“Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme! Çünkü sen asla yeri yaramazsın ve boyca da dağlara erişemezsin.” (17/37)
İnsanın kalbinde imtihana tabi tutulduğu en önemli duygulardan birisi kendini beğenme ve kibirlenme duygusudur. İblis’in lanetlenmesiyle sonuçlanan süreç nefsinde bu imtihanı kaybetmesi ile başlamıştı.
[1] Bu duygular Allah’ın sevmediği duygulardandır.
Allah’a ibadet edin ve O’na hiç bir şeyi ortak koşmayın. Anne-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve sağ ellerinizin malik olduklarına güzellikle davranın. Çünkü Allah, kendini beğenmiş çok övünen hiçbir kimseyi sevmez. (İnnallâhe lâ yuhibbu men kâne muhtâlen fehûrâ) (4/36)
Öyle ki, elinizden çıkana karşı üzüntü duymayasınız ve size (Allah’ın) verdikleri dolayısıyla sevinip şımarmayasınız. Allah, kendini beğenmiş çok övünen hiçbir kimseyi sevmez.(vallâhu lâ yuhibbu kulle muhtâlin fehûr) (57/23)
“İnsanlara yanağını çevirip (büyüklenme) ve böbürlenmiş olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, kendini beğenmiş çok övünen hiçbir kimseyi sevmez.”(innellâhe lâ yuhibbu kulle muhtâlin fehûr)(31/18)
„Hem o kıyamet günü görürsün ki, Allah’a karşı yalan söyleyenlerin yüzleri kararmıştır. Kibirlenenlerin yeri cehennem değil mi?(eleyse fî cehenneme mesven lil mutekebbirîn)“ (39/60)
Fakat nefsimize fücur ilham edildiğinden bu duyguların sık sık tetiklendiği durumlar da olmaktadır. İşte bu durumlara ve vesilelere karşı kendi bilincimizi keskinleştirmek durumundayız ki, böyle duygular kalbimizde nüksetmesin.
Kibir büyüklenme hissidir, kendini olduğundan fazla büyük görmek, kendimizi herhangi bir özelliğimizden dolayı diğer insanlardan daha üstün görmektir. Kibir üstünlük kompleksine kapılmaktır. Kibir duygusunun sadece kişinin kendi iç dünyasıyla sınırlı kalmayıp başka insanları küçük ve hor görme yönü de vardır.
Yukarıdaki ayetlerde ‘muhtalin fehura (fahirlenme)’ olarak geçen ‘kendini beğenme/böbürlenme/övünme’ duygusu herhangi bir maddi-manevi iyi özelliğimizden dolayı kendi içimize yönelik gerçekleştirilen bir beğenme duygusudur.
Gurur duygusu bu bağlamda her iki duyguyla bağlantılı bir başka duygudur. Gurur duygusu ilkel bir duygudur. Kişi gururlandığı zaman bu duyguya objektif olarak bir dönüp baksın, asil bir yön keşfedecek mi yoksa bu duygudan tiksinecek midir? Gururlanmak bir mümine yakışmayan bir duygudur. Başarılarımızla gururlanmaz, onurlanırız, seviniriz, mutluluk duyarız, Rabbimize şükrederiz. Bu duygular (onur, sevinç, mutluluk, şükür) bize yetmez midir?
1. Sebepleri
Kibir ve kendini beğenme hastalığının sebeplerini ve bu sebepleri ortadan kaldıracak çareleri bilmeden bu duygulardan arınamayız.
Bir bilgisayar tuşuna basılınca ekranda o harfin görünmesi gibi, nefsimizdeki kibir tuşuna basılınca kalbimizdeki ekranda o çirkin görüntü/duygu meydana gelmektedir.
İnsan kendisini bilgi, güç, zenginlik, güzellik, başarı, yetenek, toplumsal statü, makam-mevki, soy gibi özelliklerden dolayı beğenmekte ve başkalarından üstün görmektedir, bunun neticesinde büyüklenmektedir. Üstünlüğü takvada değil sahip olduğu bu değerlerde aramaktadır.
