فَلَا تُعْجِبْكَ اَمْوَالُهُمْ وَلَٓا اَوْلَادُهُمْؕ اِنَّمَا يُرٖيدُ اللّٰهُ لِيُعَذِّبَهُمْ بِهَا فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَتَزْهَقَ اَنْفُسُهُمْ وَهُمْ كَافِرُونَ
Onların malları ve çocukları seni imrendirmesin. Çünkü Allah bunlarla ancak dünya hayatında onların azaplarını çoğaltmayı ve onları kâfir olarak canlarının çıkmasını istiyor.
Tevbe/55
Kuran’ı Kerim insanın nereden gelip nereye gittiğini ve bu dünyadaki ilgi ve zaaflarının onu nasıl etkilediğini çok veciz ifadelerle açıklamaktadır. Devamında da sonucun cehennemde son bulacağını birçok yerde ifade etmiştir. Ama Müslümanlar bu ayetleri okurken içindeki püf noktayı anlayamazlarsa, işte o zaman İslam toplumunda değişim başlar ve sonları kâfirler gibi olur.
Sözlükte “kişinin veya toplumun sahip olduğu eşya, para ve diğer şeyler, rızık” gibi anlamlara gelen mal; fıkıh terimi olarak, mutad (alışılmış) bir şekilde edinilmesi ve faydalanılması mümkün olan her şeydir. Mal kavramını açıklarken, Müslüman bireyin dikkatini çekmesi gereken kelime MUTAD kelimesidir. Mutad kelimesinin Türkçe karşılığı ‘alışılmış’ anlamına gelmektedir. Yani kişi alışkanlıklarını ne tarafa doğru değiştiriyorsa, sonunu da o tarafa doğru hazırlamaya başlamaktadır. Alışageldiğimiz günlük davranışlarımızın hayr yönde veya şer yönde oluşu, edindiğimiz mal ve evladın da hayr veya şer yönde olmasını sağlamaktadır. Çünkü günlük hayattaki alışkanlıklarımız amellerimizi oluşturmaktadır. Müslüman; Rabbimizin Kitabında da belirttiği üzere(Ankebut/62, Sebe/36-39, Zümer/52, Şura/12) Allah’ın rızka kefil olduğunu, dilediğine rızkı bol ve ölçülü verdiğini unutmayandır. “Allah kullarına rızkı bol bol verseydi, elbette yeryüzünde taşkınlık ederlerdi; Bu sebeple O, rızkı dilediği ölçüde indirir. Şüphesiz O, kullarının bütün hallerini çok iyi bilmekte ve onları hakkiyle görmektedir(Şura/ 27)” ayetiyle Rabbimiz, neden herkese eşit oranda rızık vermediğini anlayıp düşünmemizi isterken; “Ve ona hiç beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah’a dayanıp güvenirse Allah ona yeter. Şüphesiz Allah dilediği şeyi sonuca ulaştırır. Allah her şey için bir ölçü koymuştur(Talak/3)” derken de, insanın Rabbine bu konuda teslim olmasını beklemektedir.
Ali İmran Suresi 14. Ayetinde; “Kadınlara, oğullara, yüklerle altın ve gümüş yığınlarına, iyi cins salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere olan düşkünlük isteği insanlara câzip gösterildi. Bunlar, dünya hayatının geçici birer metâından ibarettir. Asıl varılacak güzel yer, Allah yanındadır.” şeklindeki ifade ile; insanın fıtratına neyin güzel gösterildiği açıklanmakta ve bu cazibeye karşı dikkatli olunması gerektiği konusunda insan uyarılmaktadır. “Mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan vesilesidir. Allah’ın sevgi ve taatini mal ve evlat sevgisine tercih edenleri Allah katında büyük bir mükâfat beklemektedir(Tegabün/15).” ayeti, büyük mükâfatın ALLAH katında olduğunu bildirmektedir. Bu satırları okurken şöyle bir kendi nefsimize sorduğumuzda, evlat sevgisinin/düşkünlüğünün “ta ciğerden” hissedilen bir duygu olduğunu inkâr edemediğimizi görürüz. Ama Müslüman olmak aslında tam da burada başlamaktadır. Müslüman duygularıyla, zevkleriyle, istekleriyle değil; ALLAH’ın koyduğu hudut ve sınırlarla hayatının çizgisini çizebilmelidir. Bunun için Rabbimiz, kâfirlerde bulunan mallara ve evlatlara imrenerek bakmamamız gerektiği konusunda Müslümanları uyarmaktadır.
Aliya İzzetbeğoviç ‘Hayat, inanalar ve salih amel işleyenler dışında hiç kimsenin kazanamadığı bir oyundur’ diyerek, dünya hayatının bir oyun ve eğlenceden başka (Enam/ 32) bir şey olmadığını hiçbir zaman aklımızdan çıkarmadan nefes alıp vermemiz gerektiğini, Müslümanın farklı heva ve imrenmelerin arasında kalmaması gerektiğini ifade ediyor aslında.
Rabbimiz, “Sabah akşam Rablerinin rızâsını dileyerek O’na dua ve ibâdet edenlerle beraber olmak için elinden gelen çabayı göster. Dünya hayatının çekiciliğine meylederek gözlerini onlardan çevirme! Bizi anmaktan kalbini gafil kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme! (Kehf /28)” diyerek; dünya süslerinin Allah’ı anmaktan uzaklaştırdığını, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşanmamasını, dünya hayatının oyun ve eğlenceden/boş işlerden yüz çevirerek yaşanmasını ve hesap gününe hazırlık yapılmasını istiyor.
Bu ayetler ışığında günümüz Müslümanlarının yaşamsal alışkanlıklarına baktığımızda, toplumun büyük çoğunluğunun –maalesef- mallarının azlığı konusunda kaygılandığını, evlatlarının gelecekteki rızıklarını dert edinmekten kendilerini alamayıp Müslümana yakışmayacak makam ve mevkileri tereddütsüzce (sorgulamadan) istediklerini ve bunlar için gayret edip dua ettiklerini izlemekteyiz. Haksız yere kazanılan ticaret malları, işçilere verilmeyen haklar, FAİZLİ kredi çekilerek büyütülen işler/evler/arabalar; modern hayatta sanki şartmış gibi, olmazsa olmazmış gibi veya insanoğlunun ihtiyacıymış gibi içimize işleyerek normalleşmiş bulunmaktadır. Çocuklarımızın hangi işi nasıl ve ne şartlarda yapacağına bakmadan -yeter ki güvenceli bir iş kapısı olsun diyerek- çabalamakta ve bu uğurda kural tanımamaktayız. Allah’ın rızka kefil olduğunu ve kazanmak istediğimiz o dünya nimetlerinin cehennemde bizim alevimizi arttırabileceğini unutmamalıyız.
“Kãrûn, Mûsâ’nın kavmindendi. Fakat Firavun’la işbirliği yaparak onlara zâlimce davranıyordu. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, sadece anahtarlarını taşımak bile güçlü kuvvetli bir cemaate zor geliyordu. Kavmi kendisini şöyle ikaz ediyordu: “Şımarma! Şüphesiz Allah şımaranları sevmez! (Kasas/76)” Müslüman zenginlik ve evlat isterken kendisi için hayırlısı kadarını ve ölçülü istemeyi öğrenmeli, Karunların zenginliklerine imrenmemeyi ilke edinmeli, çok evlat sahibi olmakla hayırlı evlat sahibi olmanın arasındaki farkı bilmeli ve buna iman etmelidir. Karun kadar da Hz. Süleyman kadar da zengin olsa, hesap gününün çok yakın olduğunu unutmamalıdır.