Mardin’in Midyat ilçesinde yaşayan Benyamin, Hristiyan bir aileye mensup olup yıllarca kiliseden eğitim almış nadir gençlerden biridir. Benyamin’i diğer geçlerden ayıran en büyük özelliği kendi dini kaynakları ile birlikte diğer dinlerin kaynaklarını da araştırmayı seviyor olmasıdır. Yaşamış olduğu toplumun büyük bir çoğunluğunun kendini İslam’a nispet etmesi onu, İslam dinini diğer dinlere göre daha fazla araştırmaya sevk etmiştir. İslam dini denildiği zaman akla ilk gelen Kur’an olduğu için doğal olarak araştırmalarını Kur’an üzerine yoğunlaştırmış, varmış olduğu sonuçları hem kendi hem de diğer dinlerin kaynakları ile karşılaştırmıştır. Kuran’da geçen, Allah tasavvuru, insanının tanımı, insanlığın problemlerine sunulan çözümler, bin küsur yıl önceden söylenmiş olan biyolojik, kimyasal ve astronomik gelişmeler, ayetlerin birbirleri ile olan uyumu ve tutarlılığı onu çok etkilemiş ve uzun bir araştırmadan sonra Müslüman olmaya karar vermiştir.
Benyamin’in İslam’ı araştırırken Kur’an’ı referans alması, rivayetleri, mezhepleri, tarikatları vs. Bilmemesi ya da az çok bilmesine rağmen bunların öğretilerini Kur’an süzgecinden geçirmesi onu, mevcut Müslümanlardan daha farklı düşünen bir birey olmasına sebep olmuştur.
O, Kur’an’ın pratik hali sandığı müslümanlar ile bu güzel duyguyu paylaşmayı ve kendi coğrafyasında bulunan ve Müslüman öğrencilerin eğitim gördüğü en meşhur medreseye gidip bu durumu ilan etmeye karar vermiştir. Medresenin halka açık olan sohbet gününü öğrenen Benyamin bir cuma gecesi medreseye gider. Medresede yöre halkı her hafta olduğu gibi bu gece de toplanmış Molla Faik’in nasihatlerini dinlemektedirler. Diğer insanlar gibi Benyamin de salonda kendisine bir boş yer bulur ve Molla Faik’i dinlemeye başlar. Belli bir süre geçtikten sonra sohbeti bölüp oradaki insanlara Müslüman olduğunu duyurmak istese de bu durumun uygun olmadığını düşünür ve sohbetin bitmesini bekler.
Sohbetin konusu, kıyamet alametleri olup, Molla Faik bu konu üzerinden yöre halkına nasihat etmektedir. Bu alametlerin mutlaka gerçekleşeceğini ve bazı alametlerin zuhur ettiği söylenirken Benyamin, Kur’an’a hakim olduğu halde bu konuya çok yabancı kalır. Kuran’ın hiçbir yerinde böyle bir konuyla karşılaşmadığı halde acaba araştırma yaptığım Kur’an eksik miydi diye kendi kendini sorgulamaya başlar. O, eğer araştırma yaptığı Kur’an eksik, bu konu da gerçekten Kur’an’da var ise Kur’an’ın çelişkili bir kitap olduğu kanaatine varır. Ama onun araştırma yaptığı kitap hiçbir çelişkinin olmadığı, bütün ayetlerin metin ve mana yönünden birbiriyle uyumlu olduğu ve paralellik gösterdiği bir kitaptı.
Benyam‘in ders esnasında gözlerini ve kulaklarını ders ortamından soyutlar ve bu durumu düşünür. Tam o sırada Molla Faik birden sesini yükseltip şöyle der: “Kıyamet tarihini bildiğini iddia eden kim varsa, kim olursa olsun dinden çıkar. O günü evliyalar da dahil peygamberler bile bilemez. O gün Allah’ın katındadır ve aniden gelecektir.” Benyamin bu cümlelere yabancı değildi. Ama kısa bir süre önce kıyametin büyük alametlerini dinlemişti ve İsa, Mehdi, Yecüc-Mecüc ve Deccal’in geleceğinden, kıymat günü güneşin batından doğacağından bahsedilmişti. İşte burayı anlayamıyordu.
Benyamin bu manzara karşısında kendini daha fazla tutamaz. Çünkü o hayatını tamamen değiştiren, kendisini çelişkiler dünyasından kurtarıp hakikate yönlendiren ve bütünüyle tatmin eden bir kitap ile tanıştığını sanıyordu. Bu durumu netleştirip iyi veya kötü bir sonuç almak istiyordu. Molla Faik’in dersi, Kur’an’ın çelişkiler ile dolu bir kitap olduğunu ortaya çıkarıyordu. Acaba bu alametler Kur’an’ın neresinde geçiyor diye sormaya karar verir ve elini kaldırıp molladan söz hakkı ister.
