Radikal Bilinç Krizi
Kibirli, üstünlükçü ve ırkçı modernlik ve modern uygarlık, küresel sağlık krizi koronavirüs gerçekliği karşısında yaşadığı, çok yönlü, çok boyutlu, çok hazin insani kriz sebebiyle sorgulanabilir hale geldi. Modernlik ve modern uygarlık, maddi dünyaya sınırsız hakimiyet, doğanın bütünü üzerinde mutlak anlamda egemen olmak, güç iradesi temelinde bir varoluş tarzı, gerçekliği maddi boyuta/bağlama hapseden bir dünya görüşü, tahakküme dayalı bir gerçeklik oluşturmak üzere tarihe girdi. Tahakküme dayalı gerçeklik, doğal ekosistemin barbarca-hunharca yağmalanması, doğanın vahşi bir şekilde sömürülmesi, ormansızlaşma, sulak alanların çölleşmesi vb. gibi telafi edilmesi mümkün olmayan çok tehlikeli sonuçlar doğurdu.
Kapitalist ekonomik düzen ve dünya görüşü, insanlığa karşı, doğaya karşı, özgün bütün kültürlere karşı, benzersiz bir sorumsuzluk sergiledi, bütün toplumların ve kültürlerin sorumluluk değerlerini bütünüyle yok etti. İdeolojik şiddet, ideolojik iktidar yoluyla, modernliğin ve modern uygarlığın tüm kavram ve kurumları, bütün insanlığa, bütün kültürlere tek referans kaynağı/çerçevesi olarak dayatıldı. İdeolojik iktidar yoluyla, dünya ölçeğinde, başka hiçbir entelektüel varoluşa/tarza hayat hakkı tanımayan, entelektüel bir tektipleşme ve homojenleştirme oluşturuldu.
İslam dünyası toplumları-kültürleri, Türkiye örneğinde de yakından takip edilebileceği üzere, sömürgeci bilgi-düşünce-iktidar sistemine dahil olmak suretiyle, seküler anlamda derin bir dönüşüme uğratıldılar. Bu dönüşüm, epistemik saldırılar aracılığıyla gerçekleştirildi. İslam toplumlarının, Türkiye’nin de, bu değişim/dönüşümü bağımsızlık olarak algılamaları çok hazin bir hikayenin konusudur. Kendi kültür ve medeniyet sistemini aşağılayarak, Batılı bilgi/kültür/uygarlık/siyaset yapılarını, müesseseleri dokunulmaz kılarak var olmaya çalışan bütün ülkeler, muğlak konumları sebebiyle her durumda yapısal gerilimler yaşıyor.
Sömürgecilikler tarafından icat edilen etnik milliyetçilikler, çok uluslu, çok kültürlü toplumları yıkıma uğrattı. Sömürgeci gerçekliğin emperyalizmi sırasında, İslam ve Müslümanlar, İslami varoluş ve mevcudiyete karşı çok ağır sonuçları olan iki büyük saldırı ile karşılaştı. Halen, hiçbir anlamda yüzleşemediğimiz saldırıların, sekülerizm ve ulus-devlet olduğunu hatırlamak ve hatırlatmak gerekir. Bu saldırılardan sonra İslam, toplumsal/siyasal anlamda değil, bireysel anlamda tecrübe edilen, sembolik ve folklorik temsiller, sembolik/folklorik/romantik meydan okumalarla sınırlı bir gerçekliğe indirgendi. İslami düşünce/kültür/ilahiyat hayatı, İslami anlamda bir bilgi sistemine sahip olmaksızın, nasıl İslami bir dünya görüşüne ve medeniyet tasavvuruna sahip olunabileceğine ilişkin ikna edici entelektüel bir vizyona sahip değildir. Bu nedenledir ki, bugün, İslami kavramların ancak, soyut-akademik kullanımları üzerinde konuşulabiliyor, somut/pratik/kamusal kullanımları üzerinde değil. Kurumsal İslami çerçeve ile, uygulama arasındaki uçurum her geçen gün daha çok derinleşiyor. Bu konu etrafında sorulmaya değer soruları hiç sormuyor, konuşulmaya/tartışılmaya değer konuları hiç konuşmuyor ve tartışmıyoruz.
İslam’ın sembolik-folklorik bir gerçekliğe indirgendiği İslam toplumlarında, Türkiye’de de bütün çıkar grupları, politik hareketler/iktidarlar İslam’ı özelleştirebiliyor. Toplumlarımızda, hamaset dili/söylemi büyük kalabalıkları kolaylıkla yönetmek/kontrol etmek için ideal bir zemin oluşturuyor. Toplumlarımızda, güç ve iktidar sahipleri, kendi iktidar ihtirasları adına, varoluşumuzu, hayatımızı, düşünce dünyamızı, sınırsız bir keyfilik ve kibir içerisinde pervasızca hırpalıyor. Bütün bunlar, eleştirel etkili bir kamuoyuna sahip olmadığımız için mümkün oluyor.
