Kardeşlereli Derneği’nin her ay düzenlediği seminerlerin Mart ayı konuğu Hamza Er idi.
“Toplumsal Dönüşümde Kur’an Ahlakının Rolü” Konulu bir sunum yapan Hamza Er çok önemli konulara temas etti.
Sayın Hamza Er’in sunumunun metnini ve ilgili fotoğrafları sizlerle paylaşıyoruz.
Hamza Er’in sunumunun metni:
Edremit Kardeşlereli Derneği’nin 2013-2014 eğitim programları kapsamında aylık olarak düzenlediği seminerlerin bu ayki konuşmacısı Yazar Hamza Er’di. Hamza Er “Toplumsal Dönüşümde Kur’an Ahlakının Rolü” başlıklı konuşmasında “Tevhid ve Ahlâk” ilişkisine değindi.
Kardeşlereli Derneği’nden Yakup Döğer’in selamlama konuşması ile başlayan programda, Ahmet Durkutlu’nun Kur’anı Kerim tilaveti ve Harun Bayrak’ın okunan Kur’anın mealini okumasıyla kürsüye sayın Hamza Er davet edildi.
Müslümanlar olarak hem yüreklere hem de yeryüzüne hükmedebilme vasfının yitirildiğine vurgu yaparak konuşmasına başlayan Hamza Er, bunun ana sebebinin Tevhid Ahlâkından yoksunluk olduğunu belirtti.
Hamza Er, yeryüzünü tevhid harcı ile imar etmesi gereken Mü’minlerin, büyük mescid olan yeryüzünü sadece Allah’a secde edilen mekân haline getirebilme mücadelelerine tekrar başlayabilmeleri için öncelikle bireysel ahlakı her koşulda kuşanmaları, devamında aile, camia, toplum basamaklarını birer birer çıkmaya niyet etmeleri gerektiğinin altını çizdi.
“Bu erdemli yola çıkıldığında, elimizden giden güç ve imkânların ve örnek Müslüman kardeşler olamadığımızın sebebi anlaşılacak, Allah(c)’ tarafından yasaklanan en temel kötü huy ve davranışların adeta bir hastalık gibi bizleri kuşattığı gerçeği açıkça görülecektir” diyen Er, gerek gözlem, gerekse yaşanan tecrübeler neticesinde, yüksek idealler ve söylemlerle yola çıkmış Müslümanların ihmal ve ihlal ettikleri bir alan olduğu kanaatinden ötürü “Kur’an Ahlâkı” konusu üzerine düşünmeye başladığını söyledi.
Hamza Er daha sonra Ahlâkın tanımı üzerinde durdu:
Ahlâkı, “insanın bir amaca yönelik olarak kendi arzusu ile iyi davranışlarda bulunup kötülüklerden uzak olmasıdır” şeklinde tanımlayan Hamza Er, Kur’an Ahlakının, sınırları Kur’an’la çizilen, insanların iyiliğini ve mutluluğunu hedef alan, hayata geçirilmesi ile kazanılan iyi ve güzel davranışlar bütünü olduğunu belirtti.
Ahlâki ölçü ve değerlerin ilahi olan bilgiyle belirlendiğinde yüce bir ahlâka sahip olunabileceğini ifade eden Hamza Er, “insan Kur’an’a göre takva ve fücur dengesi üzerindedir. Hem takvaya, hem de fücura gidebilme eğilimi içerisindedir. Bunun için ahlaki ölçeklere ihtiyacı vardır. Kur’an (ilahi kitaplar) öncelikle bu ihtiyaca cevap vermektedir.” diyerek Şems suresi ayetlerini okudu.
“Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve takvayı (ondan sakınmayı) ilham edene (andolsun). Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur. Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır. (91/Şems 8,9,10)
Allah’ın yegane Râb, yani terbiye eden, insanın nasıl en iyi terbiye edileceğini, terbiyenin kural ve kaidelerini en iyi bilen olduğuna vurgu yapan Er, “O yaratandır ve yarattıklarını en iyi de o bilir. Ahlaki değerler ve tavır, hiçbir koşul ve şartta değişemez, değişmemelidir. Kişi, sınıf, ırk ayırt edemez, etmemelidir.” dedi.
Konuşmasının bu bölümünü, Ahlâkın Kur’an’daki kullanım şekline ayıran Hamza Er şunları söyledi:
“Ahlak, Hûlk – Hûluk kelimesinin çoğuludur. Hûlk – Hûluk ise davranış biçimi, huy, âdet, din, tabiat ve gelenek anlamlarına gelir. Bu kelime ilk defa Kalem Sûresinde, Hz. Muhammed’in davranış biçimini övmek üzere kullanılmıştır.
Ahlak, değer yüklenmiş eylemdir. Yani eylemin olumlu ya da olumsuz olduğuna ilişkin bir yargıdır. Bunun için dini ve dünyevi, farklı ahlak anlayışları vardır. Önemli olan yalnızca ahlaka sahip olmak değil, “yüksek ahlaka” malik olmaktır.