Halbuki başarı ve üstün özelliklerin hepsi Allah’tandır. Örnek olarak Kuran bize Karun kıssasını anlatır:
Gerçek şu ki, Karun, Musa’nın kavmindendi, ancak onlara karşı azgınlaştı. Biz, ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarları, birlikte (taşımaya) davranan güçlü bir topluluğa ağır geliyordu. Hani kavmi ona demişti ki: “Şımararak sevinme, çünkü Allah, şımararak sevince kapılanları sevmez.”(lâ tefrah innallâhe lâ yuhıbbul ferihîn) “Allah’ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünyadan da kendi payını (nasibini) unutma. Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah, bozgunculuk yapanları sevmez.” Dedi ki: “Bu, bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir.” Bilmez mi ki gerçekten Allah, kendisinden önceki nesillerden kuvvet bakımından kendisinden daha güçlü ve insan sayısı bakımından daha çok olan kimseleri yıkıma uğratmıştır. Suçlu günahkârlardan kendi günahları sorulmaz.(28/76-78)
Şu ayetlerde de bu hastalığın sebepleri dile getirilmektedir:
İnsana bir zarar dokunduğu zaman, bize dua eder; sonra tarafımızdan ona bir nimet ihsan ettiğimizde, der ki: “Bu, bana ancak bir bilgi(m) dolayısıyla verildi.” Hayır; bu bir fitne (kendisini bir deneme)dir. Ancak çoğu bilmiyorlar.(39/49)
Resulleri kendilerine apaçık belgeler getirdiği zaman, onlar, yanlarında olan ilimden dolayı sevinip böbürlendiler de (ferihû bimâ indehum minel ilmi), kendisini alay konusu edindikleri şey, onları sarıp kuşatıverdi.(40/83)
Allah, kendisine mülk(hükümranlık) verdi diye Rabbi konusunda İbrahim’le tartışmaya gireni görmedin mi? Hani İbrahim: ‘Benim Rabbim diriltir ve öldürür’ demişti; o da: ‘Ben de öldürür ve diriltirim’ demişti. (O zaman) İbrahim: ‘Şüphe yok, Allah güneşi doğudan getirir, (hadi) sen de onu batıdan getir’ deyince, o inkârcı böylece afallayıp kalmıştı. Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.(2/258)
Onlara iki adamın örneğini ver; onlardan birine iki üzüm bağı verdik ve ikisini hurmalıklarla donattık, ikisinin arasında da ekinler bitirmiştik. İki bağ da yemişlerini vermiş, ondan (verim bakımından) hiçbir şeyi noksan bırakmamış ve aralarında bir ırmak fışkırtmıştık. (İkisinden) Birinin başka ürün (veren yer)leri de vardı. Böylelikle onunla konuşurken arkadaşına dedi ki: “Ben, mal bakımından senden daha zenginim, insan sayısı bakımından da daha güçlüyüm.”(18/32-34)
Gerçek şu ki, Biz o bahçe sahiplerine bela verdiğimiz gibi, bunlara da bela verdik. Hani onlar, sabah vakti (erkenden ve kimseye haber vermeden) onu (bahçeyi) mutlaka devşireceklerine dair and içmişlerdi. (Bu konuda) Hiçbir istisna yapmıyorlardı. Fakat onlar, uyuyorlarken, Rabbin tarafından dolaşıp-gelen bir bela’ onun üstünü sarıp-kuşatıverdi… (İçlerinde) Mutedil olan biri dedi ki: “Ben size dememiş miydim? (Allah’ı) Tesbih edip yüceltmeniz gerekmez miydi?”Dediler ki: “Rabbimiz Seni tesbih eder, yüceltiriz; gerçekten bizler zalim imişiz.”(68/17-19,28,29)
2. Kibrin ve kendini beğenmenin ilacı
Kibir ve kendini beğenmek nefsin bir arzusu olduğundan dolayı yapılması gereken bu tür haram olan arzulardan nefsimizinehyetmektir. Göz harama bakınca nasıl bir tat alıyorsa ve bu haram kılınmışsa, kibir ve kendini beğenmenin verdiği tadı tatmak da haram kılınmıştır:
Kim Rabbinin makamından korkar ve nefsi heva (istek ve tutkular)dan sakındırırsa (ve nehen nefse anil hevâ), artık şüphesiz cennet, (onun için) bir barınma yeridir.(79/40-41)
1) İçimizde oluşan bir duygunun nefis kaynaklı olduğunu bilmek bize o duygu ile aramıza mesafe koyma kolaylığını temin eder. Kendimizi bu duyguya kaptırmama konusunda ek bir motivasyon sağlar. Çünkü biz biliyoruz ki, nefis sürekli kötülüğü emretmektedir. Bu duygu da nefisten kaynaklandığına göre ona sahip çıkmak, o duyguya kendimizi kaptırmak ve ondan kopmamak için hiçbir makul sebep yoktur.