Piyasa güçlerinin belirleyici olduğu, toplumun, ekonomik çıkarların-mülahazaların-beklentilerin ötesine geçemediği toplumlarda, büyük ve derin ahlaki-kültürel yozlaşma/bayağılaşma, toplumsal çürüme, maalesef, hissedilmiyor, ahlaki bir öfke ve infiale neden olmuyor. Kültürsüzlüğün, kültürel yetersizliğin ve yozlaşmanın, İslam toplumlarını kültürel tahakküme açık hale getirildiğini görmek gerekir. İslam toplumlarında, Türkiye’de de, politik süreci etkileyebilecek, bu sürece eleştirel katkılarda bulunabilecek, sürecin zaaflarını/sorunlarını tartışabilecek, hiçbir düşünsel/kültürel/entelektüel hareket ve kolektif etkinlik yok. Bu durum, her tür güç ve iktidarla uzlaşmayı meşrulaştıran teslimiyetçi bir gelenekten kaynaklanıyor. Bu konuda, sömürgecilerin işgal ve istila ettikleri İslam ülkelerinde, şeriatı ilga ederek, yerine gelenek/göreneği koyduklarını, gelenek/göreneği kurumsallaştırdıklarını kaydetmek, bu konu etrafında İslami çözümlemeler yapmanın hayati önem arzeden bir konu olduğunu belirtmek gerekiyor. Bu şartlar içerisinde düşünsel-kültürel/entelektüel anlamda gelecek üzerinde konuşmak çok ciddi zorluklar içeriyor. Gelenekçilik, görenekçilik, muhafazakarlık, konformizm gelecekle ilgilenmez. Günümüzde ulus-devlet realizmine/kutsallarına kapanan Müslüman bireyler, aydınlar, ümmet fikrine/inancına yabancılaştıkları için, Anglosakson ülkelerinde olduğu gibi, kendilerini kültürel kimlikle değil, genetik bir ırka nispet etmeye başlamışlardır. Bu konuda, Siyonistlerin Yahudiliği millileştirmeleri de kaydedilebilir.
Modern dünya sisteminin zihinsel/entelektüel anlamda tebaalaştırdığı halklar-kültürler için, aziz İslam, otorite/meşruiyet/referans kaynağı olmaktan çıkmış, çıkarılmıştır. Günümüzde, özellikle de, Türkiye’de Müslüman aydınların, öncelikler sıralamasında, İslam’ın ontolojik/epistemolojik özgürlüğü ile ilgili bir hassasiyete/ilgiye/kaygıya yer verdikleri görülmemiş, duyulmamıştır. Düşünce-kültür dünyamızın, İslami bir gelecek tasavvurundan söz edebilmeleri için, öncelikle, İslam’ın gerçek anlamda özgürleştirilmesi gerekir. Yeni bir düşünsel-kültürel-entelektüel içerik-tarz-duruş üretmediğimiz takdirde, küresel kültüre bağımlılıktan kurtulamayız. Bunun için, günümüz dünyasına ilişkin bütüncül/kapsamlı bir farkındalık oluşturarak, gündemimizi, eleştirel bir zeminde gözden geçirmeli, genel kamunun ilgisini/dikkatini bu gündeme çekebilmeliyiz. Yapısal bir değişim yaşanmayacaksa eğer, bu, yeni bir hareketin ortaya çıkmayacağı anlamını taşır. Bu bakımdan yenilenmeyi, tartışmaya cesaret edebilmeliyiz.
Koronavirüs küresel sağlık krizi, özellikle İslam dünyası toplumlarına, bu toplumların düşünce ve kültür hayatına, modern-evrensel ideolojik yalanlarla yüzleşebilmeleri, bu yüzleşmeden alınabilecek sonuçlarla, İslami bir özgürlük mücadelesi başlatmaları için çok büyük bir imkan sunuyor. Yüzyıllardır İslam toplumlarını, sömürgeci felaketlere maruz bırakan modern-evrensel uygarlık yapıları, bugün büyük bir panik ve kaos içerisinde bulunuyor. Bugün, küresel ölçekte, ahlaki/insani/sosyal/siyasal dayanışma, bütün toplumların samimi bir özeleştiri yapmalarıyla mümkün olabilir. Batılı egemen ideolojik söylem, Batı’nın büyük anlatısının büyük bir aldatmacadan ibaret olduğu bugün açıkça görülebiliyor. Bu şartlar karşısında, insanlığın ahlaki, entelektüel, kültürel gücü, askeri gücün egemenliğini, tek bir düşünce biçiminin tahakkümünü tartışma konusu yapabiliyor. Hem yerel, hem de uluslararası bağlamda sorumluluk değerleri, bütün toplumların birbirlerine karşı taşımaları gereken ahlaki sorumluluk bilincini güçlendirebilir.