Şüphesiz bu yüksek ahlak, Kur’an’ın işaretleyip pekiştirdiği ahlaktır. İnsan için önemli olan nasıl olursa olsun ahlak sahibi olmak değil, Kur’an’i bir ahlak sahibi olmaktır.
‘Rabbimiz herşeye biçimini veren, herşeyi yaratıp sonra onu yaratıldığı amaca yönlendiren (Hilkâtını veren) Allah’tır.’ (20Tâhâ 50) ayetiyle görüldüğü üzere Hilkât, Fıtrattır. Ahlak, Allah’ın yaratılıştan uygun gördüğü davranışlar, tercihlerdir. İnsan aslen temiz bir yaratılışa sahiptir. Sonra kötüleşir, fıska, günaha dalar.”
“İnsanın bütün tutum ve davranışlarını içeren geniş ve yaygın ahlâk temeli ve bu ahlâk temelinin özüyle irtibatlı oluşu, bu dinin en belirgin özelliklerinden biridir. Bu ahlâk temeli ile “La ilahe illallah” şehadet cümlesi arasında sıkı bir bağ vardır. Ahlâk, “La ilahe illallah” inancından, imandan asla kopuk değildir.” diyen Er, Ahlâkın bu yönünü şu ayetlerle izah etmeye çalıştı:
“Peki, sana Rabbinden indirilenin gerçekten hak olduğunu bilen kişi, o görmeyen (a’ma) gibi midir? Ancak temiz akıl sahipleri öğüt alıp-düşünebilirler. Onlar Allah’ın ahdini yerine getirirler ve verdikleri kesin sözü (misakı) bozmazlar. Ve onlar Allah’ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi ulaştırırlar. Rablerinden içleri saygı ile titrer, kötü hesaptan korkarlar. Ve onlar-Rablerinin yüzünü (hoşnutluğunu) isteyerek sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak ederler ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte onlar, bu yurdun (dünyanın güzel) sonucu (ahiret mutluluğu) onlar içindir. Onlar, Adn cennetlerine girerler. Babalarından, eşlerinden ve soylarından ‘salih davranışlarda’ bulunanlar da (Adn cennetlerine girer). Melekler onlara her bir kapıdan girip (şöyle derler: “Sabrettiğinize karşılık selam size. (Dünya) Yurdun(un) sonu ne güzel.” Allah’a verdikleri sözü, onu kesin olarak onayladıktan sonra bozanlar, Allah’ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi kesip-koparanlar ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar; işte onlar, lanet onlar içindir ve yurdun kötü olanı da onlar içindir. (13/Rad 19…25)
Hamza Er, “görüldüğü üzere bu ayetlerde belirtilen ahlâk unsurlarını benimsemek, Allah(c) tarafından Hz.Peygamber’e indirilen mesajların gerçek olduğuna inanmış olmanın gereğidir. Yani tüm bu davranışlar “La ilahe illallah Muhammedun Rasulullah” ilkesinin doğal bir uzantısıdır.” dedi.
Konuşmasında güncel zaaf ve sorunlarımız üzerinde de duran Hamza Er’in şu tespitleri ön plana çıktı:
*‘Din’, ‘Tevhid’ söylemi siyasi söylemlere hapsedilmiş ve adeta bir ideoloji haline getirilmiştir.
* İdeoloji haline gelen, getirilen ‘Tevhid’ inancı olunca bunun müntesipleri de birer ideolog bakışına sahip olmuşlardır. Bu bakış ise kuru, donuk, dönüştürücü etkisini kaybeden kimlikler oluşturmuştur.
*‘Tağut’un analizi, reddi, İslami devletin ilkeleri ve biçimi, Allah’ın hükmü ve adaleti’ gibi fikir ve söylemlere sahip Müslümanlar, bu doğru ve haklı tanımlamalarının bireye, aileye, cemaate dönük yapısını oluşturmaktan mahrum kaldıklarından, en yakınlarını bile değiştiremeyen fikir adamları, entelektüeller olmanın ötesine geçememişlerdir.
* Bu konumdaki Müslümanlar maalesef takip edilmeyi hak eden örneklikler gösterememiş, yazı ve konuşmalarının tesir edebileceği “Kur’an Ahlâkına” sahip muvahhider olabilmeyi başaramamışlardır.
* ‘Hüküm’, ‘Adalet’ gibi değerler, ne zaman inşa edileceğinin bilinmediği İslami bir devlet dönemine indirgenmiştir. Farkında olmadan bu hakikatler ertelenmekte, romantik devrim kurgularıyla soyut bir biçim yansıtılmaktadır.
* Sormak gerekir, “Hüküm Allah’ındır” ne demektir? İslam’ın Adaleti, Tevhidi Adalet sadece İslami devlet başkanının halkına veya kâdı’nın mahkemede sanıklara davranış biçimiyle mi ilgilidir? Hüküm Allah’ındır ayetine göre Allah’ın biz Mü’minlerden istediği hükümlerle muhatap olma ve kuşanma zamanı ne zamandır?