2) Objektif bir gözle insanın sandığı kadar da büyük olmadığını görmek. Bu objektif bakışı yazının başındaki dağlar ayetini tefekkür ettiğimizde yakalamaktayız. Bu ayetle birlikte ‘ufuklarda ve nefislerinizde ayetlerimizi göstereceğiz’ ayetinin esprisine uygun olarak bugünkü bilgilerle insanın kainat içindeki yerinin ne kadar da küçük olduğunu gösteren örnekleri
[2]mutlaka tefekkür etmeliyiz. İnsan şu kainat içinde kendini olduğu gibi görmelidir. Nasılsa öyledir, büyükse gerçekten büyük görmeli, küçükse küçük görmeli. Objektif olarak neyse odur. Bu ayette çok çarpıcı bir misal ile insanın evrendeki konumu dikkatlere sunulmaktadır. Yürüdüğü yerin üzerindeki cismi ağırlığı ve onun üzerindeki dağlar ile boyunun büyüklüğünü kıyaslayarak kişiyi büyüklenmekten alıkoymaktadır. Büyüklenmenin bütün mantıki gerekçelerini çürütmektedir. Kendi nefsine objektif bir şekilde bakmasını sağlamaktadır. Bir diğer ifadeyle ne kadar küçük olduğunu gören ve bunu unutmayan kişi kendini beğenmez, kibirlenmez.
3) Kişi kendisinin ne kadar küçük olduğunu bilse bile yine de büyüklenebilir. Gerçekten var olan o üstünlükleri/meziyetleri ile böbürlenir. Bu yüzden iyi yanlarımız bizi gurur gibi bir hisse sevk etmemelidir. Bunun için ise üstünlükleri Allah’a borçluolduğumuzu ve bunların birer sınav olduğunu unutmamalıyız. Örnek olarak Hz. Süleyman’ın (a.) Belkıs’ın tahtını getirtince ‘Bu Rabbimin lütfundandır. Şükür mü edeceğim yoksa nankörlük mü edeceğim sınamak istiyor beni…’(27/40) dediği gibi biz de kibre götüren bütün üstün özelliklerimize aynı şekilde yaklaşmamız gerekir. Bende bir güzellik varsa bu ‘Rabbimin lütfundandır. Şükür mü edeceğim yoksa nankörlük mü edeceğim sınamak istiyor beni…’ demeliyim. Bilgide üstün müyüm ‘Bu Rabbimin lütfundandır. Şükür mü edeceğim yoksa nankörlük mü edeceğim sınamak istiyor beni…’ demeliyim… Zengin ve itibarlı birisi miyim ‘Bu Rabbimin lütfundandır. Şükür mü edeceğim yoksa nankörlük mü edeceğim sınamak istiyor beni…’ demeliyim… Dolayısıyla sahip olunan bütün iyiliklerin Allah’tan geldiğini unutmamak gerekmektedir.
