“Hayat Eve Sığar”la başlayan en son üniversiteli gençlerin ev ve yurt ihtiyaçları ile yoğun bir gündem oluşturan ev gerçeğimizle yeniden yüzleşmeye adeta mecbur kaldık…
Kısıtlanmış pandemi günlerinde evi yakından tanıdık, yeniden keşfetmeye çalıştık…
Gördük ki, ev olduğu yerde durmuyor, olduğu gibi kalmıyor… Ev değişiyor, dönüşüyor… Evin ruhu, rayihası gidiyor. Çok katlı evlerin kasveti büyüyor…
Evlerimizin metrekareleri büyüse de ruhumuz daralıyor, kalbimiz sıkışıyor… Kendimizi dışarı atmak istiyoruz… Dışarının çekim gücüne karşı koyamıyoruz… İçeri içimizi ısıtmıyor… Gönle huzur vermiyor… Gözümüz dışarda… İçeri – dışarı dengesini bir türlü kuramadık…
Evin dışında oyalanarak eve ne kadar sahip çıkabiliriz?
Bu saatten sonra eve dönmek mümkün mü?
Çünkü evde iken bile dışardayız, uzağız… Evlerimizde ‘’uzaktaki’’ ile birlikte yaşıyoruz… İçindekileri ihmal ediyoruz…
Evdeki halet-i ruhiyemiz nedir?
Evde mukim miyiz, mahkûm muyuz? Ev mi, cezaevi mi belli değil…
Şunu bilmeliyiz, evi muhkem kılan, evde mukim olanların muttaki oluş ve duruşlarıdır…
Takva temelli inşa edilmeyen evler her türlü deprem ve depresyona dayanıksızdır…
Her türlü kaos, kâbus ve krize karşı tercih edeceğimiz konutların sigortası kulluk ve kardeşlik bilinci olmalıdır… Çünkü konforlu yaşamların arkasında saklı duran kof hayatlar, kokuşan ilişkilerdir… Güvenlikli sitelerde, güvenliksiz ve huzursuzluk had safhada…
Tüketim toplumu önce evi ve aileyi tüketti… ‘’İdeallerimizde ki ev’’ mitiyle hiçbir evi beğenmez olduk… Kredi kartları toplumunda neredeyse tüm evler ipotek altında…
Helal kazanç ile alınıp alınmadığı, eve giren kazancın helal olup olmadığı çokta kimseyi ilgilendirmiyor… Kiracı kalmamak adına her şeyi kanıksadık…
İnancımızı önce ikametgâhımızda ikame etmemiz gerekirken ihmal ettik… Şimdide ifsadın önüne geçemiyoruz…
Evin halleri değişti…
Harama açık hanelerde haya, huzur kalmıyor… Mahremiyetler zedeleniyor… Maneviyat bozuluyor… Merhamet azalıyor… Artık ev bizi sarmıyor… Kaybettiğimiz huzuru dışarıda arıyoruz… Nasreddin Hoca’nın yüzüğü misali… Evi kaybedince bizde kaybolduk…
Kentlileşen köylülerin sosyolojisinde ‘’ev’’ deki evrim oldukça hızlı… Kentsel dönüşüm sadece mahalleye değil eve de kastetti… Dedeleri gecekondularda hayata tutunurken şimdilerde torunları plazalara taşınmış durumlarda…
Çok katlı apartmanlarda her bir daire neredeyse bir gayya kuyusu gibi… Diğer tarafta dijital dünyanın göçebesi olmuş bir kuşakla karşı karşıyayız…
Mega kentlerde melankolik kitleler…
Evet, sosyolojik olmaktan öte ontolojik kabuğumuzun parçası olan evlerimiz delik deşik…
Peki, bu durumda ne yapmalı?
Önce evden başlamalıyız… Islah, imar ve inşa için…
Ev önce gönülde inşa edilir…
Ev tasavvur ve tasarımını müteal olandan hareketle netleştirmeliyiz…
Kalıcı cennet konutlarını önceleyerek, geçici dünya konutlarındaki çürümenin önüne geçebiliriz…
Yeryüzünün en sade evi olan ‘’İlk Ev’’ den Beytullah/Allah’ın Evinden ilham alarak evlerimizdeki savrulmayı durdurabiliriz…
Kıble ayarlı evlerle kurtuluşa erebiliriz…
Bunca tufan ve tuğyan arasında Hz. Nuh(as)’un gemisi misali sığınak, barınak, korunak, ocak olacak evler lazım…
Ev varlığımızın ‘’ilk evreni’’dir…
Bir nebze ibret için, mazlum coğrafyalarımızdaki mülteci kamplarındaki milyonlarca muhacir, mülteci ve mazlum kardeşlerimize bir gün de olsa misafir olmalıyız… Yurtsuzluk ve yuvasızlığın ne anlama geldiğini belki o zaman daha iyi anlayabiliriz…
Modernizmin evsizliğinden Allah’a sığınırız…
Şimdi Hz. Asiye’nin duasına iştirak etme vaktidir…
‘’O (Asiye): Rabbim! Bana katında cennette bir ev yap; beni Firavundan ve onun(kötü) işinden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar, demişti.’’ (Tahrim,11)
Milat / Ramazan Kayan