“Her insan, bildiği kelime kadar düşünür” sözü doğru ama bu sözle kast edilen sadece kelimenin sayısı olmamalı. Öyleyse bu söz eksik kalır. Sadece kelime-i tevhitteki, besmeledeki ve Fatiha’daki Türkçe’ye geçen kelimeleri insanlara sorsanız; çoğu bu kelimeleri biliyor. Acaba öyle mi? Öyle değilse bilinen ya da bildiğimizi zannettiğimiz kelimenin doğru anlaşılması, bildiğimiz kelime sayısından daha mı önemsiz? Aynı kelime; birimizin kafasına at resmi, birimizin kafasına it resmi asıyorsa bu kelimeyi her ikimiz de bilmiş mi oluyoruz?
Anlam; sözden, davranıştan, olgudan anlaşılan; sözün, davranışın ya da olgunun zihnimize ilettiği şey. Kavram; sözün, davranışın, olgunun zihnimizde oluşturduğu soyut (mücerret) tasarım. Ancak kavram/ ıstılah; nesnelerin, olayların, olguların ya da davranışların ortak özelliklerini kapsayan bir tasarım/ tasavvur.
Aktarımlar somutta daha kolay olduğu için mecazlaştırmada somutlaştırma öne çıkar. Kavramlar soyut olduğu ve bir bakıma zihinde oluşturulduğu için kavramların eksiksiz iletilmesi zordur; anlatanın ve anlayanın seviyesi, önyargıları, zihninin nelerle dolu ya da nelerle kirlenmiş olduğu önemlidir. Örneği en genelinden seçersek; kalabalığın “din” dediği şeyle, bu kelimeyi doğru kavrayan birinin “din” dediği şey aynı kavram değildir.
Dolayısıyla da asıl manipüle ve toplum mühendisliği kavramlar üzerinden yürütülür; sürü, kavramlar üzerinden yönlendirilir. Düşünmeden yaşayan insan, “Herkes” tanrısından aldığı komuta uyar ama “Herkes” tanrısının üzerinde de bir tanrı vardır: Nimetleri elinde bulunduran, onu paylaşmak istemeyen bir azınlık. Sakın, “Sömürünün kavramlarla ne ilgisi var?” demeyin. Sömürü tam da kavramlar üzerinden yürütülür. Şimdi toplum mesela “din, Kuran, adalet, kader, maun, ilah, dua, şehit, kulluk, özgürlük, eşitlik, hürriyet, demokrasi” gibi kelimeleri (örnekleri daha da çoğaltabilirsiniz) doğru anlasaydı; sömürünün bu kadar alenen sürdürülmesi mümkün müydü? Kapitalizmin ağababalarının Ortadoğu’da bağdaştırabildiği “demokrasi ve petrol” kelimelerini, hangi babayiğit dil bilimcisi bağdaştırabilirdi?
Kelimelerdeki tarihî süreç içindeki ses değişimi; “ayak” kelimesinin “adak”, “azak” gibi kullanımından sonra “ayak” şeklinde yazılıp ve söylenmesi yani kelimelerin tabî seyri konumuzun dışında ve ayrı ve bilimsel bir inceleme konusu.
Kelimelerin, yerini başka kelimeye bırakmasında ya da sesinin değişmesinde; bazı kelimelerin bir süre yerli yersiz kullanılmasında en masum olgu “moda” diyelim. Modaya uyarak “afedersiniz”i “afedeeaarsiniz”, “geliyor”u “geliyooo” gibi kullanarak Adanalı’ya fark atmaya ve var olmaya çalışan ya da uygun kelimeyi bulamadıkça “manyak, acaaayip” gibi kelimeleri her görevde kullanan “batmayasıcalar” da asıl konumuz değil. Ama bu moda da ne hikmetse Sivas’ta, Erzurumda değil; toplumla ilgili projelerin başlatıldığı yerden başlıyor. Sayılamayacak kadar yan anlamlarla ve mecazlarla anlamını genişleten kırk kere kırk yıllık “ana” kelimesini “anne” yapan; Emiruşağılılar değil. Yüzyılın başında, Türk olmayan Türkçülerin: “Hadi İstanbul ağzını Türkçe kabul edelim ve bundan sonra “ana”ya “anne” diyelim.” dediğinde İstanbul’da kaç Türk vardı? Bizim nesil, anamızın naylonlaşacağı korkusuyla bu kelimeyi “çakma” ana gibi algıladı ve kullanmadı ama şimdi gençler Emiruşağı köyünde bile “anne” diyor. “Karındaş: kardaş: gardaş” kelimesini de Sivaslılar “kardeş”e çevirmedi.
Üzerinde asıl durmak istediğim; kavramları teammüden kirli emellerine alet edenler. Çıkarı ekseninde, kapitalin ve genel anlamda erkin temsilciliğini ve uşaklığını yürüten ve yine çıkarı ekseninde çok hızlı renk değiştirebilen bir kısım medya: “Bundan sonra ‘siyah’ yerine ‘beyaz’; ‘beyaz’ yerine de ‘siyah’ diyeceksiniz !” dese kalabalığın yüzde kaçı direnir? desem “Hoca, biraz ufak doğra!” diyebilirsiniz. Ama ben ufak doğramayıp sadece örneğimi değiştireceğim… Medya: “Bundan sonra ‘zina’ kelimesi yerine ‘arkadaşlık’ diyeceksiniz” ya da “Bundan sonra ‘fuhuş’un önüne bir perde çektim ve perdenin üzerine ‘kadına şiddet’ yazdım; siz böyle bile, böyle okuyasınız” dediğinde kalabalığın yüzde kaçı direnebildi? “Anladıysam Arap olayım” sözünün Müslümanlara yedirilmesi, bundan daha iğrenç olanı da Müslüman komutan “Kaka” adının Müslümanlarca da “pislik” kelimesi yerine kullanılması örnekleri yeter mi?