İnsanlığın yeni bir bilgelik iklimine ihtiyacı var. Tek bir düşünce, dünya görüşüne dayalı otoriter/totaliter dünya, sekülerizm yoluyla, ulus-devlet yoluyla İslami zihin dünyasını altüst ederek dönüştürdü. İslami bilincin sömürgeleştirilmesiyle birlikte bağımız İslami varoluş ve mevcudiyet, İslami özgürlük fikri gündemden kaldırıldığı için, İslam’a yönelik saldırılara, seküler ve milliyetçi saldırılara gereken cevaplar verilemedi. Sömürgeleştirilenlerin İslami özgürlüklerinin sınırlarını ve çerçevesini de sömürgeciler belirlediler. Bu durum, sömürgeci bilginin/dilin/kültürün normalleşmesi sonucunu doğurdu. Bilginin sömürgeci mahiyeti, bilim/bilimcilik maskesi altında sürdürüldüğü için maalesef farkedilemedi. İslam toplumları bu tür bir zihinsel trajediyi maalesef içselleştirdiler. İslami bilincin duyarlılığını kaybetmesi sebebiyle bu trajediyi farkedememesi, trajediyi derinleştirdi.
Bilinçsiz, ruhsuz, ufuksuz, edilgen varoluşlarla bütünleştiğimiz için, geçmişi eleştirel olmayan romantik ve duygusal bir hassasiyetle yaşatmaya çalışıyor, bu nedenle hayati pek çok gerçeği fark edemiyoruz. Tarihsel gerçekliği bütün boyutlarıyla doğru görebilmemiz için, gündemlerinin merkezine İslam’ı koyan, İslami düşünce dünyasının, hamaset kültürüne karşı eleştirel bir mesafe içerisinde bulunması gerekir. Bütünü sağlıklı bir şekilde göremediğimiz, nüfuz edemediğimiz takdirde, parçaları doğru değerlendiremeyiz. İslam toplumları, Türkiye’de de içerisinde yaşayarak tecrübe ettiğimiz üzere, hep zaferlerden söz eden, yenilgilerden hiç söz etmeyen, bu nedenle de, yenilgilerle yüzleşmeyen sorunlu bir tarih kültürü ile maluldür. Osmanlı tarihini hamaset kültürüne mahkum ettiğimiz için, imparatorluğun en ihtişamlı döneminde (1535) imparatorluğun sömürgeci dayatmalara açık hale geldiğini, bu tarihten itibaren emperyalistlere sırasıyla ekonomik/askeri/politik/kültürel ayrıcalıklar vermeye başladığını, bu durumun ne anlamada geldiğini konuşmuyoruz. Hamaset kültürüne maruz kalan toplumlar, tarih ile kurgunun sınırlarını ayırt edemez, geçmişe ilişkin sorular soramazlar.
Koronavirüs küresel sağlık krizi, insanlık durumunu belirleyen yeni bir süreç, bir dönüm noktası başlattı. Bu yeni süreç, modern, Avrupamerkezci kurumsal yapıların, insanlığın sorunları karşısında bütünüyle çok yetersiz kaldığını gösterdi. Yine bu dönemde, Amerika’nın bütün bir insanlık için büyük bir sorun haline geldiği görüldü. Şu anda, hiçbir ülke geleceği empoze edebilecek bir noktada bulunmuyor.
Zamanımızın merkezi gerçekliği belirsizliktir. Hepimiz, kapitalizmin sorun kaynağı, eşitsizlik, adaletsizlik, sömürü kaynağı olduğunu söylüyoruz, ancak hiçbirimiz kapitalizmin yerine ne koyacağımızı, ne koyabileceğimizi bilmiyoruz. İslam dünyası toplumları, maruz kaldıkları epistemik saldırılar, seküler saldırılar, ulus-devlet saldırıları karşısında radikal bir bilinç krizi yaşıyor. İslami bilinci özgürleştirerek, tamamlayarak bu krizi aşmak üzere sistematik anlamda hiçbir şey yapılmıyor. Yeniden yapılanmanın ufku, imkanları ve çerçevesi üzerinde çalışılmıyor. Bugünün idrakini nasıl etkileyebileceğimizi, nasıl dönüştürebileceğimizi bilmiyoruz. Güncel politik söylem/dil/kültür ve ilişki biçimi, toplumun entelektüel-niteliksel gündemini ve ufkunu bütünüyle etkisiz hale getiriyor.
