Yıllarca hafızalardan izi silinmeyecek, çok büyük bir sınav mekanı oldu Soma. Her açıdan büyük bir sınav… Benzer her olayda yaşananları yaşadık yine. Acı, keder, hüzün, ağıt-musibet, feryatlar, mezarlar, tabutlar; fırsatçılıklar, protestolar, küfürler, hınçlar; televizyon ekranları ve bin bir türlü yorumlar… Bir saat içinde anında maden ocağı uzmanı oluveren ‘uzman’lar v.s. v.s…
Bununla beraber her şeye rağmen, ülkenin doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine, önemli bir dayanışma da sergilendi. Olayın bu olumlu tarafını, yani halkın dayanışma/yardım ruhunu asla göz ardı etmemek gerekir.
Somadaki maden kazası, benzeri her olayda olduğu gibi ibretlerle dopdolu.
İlk ibret ve tabi en büyük ders, maden ocağında, yerin yüzlerce metre altında can veren kömür işçilerinden geldi. Kim bilir belki de bu toplumu, Soma’da yer altında can veren 301 maden işçisi gibi, hayatı hep böyle toz-toprak içinde geçmiş insanlarımız eğitecektir… Bunca büyük büyük emeklerin(!) verildiği, bunca büyük paraların harcandığı ve bunca kutsanan eğitim sistemiyle bir türlü eğitilemeyen bu toplumu, kömür karalı insanların onurları, nezaketleri ve sevgileri eğitmeye namzet görünmektedir.
Öncelikle, bu maden işçilerinin ‘garip’likleri herkesi etkilemektedir. Sessiz sedasız, her gün evlerinden helalleşerek, maden ocağı adı verilen o mezarlarına inmekte, yuvalarına ekmek parası götürmek için kazma kürek sallamaktadırlar. Bu kömür karalıların ‘garip’liklerine bakın ki, üç yüz canlarını yakarak feda etmeseler, ülkede kimse onların farkında değildi, kimse onları bilmiyor, tanımıyor ve var saymıyordu. Onlar yok hükmündeydiler. Zaten her gün sessiz sedasız o çizmelerini giyerken, şehrin ve ülkenin yığınlarca tuzu kuru insanının hiç haberi olmaksızın vardiyalarını değişiyor ve belli ki evlerine “bugün de geldik aranıza şükür!” duygusu içinde dönüyorlar ve ertesi vardiya yine aynı sistem devam ediyor.
Bütün bu zamanlarda kimse onların farkında değil.
Ama bilen bilir ki aynı saatlerde memleketin dört bir bucağında, görkemli salonlarda, kentin en güzide uzmanları tarafından ‘farkındalık’ seminerleri düzenlenmektedir. Fark edeceksin, fark etmelisin… Neyi, kimi? Maden işçisini mi? Hayır. O zaten kayıtlarda yok ki, yer altında o, neyini fark edeceksin kömürcünün?…
Ölen madenciler, geride destansı hikâyeler bırakarak göçtüler, yer altı mezarlarından, yerüstündeki mezarlarına. Aralarındaki dayanışma göz yaşartıcı. Belli ki kendilerini bir aile gibi görüyorlar. ‘Güzelce ölüm’ü gösterdiler bu kömür karalı insanlar. Belki de ‘hüsnü hatime’ denilen şey budur. Ölümle boğuşurken bile namazını terk etmeyenler var içlerinde.
Sağ kurtulanları da şehrin insanları üzerinde farkındalık bilinci tesis etmeye devam ettiler. Kimisi, çizmesiyle sedyeyi kirletirim inceliğiyle yaptı bunu.
Ülkede yığınlarca insan farklı sektörlerde, asgarî ücret adı altında, karın tokluğu bile denilemeyecek bir ücret sistemiyle, Soma’da ölen işçilerin benzeri koşullarda çalışmaya devam etmektedir. Bunlar da, Soma’daki mevkidaşları misali, -Allah korusun- toplu şekilde can vermedikçe yine kimse onların farkına varmayacaktır.
