Maldan Vermek ve Savurganlıktan Kaçınmak.
İslam’ın yegâne gayesi sosyal hayata müdahil olup, onu baştan sona düzenlemek ve sağlam bir zemine oturtmaktır. Âdem’den (as) günümüze Allah’ın gönderdiği tüm elçilerin yaptığı ve yapmak istediği budur. Yeryüzünde fesadı ve bozgunculuğu önlemek, akrabayı gözetmek, yoksula ve yolda kalmış insanlara el uzatmak ve insanın en büyük zaaflarından birisi olan savurgan olmamak. Yüce Allah 23-24. Ayetlerde elçisine ve tüm müminlere hitaben anneye babaya kol kanat germelerini, onlar için Allah’a dua etmelerini öğretirken 27. Ayette saçıp savuranların “şeytanın kardeşleri” oldukları vurgulanmıştır. 28. Ayette ise eğer onlara (yoksullara) verecek bir şey bulamayıp da yüzlerine bakamıyorsan “hiç olmazsa onların gönlünü okşayıcı bir söz söyle” diyerek bir anlamda Nebi’yi (as) teskin edip, diğer yandan da toplumun arızalı yönlerini onarmak istemiştir. Diğer taraftan müminlere Rasulün örnekliğini göstererek, ibadetlerinde sadece namaz, oruç gibi belirli amellerin değil, hayatın tümünü kuşatması gerektiğini öğretmiştir. Nasıl ki yoksula akrabaya vermek, bir ibadet sayılıyorsa, güzel söz söylemek, karşıdaki insanın gönlünü almak, saçıp savurmamak da bir ibadettir. Kur’an’ın bize anlattıklarından anlıyoruz ki İslam gerçekten hayatın tüm alanlarına müdahil bir dindir.
Toplumun genetik yapısını bozucu hiçbir eyleme müsamaha göstermeyen Rabbimiz aile yapısından tutun, günlük harcamalarımıza kadar hayatın her yönüne müdahale etmektedir. Hayatına müdahale edilmesinden çok da hoşlanmayan insan bir takım çıkış yolları arayarak Müslüman her şeyin en iyisine layıktır safsatasıyla yaptığı savurganlığa bir meşruiyet kazandırmayı ihmal etmemiştir. Allah’ın işaret ettiği akrabaya yoksula ve yolcuya hakkını vermek yerine, kendi nefislerimizi tercih edip Allah’ın ayetlerini işimize geldiği gibi tevil etmeye yeltenmek haddi aşmaktan başka bir şey değildir. Ne yazık ki yaptığımız savurganlığı masumlaştırarak ortaya bir gerekçe koymayı da ihmal etmedik. Modern hayatın bize dayattığı taksitlendirme ihtiyacı bir tüketim hazcılığına dönüşerek ailemizi ve şahsi bedenlerimizi sarmış durumda. Alış veriş adı altında harcanan zamanın israf olduğunu söylemek sizin aşağılanmanıza yeter de artar bile. Modern alış veriş mabedlerinde tüketilen zaman bir ibadet edasıyla yerine getirilirken vakti geçmek üzere olan namaz ibadeti ertelenebilmektedir.
Kur’an’ın “sevdiğiniz şeylerden vermedikçe gerçek iyiliğe ulaşamazsınız” tavsiyesi ile bugünkü ayeti kerimeyi birlikte düşündüğümüzde müminlerin zorlandığı bir alan olan infak kavramını hatırlamamak imkansızdır. Bollukta ve darlıkta vermekle emrolunan mümin insanın en zayıf taraflarından birisi, malından bir kısmını vermektir. Allah’ın ayetlerini duymazdan gelen modern dindar insan başkalarına karşı cimri olsa da kendisine karşı oldukça cömert olup, yılda bir kez olsun tatile gitme savurganlığını da ihmal etmemektedir, dedik ya mümin herşeyin en iyisine layıktır! Allah’ın bizden öncekilerin akıbetlerini görmemiz için yeryüzünü gezip dolaşmamızı istemesini bile tatil kavramıyla örtmeye çalışmaları bir saptırma değil de nedir? Yoksulun, akrabanın, yolcunun üzerimizde bir hakkı olduğunu söyleyen Rabbimizin, hemen ardından savurganlık yapmanın şeytanın dostluğunu kazanmakla eşdeğer olduğunu hatırlatması gerçekten çok manidardır. Demek ki insan Allah’ın ona verdiği malı istediği gibi harcama lüksüne sahip değil, çünkü mülkün gerçek sahibi Allah’tır. “(Resûlüm!) De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye kadirsin.” (3/26).
Son olarak sağlıklı bir toplum oluşturabilmek için yapmamız gereken İslam’ın öncelediği değerlere sahip çıkıp, Kur’an’ın kavramlarıyla oynamadan, orta bir yol tutmamız gerekiyor. Her alanda olduğu gibi burada da vasat bir ümmet olmayı İslam bize tavsiye ediyor. Verirken dengeyi gözetmemiz gerektiği gibi, alırken de dengeyi gözetmemiz gerekiyor. Her iki durumda da ifrat ve tefritten kaçınmayı yine Kur’an’dan öğreniyoruz. “Eli sıkı olma; büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır, (kaybettiklerinin) hasretini çeker durursun”. (17/19). Şüphesiz Allah doğruyu söyler.