Üniversite hazırlık grubunda “Nurullah, Hayrullah” gibi kelimelerin yazımını anlatırken bazı öğrencilerin güldüğünü gördüm. Yanlarına yaklaştım ve neden güldüklerini sordum. Neden güldüklerini bilmediklerini söylediler. Ben de: “Size inanıyorum, bu kelimelerle neden alay ettiğinizi gerçekten siz de bilmiyorsunuz; ama sizi bu kelimelere gülmeniz için programlayanlar ne yaptıklarını biliyorlar” dedim. “Avret, kadın, bayan, hanım” kelimelerinden “avret” kelimesinin neden ve kim tarafından kaba/kirli sayıldığını ve topluma böyle yerleştirildiğini, “bayan” kelimesinin ince sayılmasına kimin karar verdiğini sordum.
Fıtrattan koparma projesi; sadece kavramların kirletilmesi, temizlenmesi, genişletilmesi, daraltılması ya da yer değiştirilmesi ile yapılmıyor. Herkes tanrısının üst aklı, sömürü çarkına çomak olabilecek kelimeleri, kendi çıkarı ekseninde takla attıramayacaksa kovarak ve bu çarkın dönmesini kolaylaştıracak kavramları ithal ederek de projeyi yürütüyor.
Televizyonda bir ara bir zat-ı gayrı muhtereme takıldım. Konuşması sırasında: “ ‘Fikir birliği’ varken ‘mutabakat’ da ne demek canım, ne bu Arapça hayranlığı?” diye döne döne poz veriyordu. Aradan kaç dakika geçti, bilmiyorum; aynı aydın(!) kendi aralarında bir “konsensüs”ün oluştuğundan söz ediyordu.
Bu adamların derdi yabancı asıllı kelimeler değil, hatta Arapça kelimeler de değil; Kur’an’la gelen kavramlar. Kavramı ya “şehit, kader, mevlit” kelimelerinde olduğu gibi manipüle ederek çarkı hızlandıracak şekilde kullanacaklar; bu mümkün olmayınca da kelimeyi tümden kovacaklar. Sadece kavramı mı? Tabi ki hayır. Onlar biliyor ki “hamd” kelimesi giderken; beynimizdeki, kalbimizdeki, ameldeki karşılığını da alıp gidecek.
Ya türetilen, taranarak bulunan ve ithal edilen kelimeler/kavramlar? Bunlardan bazıları gerçekten bir ihtiyaçtan doğmuştur. Türkçe “öz” kelimesinden türetilen çok güzel kelimelerimiz var. “Özgür” kendi anlamında kullanılırsa bunlardan biri. Ancak arlının anladığı özgürlükle, arsızın anladığı özgürlük arasında karlı dağlar var ve bu kelime şimdi arsızların elinde bir kılıçtan daha keskin. “Sorumluluk, iffet, emek, tefekkür, adalet” gibi kavramları imha etmekte kullanılan bir kılıç…
İthal edilen kelimelerimizin ne kadar ihtiyaçtan doğduğu konusu, geniş geniş işlenebilir. Sınır ötelerinden gelen bir eşya ya da kavram varsa bunlar tabi ki adını da alıp gelecek. Peki, “psikoloji” kelimesi dilimize girmeden psikolojisi bozulan bu kadar adam var mıydı, dersiniz? “Depresyon”un teşrifi daha da ilginç; önce ilacın mı hastalığın mı girdiği tartışmalı. (Kolestrolde önce ilacın girdiği kesin de o bizim yazının konusu değil.)
Proje sahipleri, halkın pamuklu giyecekleri ve zeytinyağını bırakmamakta direneceklerini mi anladılar? Yani yurda sokmak istedikleri pis yağları ve naylon giyecekleri satamayacaklarını… Dille, kelimelerle, kavramlarla; yetmedi türküyle başlamaları gerekiyor:
Zeytinyağlı yiyemem aman,
Basma da fistan giyemem aman.
Şalvarın yerine pantolon ise muratları;
Yol üstüne kuruvermiş ilyeni,
Ben istemem mavi şalvar giyeni,
Ben isterim setre pantol giyeni.
Antidepresan az mı satıldı? Kavramlarla başlayıp depresyonu dokuza ayırabilirler: Kış depresyonu, bulutlu hava depresyonu, Pazartesi depresyonu… Tabi ki bunların arkasından yeni emeksiz kazanç kapıları, yeni emeksiz meslekler… Ruh sağlığı bozulsun ki herkese bir psikolog, herkese bir psikiyatrist düşsün. “Herkese” dediysek bayan ve çocuklara… Babanın batmanı kaç kuruş? Hatta bayanların ve çocukların psikolojisinden de onlar sorumlu. Bu kadar özgürlüğün olduğu yerde bir de sorumlu olmalı, değil mi? “Adalet” kelimesini ya manipüle edelim, ya ortadan kaldıralım ki; bu kelime zihinlerden ya da kendi anlamından kovulsun. “Adalet” zihinlerden ya da kendi anlamından kovulsun ki; herkese bir avukat, herkese bir sigorta şirketi düşsün. Siz hiç “adalet” ve “iç barış”ı yan yana getiren bir medya gördünüz mü? Kavramlar kendi yerlerinde dursaydı, bu iki kelimenin arasına hiç nifak girer miydi?
Bence hapın yutturulmasından evvel kelimeleri ve kavramları yediriyorlar. Aç karnına hap mı yutulur?