Molla: Buyur, evladım.
Benyamin: Bana söz hakkı verdiğiniz için teşekkür ediyorum. Sizin dersi başından beri dikkatli bir şekilde dinledim. Kafamı kurcalayan ve cevabını öğrenmek istediğim bir şey var.
Molla: Evet. Sor evladım.
Benyamin: Anlatmış olduğunuz Kıyamet Alametleri Kuran’ın neresinde geçiyor acaba?
Molla: Kuran’da geçmez evladım bunlar peygamberimizden rivayet edilen şeylerdir.
Bu cevap karşısında çok şaşıran Benyamin’in aklına Kuran’dan bazı ayetler gelmeye başlar. Kur’an’da hiçbir şeyin eksik bırakılmadığı, sadece Kur’an’dan hesap sorulacağını, elçilerin hüküm koymak için değil, gelen hükme uymak için gönderildikleri ve vahye aykırı bir şey söyleyemeyecekleri vs. ayetleri gereği kıyamet alametleri hiç olmazsa akaid meselesi haline getirilmemeliydi, diye düşündü. Yine bu cevap karşısında bir o kadar da rahatlamıştı, kahramanımız. Çünkü böyle bir konu Kur’an’da geçmiyordu ve Kur’an onun için hala mükemmel bir kitap olarak kalacaktı. Hatta mollanın cevabını tekrar duymak için soruyu tekrarlar. Aynı cevabı tekrardan alınca diğer sorularına geçmeye başlar.
Benyamin: Hz. Muhammed Kur’an’a aykırı şeyler söyler mi?
Molla: Hayır. Evladım. O elçidir. Kur’an’a aykırı şeyler söyler ise elçilik vasfını kaybeder.
Benyamin: Peki, sizin bahsetmiş olduğunuz konu Kur’an’a aykırı durmuyor mu?
Molla: Neresi aykırı? Sana peygamberin Kur’an’a aykırı şeyler söylemeyeceğini aksi takdirde elçilik vasfını kaybedeceğini söylemedim mi?
Benyamin: Bu durumu ben de kabul ediyorum. Ancak burada apaçık bir çelişki görüyorum. İsterseniz size ispatlayabilirim.
Molla: İspatla.
Benyamin: Tamam o zaman. Size bazı sorular daha yönelteceğim. Sorularıma cevap verirseniz doğal olarak ispatlamış olduğuma şahid olacaksınız.
Molla: Sorunu alalım o zaman.
Benyamin: Kıyametin alametleri olarak Mehdi’nin, İsa’nın, Deccal’ın, Yecüc ve Mecüc’ün geleceğinden, güneşin batıdan doğacağından vb. olaylardan bahsettiniz. O halde bu saydıklarınız gerçekleşmediği müddetçe kıyamet kopmaz. Doğru mudur?
Molla: Evet. Doğrudur.
Benyamin: Yine kıyamet tarihini bildiğini iddia eden kafir olur. Doğru mudur?
Molla: Evet evladım.
Benyamin: Sizin söylediklerinizden yola çıkarak, bugün kıyamet kopmaz dersem kafir olur muyum?
Molla: Hiç şüphesiz, olursun tabi.
Benyamin: Ama saymış olduğunuz alametler yani son saatin olmazsa olmazları hala zuhur etmemişken nasıl olur da bugün kıyamet kopabilir?
Benyamin’in bu iddiası karşısında ne diyeceğini bilemeyen molla, kendini konumu gereği cevap verme zorunluluğunda hisseder. O kadar insan karşısında ergenlikten yeni çıkmış, cahil, fıkıh-hadis-tefsir-kelam vb. İlim dallarının hiçbirini bilmeyen bu genç, onu cevapsız bırakmamalıydı. Ayağı kalktı ve yüksek bir sesle ”Görüyor musunuz şu cahili. Kiminle muhatap olduğunu bilmiyor herhalde. Sana gelince, cevabını vereceğim ama seni bir daha bu mecliste görmek istemiyorum.” der ve cevaba geçer.
Molla: Evladım, iyi dinle. Ben, bahse konu ettiğim alametler geldiğinde bizler bu alametlere illa ki şahid olacağız diye bir şey demedim. Belki de bu alametler gelmiş ama biz bu durumdan habersiz kalmışızdır.