Tarih tekerrürden ibarettir sözü, insanlık tarihini çok özlü ve hikmetli şekilde özetlemektedir. Kur’an şairi Mehmed Akif’in dizeleri, bu durumun altını çizdiği gibi sebebini de ifade etmektedir:
“Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey! / Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi? / Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar; / Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?”
Evet, insanlar geçmişten ders almış, kıssalardan hisse çıkarmış olsaydı aynı yanlışlara düşmez, aynı aldanışlara duçar olmaz, tarih boyunca aynı delikten iki değil binlerce kez ısırılmazlardı. Ve bu kısır döngü kadim zamanlardan bugüne böylece sürüp gitmezdi.
Bugün, “İslam coğrafyası ve bu coğrafyanın insanları olarak bizlerin içerisinde bulunduğumuz apaçık zillet halinin temel sebebi nedir” diye sorulsa, şahsen cevabım “Dünya çapında kendisini İslam’a nisbet edenlerin çoğunluğunun; gerek fert, gerek cemaat ve gerekse İran örneğinde olduğu gibi devlet olarak izzeti Âlemlerin Rabbi yerine farklı güç odaklarının yanında araması ve böylece hem kendilerini, hem de bütün bir coğrafyayı yabancı güçlerin hareket alanına açmaları ve zillete duçar kılmalarıdır” şeklinde olur.
Öyle zannediyorum ki, meselelerin az çok farkında olan tüm Müslümanların bu noktadaki cevabı ortak olacaktır.
Nitekim, Suriye halkının yarım asırlık laik diktaya karşı başkaldırısı sürecinde, Suriye halkının değil, sözüm ona “direniş cephesi” argümanını öne sürerek laik diktanın yanında yer almayı tercih eden İran’ın karşı hamleleri ve Suriye halkının yanında yer almakla birlikte ABD gibi küresel küfür güçleriyle birlikte bölgeye müdahale görüntüsü veren Türkiye’nin söz konusu başkaldırının doğal zemin ve sürecinden uzaklaşmasındaki etkileri de, temelde hep izzeti Âlemlerin Rabbi yerine başkalarının yanında arama yanlışının sonuçları olmuştur.
Konuyla ilgili olarak İran’ın ve İran’ın pozisyonuna göre tarafını belirleyen kesimlerin Suriye’de yaşananlarla ilgili tutumunu eleştirmek için 2012 Temmuz’unda kaleme almış olduğum “İzzeti Baas’ın ve Baasçıların Yanında Aramak” başlıklı yazıda da bu duruma değinmiştim.
Tarihe göz attığımızda görüyoruz ki, izzeti Âlemlerin Rabbi yerine başkalarının yanında, konuyla ilgili yıllar önce kaleme aldığı kitabında Mehmet Pamak ağabeyin deyimiyle yanlış yerde arama sorunu sadece bugünün değil, insanlık tarihi boyunca tüm insanlığın temel sorunudur.
Bu sorun, topluluk ve siyasal güçlerin siyasi tercihleri (siyasi tercih kavramının akide ile kopmaz, koparılamaz bağını vurgulamamıza gerek var mı bilmiyorum) ile sınırlı bir sorun da değildir. Fertlerin, en küçük toplumsal organizasyon olarak ailelerin hayatın her alanıyla ilgili tercihlerinde de izzeti, başarıyı, mutluluğu, üstünlüğü ne olarak görüp nerede aradığı da bu çerçevede değerlendirilmesi gereken önemli konulardır.
İzzeti Yüce Allah’ın yanında (O’nun vaz’ ettiği ölçülere ittiba, O’nun sevilmesini istediklerini sevmek, buğz edilmesini beyan buyurduklarına buğz etmek, beri olunmasını istediklerinden beri olup, velayet bağıyla birliktelik kurulmasını emrettikleriyle birbirine veli olmak) değil de, farklı güç odaklarının yanında aramanın, tarih boyu tekerrür eden ve bugün de içerisinde bulunulan en temel sorun olduğunu ifade etmiştik.
İşte yazımızın başlığı da, böyle bir tarihsel kesiti ifade ediyor. Mevcut Tevrat’ın “Tarihler” bölümünde anlatılan bu tarih kesitini, Mevdudi’nin Tefhimu’l Kur’an adlı tefsirinde verdiği özetle birlikte okuyalım:
“Süleyman Peygamber’in ölümünden sonra İsrailoğulları ikiye bölündü: Merkezi Kudüs’te olan Yahuda Krallığı ve merkezi Samarra’da olan İsrail Krallığı. İki krallık çoğunlukla birbirleriyle savaş halinde olduğu için Yahuda Kralı Asa, Yahuda’ya saldıran İsrail Kralı Baasha’ya karşı Suriye Kralı Ben-Hadad’dan yardım istedi. O zaman Peygamber Hanani ‘Ezeli ve ebedi olan Allah’ yerine Suriye kralına güvendiği için Kral Asa’yı suçladı. Asa, peygamberin bu tavsiyesine o kadar kızdı ki, onu bir hapishaneye kapattı.”[1]
Bugün yerelde ve küreselde, gerek fiili çatışma alanlarında, gerekse siyasi-ideolojik (akidevi) çatışma alanlarında izzeti Âlemlerin Rabbi yerine başka güç odaklarının yanında arayanlar, Âlemlerin Rabbi’nin hükümlerinin hakimiyeti yerine, laik sistemin laik “sivil anayasa”sı için ter döküp kalem oynatmaya başlayanlar ve bu sapmalar karşısında söz söyleyen, iyiliği emr, kötülükten nehy sorumluluğunu yerine getirmeye çalışan muvahhidleri Yahuda Kralı Asa örneğinde olduğu gibi fiilen değilse de dışlayıp sözüm ona, marjinalize ederek etkisiz kılmaya çalışanlar, hangi tarihi tekerrür ettirdiklerini sorgulamalı ve Hesap Günü için dönülmez anı ifade eden ölüm gelip çatmadan hallerini gözden geçirmeyi başarmalıdırlar.
“Kim izzet istiyorsa bilsin ki, izzetin tamamı Allah’a aittir…” (Fâtır, 35/10)
[1] Mevcut Tevrat, Tarihler – II, 16; 1-14’ten naklen: Mevdudi, Tefhimu’l Kur’an, Cilt 1, Sh, 80, İnsan Yayınları