-“Abi, biz iyi bir bal arıyoruz” dedi.
-“İyi ballarım var tabi; ama ne niyetle kullanacağınızı söylerseniz daha çok yardımcı olabilirim” dedim.
-“Kızım için, ona yedireceğim. Çok zayıf, sık sık hasta oluyor.”
-“Tamam, ona göre balım var. Adın ne sesin güzel kız?”
-“Meryem!” dedi zayıf bir sesle.
-“Ne güzel bir adın var Meryem!”
Annesi;
-“Bu da bizim adağımız abi, hayatta bir tek kızımız var, onu Allah’a, kendimizi de onu büyütüp yetiştirmeye adadık” dedi. Duyduklarımdan etkilendim ama bir şey demedim. Küçük kıza dönüp sormaya devam ettim.
-“Kaç yaşındasın”
-“Altı”
-“Okula gidiyor musun?”
-“Anaokuluna…”
-“Balı seviyor musun?”
-…
Kafasını aşağı yukarı sallamıştı “evet” manasında. Esnafça sorular sormuştum ve cevaplarımı almıştım. Sonra tezgâhımdaki balları anlatmaya başladım. Bütün ürünleri tek tek saydım.
-“Ama çok pahalıymış” dedi kadın.
-“Kaliteli ama ucuz olan balım bu” diye işaret ettim birini.
-“Abi o da pahalıymış. Babası ve ben yemeyeceğiz, sadece Meryem yiyecek, daha ucuzu yok mu?” Dedi.
O zaman anladım durumu. Daha ucuzu vardı ama Meryem’e şifa olacak diye tavsiye edemezdim. Annesi hemen söze girdi;
-“Abi, özür dilerim. Beni mazur görün, pek durumumuz yok ama Meryem’in de bu bala ihtiyacı var. Ücretini ödeyeceğim, yeter ki iyisi olsun.”
-“Tamam, bu iyi baldan vereyim ama indirim yapayım öyleyse; yarı ücretini ödeyiniz. Benim de Meryem’e ufak bir hediyem olsun” dedim.
-“Ama hakkınız geçer böyle!”
-“Hediyenin hakkı olur mu? Meryem yesin de iyi gelsin inşallah.”
Tezgâhtan balı alıp poşete koydum. Bu arada kadın hem dua ediyordu hem de anlatıyordu.
-“Allah razı olsun, teşekkür ediyoruz size. Amcası, Meryem bizim tek kızımız. Babası hasta, geçen sene çalışırken kaza geçirip ayağından sakatlandı, şimdi de asgari ücretle bir yerde çalıyor. Ben de elimden geldiğince kızımla ilgileniyorum. Meryem biraz sağlık problemleri ile doğdu. Aman emanete bir zarar gelmesin, imanlı ahlaklı yetişsin, toplum içinde geri kalmasın, sağlığından erdemine kadar iyi olsun diye uğraşıyorum. Allahın kıymetli bir emaneti o. Vallahi ona aldıklarımızı yemiyoruz bile, yeter ki o iyi olsun.”
-“Olur mu öyle? Siz iyi olmazsanız ona kim bakacak, kendinize de dikkat etmelisiniz” dedim.
Sustu. Parayı uzattı bana. Aman Allahım, o eller… Parayı uzatan elinde de, sonradan fark ettiğim diğer elinde de kocaman kocaman yaralar vardı. Mantar gibi türemiş, sonra da parça parça çatlamış yaralar, ellerinin her yanına dağılmıştı. “Bunlar ne” dedim. Utandı, elini geri çekti. “Özür dilerim abi, bulaşıcı değilmiş, doktorlar öyle dedi. Bir çeşit hastalıkmış, virüsmüş herhalde. Çeşit çeşit ilaç kullandım ama geçmedi. İyi yerlere de gidemedim. İdare etmeye çalışıyorum ama su değince aklımı alıyor, yaralar çok acıyor.” “Tabi acır” dedim. O eller ile Meryem’e ekmek uzattığını aklımdan geçirdim bir an. İçim ezildi. “Emanet” dediği kızına ve eşine bakmaya çalışan kadının “aklımı alıyor” dediği yaralarının acısını içimde hissettim. “Buna nasıl sabrediyorsunuz?”dedim. Sonra da cevap beklemeden “Neyse ki ilacı var bende. Şunu, içinde yazan tarife göre kullanın, inşaallah iyi gelecektir” dedim. Gözleri parladı kadının. “Allah razı olsun. Bunlar, Meryem’in bereketi” dedi. (Aklıma Meryem Annemiz geldi) “Eşimin de bacağındaki yaralara da iyi gelir mi?” dedi. “İyi gelir tabi” dedim. Endişeli bir şekilde “ücretini sonra bıraksam ya da sonra alsam olur mu?” dedi. “Ücretini istemiyorum, siz düzenli kullanın da şifasını görün inşaallah. Bu, Meryem’in hediyesidir” dedim. “Siz iyi olacaksınız ki ona iyi bakasınız” diye de ekledim. “Olmaz” dedi, “günaha giremem, size zarar ettirmek için gelmedik buraya, lütfen ücretini kabul edin, haftaya getiririm” dedi.
Meryem’in gözleri, beyaz teni üzerindeki siyah elmas gibi parlıyordu. Şımarık hiçbir hareketi yoktu, kadere teslimdi o küçük bedeniyle. Ama umut vardı Meryem’de, gözlerindeki bakış; insanın ruhunu okuyormuş gibiydi. Sevgi ve ürpertiyle baktım ona. Tebessüm ediyordu bana, huzurlu görünüyordu o. Suçluluk hissi vardı bende de.
“Güle güle, yine gel Meryem” dedim. Biran önce göndermek istiyordum onları. Beni kedere boğmuşlardı. Arkamı dönüp rafları düzeltmeye başladım. Arkamdan kadın tekrar seslendi;
-“Borçlu kalmayalım lütfen, ölüm var” diyordu titreyen bir sesle.
-“Borcunuz yok, Meryem’in hediyesi dedim ya. Ona iyi bakın yeter” dedim. Sesimi bırakın; dişlerim titriyordu. Kontrol edemiyordum kendimi. Aşırı acıya maruz kalmıştım, dayanamıyordum. Ağlayacaktım ama kocaman adama ağlamak yakışmıyordu. (Her an biri girebilirdi içeri) Onlar da fark ettiler durumu. Sessizce çıkıp gittiler.
Koltuğuma oturdum. Tek tek çocuklarım geçti gözlerimin önünden. Sonra yetimleri öksüzleri düşündüm. Sahile vuran çocuk cesetlerini, savaşlarda ölen çocukları… “Beni mezara koymayın” diye ağlayan yaralı çocuğu… Çaresiz çırpınan anne babaları… Ölümü düşündüm; ölümün acısı, sevenin acısından çok hafifti. Yetimin, masumun; bir çocuğun acısı en ağır acıydı yeryüzünde gezen.