Eylül geldi ve değişti çehresi günlerimizin. Sıcak günlerin yerini yavaş yavaş soğuklara emanet bıraktığı günlerin başlangıcı eylül. Düşen yaprakların beraberinde hüznü getirdiği ve sonbahar günlerinin rengini yeryüzüne bir kanat gibi gerdiği vakitlerin ilkidir eylül.
Eylül, sosyal hayatın doğum günlerini yüreğinde saklayarak gelir bir bir. Yeniden, yenilenerek döner insanlar hayata. Bu yeni halleri eskiyi aratır mı bilinmez! Kimileri periyodik hayırlı buluşmalarını ertelerler eylül’e. Kimileri, ‘yaz dönemi’ diyerek ara verdikleri malum muhabbetlerine, eylül’ün selamıyla tekrar başlarlar. Kimileri eylül’le mekteplerine dönerler. Hatta kimi yazarlar yeni eserlerini eylül’de yayımlatırlar.
Eylül’e dair çok şeyler söylenip, çok şeyler yazılmıştır. Ama yazılanlar ve söylenenler hiç şu bağlam oldu mu, bilemiyorum: Eylül, bu topraklarda, yeni mecraların başlangıç noktası olma niteliğini taşır. Ayrıca eylül, keskin nişancıların ve hayat karartıcıların, nice on yıllar sonra, tam on ikiden vurarak, insanların hayatlarını tersine döndürme özelliğini korur adında her sene-i devresi geldiğinde. Yaz günlerinin rehavetinin nihayete erdiği vakitlere ilk adımlar, eylülle atılır. Yeni bir sezona, yeni bir döneme girmenin ilginç ve tarifi zor hissiyatı, tüm bedeni kaplar. Yeni hesapların yapıldığı, yeni planların kurgulandığı demdir eylül. Öyle yoğun bir muhtevası vardır ki eylülün, bazen, onu ifade etmek için kelimeler kifayetsiz kalır. Kim bilir, şu an o kelime kısırlığının tam ortasındayımdır belki de!
Eylül’de gel kitap okuyalım!
Sözün burasında, güzel Müslüman yazarımız Yusuf Tosun’un Çıra Yayınları arasından Eylül 2008’de çıkan Kayıp Kuşağa Mektup isimli eserindeki Eylül’de Gel denemesine dikkat çekmek istiyorum. Eserinde, yazarımız bazen Sevgili Dost, bazen Değerli Dost, bazen Kıymetli Dost ve bazen de Aziz Dost diye hitap ederek başladığı toplam 26 mektubunda, muhatap kuşağa muhabbetlerini sunuyor. Kitabı okuyalı çok olmasına rağmen, bu bölüm aklımdaki değerli yerini koruyor. Özellikle sözkonusu yazının son bölümü, okuyucu kalbinin hızla çarpmasına vesile oluyor. Çünkü orada “eylülde gel kitap okuyalım”, diyor yazar.
Muhatabına tekrar eylülde gel altını çize çize Ali Şeriati, Seyyid Kutub, Mevdudî, Hasan El Benna okuyalım teklifinde bulunuyor. Yoldaki İşaretler’i(Seyyid Kutup), İslam’ın Elifbası’nı(Fethi Yeken), Dört Terim’i (Mevdudî) gündem ediyor. Mekke Rasullerin Yolu’nda(Ali Ünal) yürünüp Şeytan ve Dostları’na(Mehmed Alagaş) lanet etmeye çağırıyor. Sonra İslam Ekonomi Doktrinleri(Muhammed Bakır es-Sadr) oluşturmanın ve Yılların İzi’ne(Mahir İz) kulaç atmanın çarelerine bakıyor. Dullar Kampı’na(Meral Maruf) uğramayı, Afganistan’da Cihadı Kuşanmayı(Bekir Tank) salık veriyor. Gençlerle Başbaşa(Ali Fuat Başgil) vermeyi, yaratılış serüvenini Bakara Suresi’nden öğrenmeyi, sohbeti Asr suresiyle kapatmayı diliyor. Tevhid ve Şirk’in kesinlikle Salih Gürdal’dan okunmasını ve İhsan Süreyya Sırma ile Mekke ve Medine Dönemi’ne uzanılmasını düşlüyor.
Yine, eylülde gel kitap okur gibi gazete ve dergi okuyalım, diyor mektubunu yazdığı kuşağa. Hele sınav gecelerinde, sınavla alakasız kitaplar okumayı asla aksatmamayı dillendirmesi yok mu? Burada sağıma ve soluma bakınmadan, yazarın beni anlattığını anlıyorum. Hiç unutmam: üniversite günlerimizin birinde, devlet yurdunda ve aynı odada beraber kaldığımız bir kardeşim, Mustafa İslamoğlu’nun o günlerde yeni çıkan Hayatın Yeniden İnşası İçinkitabını almış ve elinde gezdirdiği halde bir türlü okumamıştı, okuyamamıştı. Geceydi ve sabaha sınav vardı. Ders çalışmaktan patlama noktasına gelen kafamı dinlendirmem gerekiyordu. Baktım garibim kitap, ortalıkta gezdiği halde bir okuyucu bulamamışlığın mahzunluğunu yaşıyordu. Yeter bu kadar çektiğin, diyerek elime alıp bitirmeden bırakmadım… Sınav sonucu ne mi oldu? İnanın hatırlamıyorum! Ama eserden aldıklarım zihnimde hala tazece duruyor öyle.
Müslümanlar, zamanlarını, zerresine kadar hayırla doldurmanın derdine ve dahi sevdasına düşerler Eylül’de.
Eylülde olmak, yenilenip de görev başına geçmek demektir. Muhtevası olabildiğince geniş olan bir zaman dilimini, kelimelerin acizliğince dillendirmek kolay olmuyor. Eylül gelince, İslam’ın aziz izini süren muhteşem yürekli gayretkeş Müslümanlar, zamanlarını, zerresine kadar hayırla doldurmanın derdine ve dahi sevdasına düşerler. Herkesin ve her sistemin bir hesabının olduğu gibi, idrak sahibi ve dava ehli Müslümanların da vahiy kaynaklı, vahiy merkezli hesapları ve projeleri vardır. Önderleri Muhammed aleyhisselam’ı, biricik örnek ve rehber olarak addedenler, onun getirdiği yolun membaı Kur’an-ı Azimüşşan’dan mülhem, kendilerine tavizsiz rotalar çizerler. Ulvi bir anlam dünyası geliştirirler. Basiret ehli ve feraset yüklü bu insanlar, her ne kadar kimi ‘çevreleri ve çerçeveleri’ endişelendirseler de, dünyanın umudu olma şerefini alınlarında, yüreklerinde ve bileklerinde taşımaktadırlar.
Eylül böyledir işte. Henüz içindeyken onu konuşalım, ondaki güzellikleri paylaşalım ve dostlarımızla kaynaşalım istedik bu sözlerimizle. Eylül’ün getirdikleri de var, elbette götürdükleri de. Gelmesiyle bizde bıraktığı hoşnutluk, götürdüklerini sözkonusu ettirmiyor. Eylül güzel başlar ve güzel giderse, bütün sezon bereketli geçecek demektir.
FATİH PALA
Eylül 2013 – KAYSERİ