*‘Ticarette, kıyafette, merhamette, soframızda, insani ilişkilerimizde, ailemizde, cemaatimizde,’ hüküm ne zaman Allah’a ait kılınacaktır, ne beklenmektedir? Yoksa ‘Hüküm Allah’ındır’ denilirken sadece hukuka dönük uygulamalar mı kastedilmektedir… (Kısas, hırsızlık, zina cezaları gibi…)
* ‘Eminlik, adalet, sadakat, fedakârlık, hüsn-i zan, kardeşlik, tevazu, paylaşım, isâr’ gibi hükümler şu an tabi olmamız için bizleri beklemektedir. ‘Gıybet, kıskançlık, hased, kardeşini rakip görme, hırs, riya, cimrilik, kusur araştırma ve yayma’ gibi olumsuz davranışlarda terk edilmeleri için Rabbimiz tarafından bizlere hatırlatılmıştır. Tüm bu ahlâki unsurlar, La İlahe illallah akidesinin kopmaz bir parçası olarak her koşulda, her çağda, her zaman diliminde, her türlü yönetim biçimleri altında
Mü’minliğimizin bir gereği, imtihanımızın sebebi olarak karşımızda durmaktadır.
* Bu gün İslam’ı ahlâki gömleğinden soyarak ideoloji haline getiren, kendileri de birer ideolog pozisyonunda olan Müslümanlar ilginç bir Lâiklik çizgisine yaklaştıklarını fark edemiyorlar. Lâiklik,‘dinin devlete, yönetime karışmamasıdır.’ Bugün gelinen nokta da ise ‘Din, devlet olmadan bana karışamaz’ anlayışının pratik yansımalarına şahit olunmaktadır. Bu tehlike bir an önce görülmeli değil midir?
* Sormak gerekir Resulullah(s) ilk nesli nasıl eğitti, hangi değerlerle donattı… Elinde sadece sınırlı sayıda bazı ayet sayfaları olan Resulullah(s)’ın Dar’ul erkam’daki eğitim programında neler vardı? O eşsiz nesil bu seçkin hale nasıl geldi, hiç düşünmeyecek miyiz?
* Örnek Kur’an nesli kimdi, hangi özelliklere sahipti? Bunun üzerinde düşünmeye başladığımızda Cafer(ra)’ın Necaşiye dönük sözleri bizlere ışık tutmaya yetecektir.
* Cafer(ra) Habeşistan Kralı Necaşi’nin huzurunda ilk neslin Tevhid bilincini ifade etmemize katkı sağlayan şu sözleri belirtmiştir: “Ey hükümdar, biz cahiliyet üzere olan bir kavimdik, putlara tapardık, leş yerdik, fuhuş işlerdik, akrabalara küserdik, komşuluk hakkını gözetmezdik, zayıf güçlünün esiriydi. Biz bu hal üzere iken Allah içimizden birini peygamber olarak gönderdi.Nesebi ve asaleti, sadakat ve emaneti, şeref ve namus karlığı hepimizce bilinmektedir.
-O bizi bir Allaha ibadet etmeye davet diyor. Atalarımızın tapa geldikleri putları, ağaç ve taş parçalarını terk etmemizi söylüyor.
-Bize doğru söylemeyi,
-emanete ve akrabalık bağına riayet etmeyi,
-komşularla güzel geçinmeyi,
-haramdan ve kan dökmekten sakınmayı bildiriyor.
– Fuhuştan,
– yalandan,
-yetim malı yemekten,
– namuslu kadınlara iftira etmekten,
– gıybetten alıkoyuyor.
– Allaha ibadet edip ona hiçbir şekilde ortak koşmamayı emrediyor.
– Namazı,
– sadaka ve ihsana, oruca davet diyor.
-Bizde ona inandık, getirdiği dine tabi olduk.
-Allah tarafından getirdiklerini tasdik ettik.
-Onun emrettiği şekilde ibadet ettik.
-Onun haram dediğini haram bildik, helal dediğini helal tanıdık.
* Bu örnekten, önce yürekleri, sonra toprakları fetheden o seçkin neslin özellikleri açıkça görülmekte, en temel ahlaki değerlere sahip olmanın İslami kimliğin özü olduğu, gerçek bir inkılabın da ancak böyle bir nesil tarafından gerçekleştirilebileceği ortaya çıkmaktadır.
Hamza Er konuşmasına, “ideologların dünyayı değiştirme gücüne sahip olmadıklarını unutmamalı, yaşayan, amel eden, ışığı, nuru, topluma yansıyan şahsiyetler olabilmeliyiz; ancak bu şekilde yitirdiğimiz umudun yeniden parlayabileceğini de görebilmeliyiz” sözleriyle son verdi.
Program dinleyenlerin katkı ve sorularıyla zenginleşmiş bir hale gelerek sonlandı.