Mehmet Hayri Kırbaşoğlu’nun hadis metodolojisi isimli kitabı ilk olarak Ankara Okulu Yayınları tarafından ilk olarak 1999 yılında yayınlanan bu kitap daha sonra 2000, 2006 ve 2010 yılında ise son baskısı yapılmıştır.
Hayri Kırbaşoğlu kitabına, M. İkbal’in mısralarıyla, hadis usulünün vahametini özetleyerek başlar.
Şu zavallı cahil döndü dolaştı
Din adına dinde yaralar açtı
Sufi ve mollanın tevillerine
Cibril hayret etti peygamber şaştı: Muhammet İkbal
Bu çalışma özetle, sünnet konusunda bize bilgi veren bilgi kaynaklarından birisi olarak hadislerin, sağlamını çürüğünden ayırmak amacıyla asırlardır uygulanmış olan ve hala İslam dünyasında yaygın olan klasik hadis usulünün teorik açıdan eleştirisi ile, bu usulün uygulamasındaki sonuçlarını klasik hadis literatürü başta olmak üzere İslami literatür üzerinde tesbite yöneliktir. Bu usulün İslami literatür üzerindeki sonuçlarını tesbit ile, onun uygulamada ne kadar etkili ve verimli olduğunu ortaya koymak amaçlanmıştır.
Sünnet konusunda bize bilgi veren kaynaklar olarak kuran-ı kerim ile mütevatir sünnetlerin sübutu konusunda bugüne kadar ciddi bir problem söz konusu olmamıştır. Ancak hadislerin sübutu konusunda ise aynı şeyleri söylemek mümkün değildir. Zira bugün kaynaklarımızda yazıya geçirilmiş bulunan binlerce rivayet, ne kuran-ı kerim gibi, nede mütevatir sünnetler gibi bize tevatüren, yani nesilden nesile kitlesel rivayet yoluyla nakledilmiş değildir. Tam aksine, herkesin bildiği gibi bu hadislerin muhafazası ve daha sonraki nesillere intikal ettirilmesi ferdi çabalarla olmuştur. Bu yüzdendir ki, bu hadislere, hadis ilminin terminolojisiyle “ahad” adı verilmiş ve bu suretle bunların tek tek ravilerin naklettikleri birer rivayet olduğuna dikkat çekilmiştir.
Durum bu olduğu halde, on dört asırlık geçmişimiz boyunca genellikle sünnet konusunda ağırlık “ahad” olan hadislere verilmiş, mütevatir sünnetlere, hele hele kuran-ı kerime bu amaçla başvurmak nadiren düşünülmüştür. Bu durum tabii bir sonucu olarak da hemen tamamı ahad olan hadisler, sünnet konusunda, hatta daha genel bir ifadeyle İslam anlayışımızın belirlenmesinde en az kuran-ı kerim kadar, zaman zaman ve belli konularda ondan da fazla etkili olmuştur.
Ancak İslam düşüncesinde son derece etkili olan hadislerin hangilerinin gerçekten hz. Peygamber’e ait olduğu konusunda tam bir ittifak hiçbir zaman gerçekleşmemiştir. Zira ahad olan bu hadisler mahiyeti gereği tek tek fertlerin rivayetlerinden ibarettir.
Aslında İslam dünyasında pratik ve teorik pek çok problemin temelinde hadislerin yattığını göstermek için başlı başına birçok araştırma yapmak mümkündür. Bu sebeple H.Kırbaşoğlu ve ekibi uygulamalı araştırmaları teşvik etmekte. Bu amaçla yapılmış birkaç yüksek lisans tezi de mevcuttur. Bu araştırmanın sonuçlarına göre bazı vaizlerimizin ( Ankara merkez vaizleri ortalama %16) vaazlarda hala mevzu hadis kullandıkları, din görevlilerimizden bazılarının ise ayet ile hadisi, sahih ile uydurmayı karıştırmakta oldukları ortaya çıkmıştır.
Hadislerin veya daha genel ifadeyle rivayetlerin ancak isnadlı olarak nakledilebileceği, isnadsız rivayetlerin kabul edilmeyeceği noktasında hemfikir olan İslam alim’lerine gelince onlar da gerek ravide, gerek isnatta aradıkları şartlar konusunda bir görüş birliği sağlayamamışlardır.
Her ne olursa olsun başlangıçtan bugüne kadar geçen 14 asırlık çalışmaya rağmen, bugün gelinen noktada hadislerin sahihinin sakiminden, makbulünün merdudundan, uydurma olanın olmayanından tam olarak ayrıldığı iddia etmenin mümkün olmadığı tartışma götürmez bir gerçektir. Hatta bugüne kadar yapılan çalışmaların sonucunun “tatminkar” olmaktan bile uzak olduğu söylenebilir. Bu durum karşısında yapılması gerekenin, hadis ilmine tekrar dinamizm kazandırmak, uygulanagelen hadis usulünün aksayan yönlerini düzeltmek, eksikliklerini gidermek; hadis ehlinin geleneği dışında kalan başka usul veya yaklaşımlardan yararlanmak ve nihayet bunlara çağdaş disiplinlerden yararlı görülen unsurları ilave etmek suretiyle hadis ilmin yeniden inşa etmek olduğu artık kabul edilmek durumundadır.
Ekseriya tarihçiler, müfessirler ve tarihçiler, hikaye ve olaylarda hataya düşmüşlerdir. Her türlü rivayetlere güvenip, onları temel esaslarla karşılaştırmamaları, benzeri ile mukayese etmemeleri, hikmet ölçüsü ve kainatın prensiplerine (taba’i) vukufla olayları ele almamaları, tefekkür ve basireti esas ittihaz etmemeleri yüzünden “gerçekten” uzaklaşmışlar, hata ve vehim çöllerinde kaybolmuşlardır. İbn Haldun, Mukaddime
Hazırlayan: Emin Yıldırım