4) Aynı zamanda bu değerlerin geçiciliğini de unutmamalıyız. Kendini eksik gören insan bu tür değerlerle kendisini değerli kılmaya çalışmaktadır. Bütün bu değerlerin geçici olması aslında bunlara değer verilmemesi gerektiğini bize telkin etmelidir. Bir atasözünde belirtildiği gibi: ‘Güzelliğinle övünme bir sivilce yok eder, servetinle övünme bir kıvılcım yok eder.’
5) Büyük, küçük her insan methedilmekten nefsi itibariyle hoşnutluk duyar. Medih/takdir kişide kendini beğenme duygusunu tahrik eden en tehlikeli tuzaklardandır. Bu nedenle hadiste ‘Birbirinizi methetmekten sakının, çünkü medih methedilenin boynunu kırar.’ (İbn Mace) buyurulmuştur. Böyle durumlarda birileri bizi takdir ettiğinde Rabbimize sığınmalı, nefisteki nüksedecek duyguyu önlemek için iç dünyamızda tevbe-istiğfar moduna geçmeliyiz. Bazen iyi niyetle, karşımızdaki insanı motive etmek için fazla takdire/övgüye kaçabiliyoruz. Karşımızdakinin bunu kaldırıp kaldıramayacağını bilmeden takdirlerde bulunmak sakıncalıdır. Birisini takdir etmek istediğimizde onu ‘övmek’ yerine -ki bazen bu gerekli de olabilir- ‘Allah razı olsun’ demekle yetinmek daha selametli bir yoldur.
3. Takvası ile kendini beğenmek ve başkalarını küçük görmek
İnsanın kibirlenebileceği üstün özelliklerden birisi de takvadır. Nefis tat alma esası üzerine işlemektedir. Bu nedenle sürekli tat alma peşindedir. Burada alacağı tat ‘kendini beğenme’ ve ‘büyüklenme’ tadıdır. Bu tadı dünyevi bir meziyet ile de alır takva meziyetlerinden de alabilir. Namazda huşu içinde olan kişinin bu başarısını nefis kendini beğenme tadına dönüştürmeye çalışır. Onun için hangi kaynaktan, vesileden bu tadın geldiği önemli değildir. Nefis açısından duyguyu tatmak önemlidir, üstünlüğün İslami bir üstünlük olup olmadığının bir değeri yoktur. Dolayısıyla nefis takvamız ile de gururlanmak, başka insanları bu konuda kendisinden altta görmek, kendini beğenmek ve kibirlenmek isteyecektir. Bu doğrultuda fahirlenme/kibirlenme vesvesesi verecektir. Böyle durumlarda aklımıza hemen ‘Rahman’ın kulları yeryüzünde tevazu ile yürürler’ ayetini(25/63) getirmeliyiz. Burada tevazu göstermek değil, her hal ve şartta kalbimizde tevazuyu yaşamakkasdedilmektedir.
Zaten takva sahibi kişi bu duyguya kendini kaptırdığı anda takvasını kaybetmiştir artık. Birarada bulunamayacak iki özelliktir takva ile kibir. Takva Allah’ın razı olmadığı hal ve işleri yapmaktan sakınmak anlamına geldiğinden kibre düşen kişi bu sakınma vasfını kaybettiğinden dolayı takva özelliği de kalmamış demektir. Bu açıdan takva yolunda ilerleyen kişilerin üzerinde bu tür duyguların zerresinin bulunmaması icab eder.
Uygulama kararı:
1) Gelecek derse kadar her gün üstün özelliklerimizi(hangi konuda gurura kapılabileceğimiz, kendimizi beğendiğimiz veya beğenebileceğimiz özelliklerimiz varsa) aklımıza getirip bunların imtihan için bize verildiklerini ve bizim bunlardan dolayı gururlanıp gururlanmayacağımızın test edildiği gerçeğini sürekli hatırımızda tutarak kendi nefsimize terapi uygulamak.
hervele@gmail.com
Twitter.com/hervele1
facebook.com/sabri.aydin.758
[1]
„Ve o zaman meleklere: ‚Âdem’e secde edin!’ dedik, hemen secde ettiler. Yalnız İblis dayattı, kibirlendi ve kafirlerden oldu.“ 2/34