Soma kömür maden ocağı, başka birçok dersler de verdi. Öncelikle şunu: iktidarda AKP gibi bir parti de olsa, 12 yıldır bir şey değişmemiş. Ölen işçiler, kendilerine mezar olan madenden ayda 250 bin ton kömür çıkartıyorlarmış. Onların kömür galerileri ile, patronlarının tower’ları, fiziki olarak ters orantılı işliyor; işçiler yerin altına indikçe, patronun 191 metre olduğu söylenen gökdeleni de o oranda göğe doğru yükseliyor!
Ortada kurulu bir düzen var ve bu düzen kolay kolay değişmiyor.
Tabi asıl, ya da tek mesele, kömür madeninin patronu değil; asıl mesele, o sistemin kendisinde. 301 işçi böyle feci şekilde can vermeseydi, Alp Gürkan ismini kamuoyu bilmeyecekti, gökdeleninden de haberdar olmayacaktı.
Şu anda bütün dünya alem, maden ocağındaki eksikleri anladı. Neden bu tür olayların en fazla Türkiye’de can kaybına yol açtığına dair hemen herkes bilgi sahibi oldu. Fakat öyle zannediyorum ki, hükümet, ilgili bakanlıklar ve ilgili-sorumlu olan bütün resmi kurumlar da birçok şeyden, halkla beraber yeni bilgi sahibi oldular.
Çalışma Bakanının, Soma’ya kaza olur olmaz gidemeyişinin haklı gerekçesi olabilir ama aynı gerekçe, bu vahim olay oluncaya kadar aynı Bakanın Soma’ya ilgisiz kalmış olmasını ‘haklı’ çıkarmaz.
Genelde Hükümet ve özelde Enerji Bakanı, önceki birçok olaya kıyasla daha aktif bir performans göstermiş olabilir. Ama bu performansı Hükümetin, üç yüz bir insan can vermeden göstermesi beklenirdi. Başbakanın, bu tür kazaların, işin fıtratında var olduğunu söylemesi ise, bir an bizlere, “takdir-i ilahi” diyerek depremin ortaya çıkarttığı birtakım hainlikleri ört-bas eden Süleyman Demirel’i hatırlattı.
Bu arada, hemen her olayı, AKP karşıtı bir siyasî fırsatçılığa dönüştürmek gibi müzmin muhaliflere; “bunlar zaten AKP seçmeniydi, layıklarını buldular” türünden sözlerle, içlerindeki kin ve nefreti dillerinden dışarı saçan kindarlara söylenecek fazla bir söz bulunmamaktadır. Orası tam da sözün bittiği yer olarak durmaktadır. Kalpleri mühürlenenlerin, azab-ı ilahîden başka mühürlerini çözecek bir faktör bulmak mümkün değildir.
Soma faciası bir de şunu hatırlattı bize: Aynı madende bir tek işçi aynı kazadan dolayı hayatını kaybetseydi, bu kadar duyarlılık meydana gelmeyecekti herhalde. Zaten bu gibi kazalar zaman zaman yaşanmaktadır. Oysa bir tek kişinin ölümü ile, 300 kişinin ölümü arasında, ‘ölüm’ olması hasebiyle bir fark yoktur. Çünkü herkes tek olarak ölmektedir sonuçta. Ayrıca ülkede her yıl mesela trafik kazasından, Soma’dakinin en az on katı insan ölmektedir fakat aynı tepki gösterilmemektedir.
Soma’da ölen insanlara Allah’tan mağfiret, yakınlarına sabr-ı cemîller niyaz ediyorum. Müslümanlar olarak biliyor ve iman ediyoruz ki, Allah’a aidiz ve yine O’na döneceğiz. Akıbetimizin hayır olmasını da O’ndan diliyoruz.