Bu yazıda söz konusu edilecek olan, Ercümend Özkan’ın fikir ve hareketiyle bıraktığı güzel örnekliktir.
Ercümend Özkan’ın İslamî uyanışa olan çok mühim katkısı inkâr edilemez bir gerçektir. Onun etkin bir şekilde adını duyurduğu dönemde (70’li yıllarda) en esaslı Müslümanlık, siyasette Erbakan’ın Milli Görüş akımını, fikirde Mehmet Şevket Eygi’nin İslamcılığını, Kur’an ve sünnet algısında Elmalılı Hamdi Yazır’ın tefsiri ve Diyanet İşleri Başkanlığının yayınladığı Tecrid-i Sarih tercümesini, günlük ibadetlerde Saadet-i Ebediye seviyesini geçemiyordu.
İşaret ettiğimiz dönemde Mısır’dan, Pakistan’dan v.b. gelen birtakım tesirleri tabi ki yok saymamak gerekir ama ben burada bilhassa Türkiye’den bahsetmeye çalışıyorum.
İşte böyle bir dönemde Ercümend Özkan topluma yepyeni bilinç ışıkları yakıyordu. Tabi ki onun düşüncesi de sürekli bir tekamül yolundaydı. Özkan, eli yüzü düzgün, aslına uygun, bütünlüklü, tutarlı bir İslamî düşünce ortaya koyuyordu. Düşüncesi sarsıcı idi, ilk defa karşılaşanlar şok yaşıyorlardı. Bu düşünce ile bir şekilde tanışanlar bütün şaşkınlıklarını E. Özkan üzerine teksif ediyorlardı; kimisi bu yeni fikri hazmedemediği için, ister istemez Özkan’ın amansız bir düşmanı oluyordu.
Oysa bu insanlar, asıl şaşkınlıklarını, en az bin yıldır sahiplendikleri ve kimsenin bir türlü kral çıplak diyemediği o ucube din anlayışına yöneltmiyorlardı. Şaşılması gereken, İslam’ı hezeyanlara boğanlar değil de, E. Özkan oluyordu; tıpkı, Lat, Menat, Hubel ve Uzza gibi putları ihdas eden atalarına değil de, Muhammed (sallallahu aleyhi ve selem)e kin kusan Kureyş gibi. Ercümend Özkan’a olan öfkesinden adeta dili tutulan kimseler, acaba neden, “yahu bu bize din olarak öğretilen kültür ne kadar da İslam dışıymış!” diyemiyorlardı? Diyemiyorlardı çünkü ‘herkes’ adındaki tanrı başka türlü söylüyordu. ‘Herkes’ tanrısına kafa tutmak kolay değildi… Bu durumda kuşkusuz yanlış olan E. Özkan’dı… Öyleyse, artık bin bir türlü iftira, dedikodu, tezvirat ve yuhalama kampanyasına start verilebilirdi…
Bu bayağı kampanyalardan Ercümend ağabeyin şikayetçi olduğunu ben görmedim ve duymadım. Hiçbir Müslüman da bunlardan şikayetçi olmamalıdır. Zira hak-batıl mücadelesinin yasası budur.
***
Ercümend Özkan’ın, akide, siyaset, Kur’an-sünnet algısı ve ahlak gibi bileşenleri olan düşüncesi, paha biçilmez bir mirası temsil etmektedir. Bu düşünce, İslam’ın, medrese-tekke-mescidin -Akif’ten ödünç alacak olursak- adeta nâkûs inleyen acınası köşelerinde örümcek ağı bağlamaktan, tozlanmaya terk edilmekten kurtulması, İslam’ın hayata döndürülmesi uğrunda çok ciddi bir adımdır. İslam’ın o en yüce haysiyetini takdir edemeyen İslam ümmeti, onu bir esâtîr yumağına dönüştürmüş bulunmaktadır. İslam’ın yegâne kaynağı olan Kur’an ne teessüf sebebidir ki, bırakın kaynak olmayı, hayattan kovulmuş, adeta geldiği yere geri gönderilmiştir… Kur’an’ı (insanların, anladıkları dilden) okumaları önerisi, bir zamanlar rahmetli Cemil Meriç’in fikrin kuduz köpek gibi kovulması istiaresinden mülhem, evet, kuduz köpek muamelesi görmektedir. Kur’an’ın, gerek bir tefsir müellifinin gözlüğü ile gerekse herhangi bir risale yazarının hezeyanî bakışıyla okumak mubah -hatta vacip- görülmekte, ama Allah’ın bu aziz Kitabını bir insanın bizzat kendisinden okumak zinhar haramdır propagandası yapılmaktadır. Ve bu şarlatanlar ‘herkes’ denilen tanrı tarafından alkışlanmaktadır.
İşte merhum Özkan bu tanrı taslaklarına meydan okumuş, Kur’an’ı neden doğrudan, aracısız ve bizzat kendisinden okuyamayacağımızı sorgulamıştır. Aldığı -daha doğrusu alamadığı- cevap, sorgulamasındaki asaleti ve isabeti göstermiş, kendine güvenini artırmıştır.
Hiç şüphesiz Kur’an bütün insanlığa hitap etmektedir. Yeryüzünün bütün insanları Kur’an’ın muhatabıdır. Kur’an okumanın hiçbir şartı da yoktur. Kur’an okunmalıdır ki, anlaşılmalı ve bir yaşam biçimine dönüşmeli; yeryüzünün bütün kâfirliklerine meydan okuyan bir imana dönüşmelidir.
Ercümend Özkan, Türkiye haricinden başka birçok Müslüman ilim adamı veya mütefekkirin aksine, ne sadece siyasal muhalefeti öne çıkartıp, İslam’ın yanlış yorumlanmasına bigâne kalmış; ne de İslam’ın yanlış yorumlarını en fazla gündemleştirerek, siyasal muhalefeti geri plana itmiştir. O, halk yığınlarının teveccühünü kazanamama riskini(!) göze alarak, Allah’ın hatırını her şeyin önüne geçirmiştir. Bu nokta son derece önemlidir.
Ercümend Özkan’ın düşünce ve hareketini etkin kılan en önemli faktör, ayaklarının yere basması, tutarlılığı, Din’in aslına yani Kur’an’a uygunluğu ve bir de samimiyetidir. Hiçbir nebî nasıl ki halktan hiçbir ücret beklemeden sadece Allah rızası için Allah’ın verdiği görevi ifa etmişse, E. Özkan da aynı şekilde, hiçbir maddi beklenti içine girmeden, bilakis kazancını, iman ettiği davası uğrunda harcayarak, gücünün yettiği oranda mesajını dört bir yana duyurmaya gayret etmiştir.
Şüphesiz bütün bu doğrular Allah’a aittir, yanlışlar ise biz kullara. Fakat Allah’a ait doğruları, çağın diliyle ve çağın insanının anlayacağı bir üslupla seslendirmek, hak ettikleri konuma îlâ etmek ve hiçbir etkenin caydıramadığı çelikten bir irade ile bu davanın peşinde olmak da işte bir kuldan beklenmektedir. Bu kul, bugün için Ercümend Özkan olmuşsa, bunda yanlış olan bir durum söz konusu değildir.
İşte Ercümend Özkan’ı konuşmak, bu hakikatleri konuşmaktır. Bu hakikatler konuşulmalı, hem de daha gür sedalarla ve daha kalın harflerle zikredilmelidir. Çünkü konuşulan, Allah’ın, “yegane geçerli olan” dediği Din/İslam’dır.