; “İnsanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak gönderilen bir kitaptır. Allah’ın Kitabının âyetlerini beşerî çıkarlar için istismar etmek, İslâm’a ve İlâhî Kitaba ihânettir. Bu işi yapanlara fırsat vermek gaflettir, hıyânettir. Hatta mü’minlerin itikadını zedelemeye hizmetten öte bir şey değildir.