Yalnızca propaganda klişelerinden oluşan güncel politik söylem/dil/tarz ve ilişki biçimi, gelecek kuşaklara çok kötü bir miras bırakıyor.
Günümüzde tarih ve siyaset insanların iradesi dışında şekilleniyor. Kültür, bütünüyle önemini/işlevini/misyonunu kaybediyor. Bu nedenle de tarih ve siyaset kriz içerisindedir. Bugünün dünyasında tarih ve siyaset, pragmatizm dışında hiçbir ahlaka, hiçbir değere ihtiyaç duymuyor. Her pragmatik tercih, tek bir olaydan, birbirinden çok farklı hikayeler, çok farklı yorumlar üretebiliyor. Hayatın her alanında, propaganda bilgisiyle baskılandığımız, yönlendirildiğimiz ve kuşatıldığımız için, hakikat bilgisine, dünya bilgisine bütünüyle yabancılaşıyoruz. Propaganda dili tarafından baskılandığımız, yönlendirildiğimiz için, dünyayı, toplumu, siyaseti algılama biçimlerimizin ne kadar İslami ya da ahlaki olduğunu bilmiyoruz.
İçeriden ve dışarıdan maruz kaldığımız çok yönlü saldırılar sebebiyle, İslami tasavvur-tahayyül ne yazık ki, gözden ve gönülden düşürüldü. İslami tasavvur itibar kaybına uğradı, ya da uğratıldı. Bu nedenledir ki, bugün, dünya ve hakikat misyonu/vizyonu taşıyan entelektüellere sahip olmadığımız için, dönüştürücü nitelikler, dönüştürücü pratikler, dönüştürücü dinamikler/etkinlikler üretemiyoruz.
Dünyanın, toplumların, halkların, kültürlerin, emperyalizmler tarafından, onların üstünlük iddiaları doğrultusunda ya da Amerika’da yaşandığı üzere Evangelizmin kutsal misyonu adına, ideolojik projelere, ideolojik mühendisliklere maruz bırakıldığı, her tür müdahaleyi, zulmü, katliamı icat ettikleri ideolojik gerekçelerle haklılaştırabildikleri bir dünya, ideolojik-ırkçı bir diktatörlüğün dünyasıdır. Bu diktatörlük, içerisinde yaşadığımız dönemde, çoğu kez tecrübe ettiğimiz üzere, her tür ilişkiyi, her tür ittifakı açıkça araçsallaştırabiliyor. Araçsalcı politik yaklaşım Türkiye-Amerika ilişkilerinde de görülebileceği üzere, hiçbir zaman gerçek iletişime, eşit iletişime geçit vermiyor. Araçsalcılığın hakim olduğu bir dünyada, bir ülkede ya da toplumda, hiçbir zaman, hiçbir şekilde, niteliksel, insani ve ahlaki bir dönüşüm yaşanamaz.
Güncel politik alan, iktidar alanı, propaganda ve hamaset alanı, diğer bütün alanlara hakim olduğu için, toplumlarımızda bağımsız-eleştirel entelektüel alanlar inşa edilemiyor. Türkiye’de olduğu gibi, sağcı-milliyetçi-muhafazakar-gelenekçi toplumsallaşma, İslami bilinç temelinde bir toplumsallaşmaya izin vermiyor. Yüzeysel-duygusal toplumsallaşmalar, ekonomik kaygılar/tercihler üst düzey kaygıları/tercihleri, niteliksel/entelektüel tercihleri imkansız kılıyor. Bütün yabancılaşmalar, ilkesizlikler, maddi ihtirasların, iktidar ihtiraslarının belirleyici hale gelmesiyle birlikte başlıyor. Duygusallıklar ve yüzeyselliklerle malul olan toplumsallaşmalar, ilgili toplumları ithal kültürlere mahkum ediyor.
Koronavirüs küresel sağlık krizi sırasında, bütün toplumlarda yaşananlar, modern uygarlığın ve modern uygarlık yapılarının/anlatılarının, yapısal, insani ve ahlaki sorunlarla malul olduğunu gösterdi. Bugün, bütün toplumların ve kültürlerin, insanlık sorunlarıyla ilgili olarak kolektif bir bilinçlenmeye, kamusal sorumluluk ahlakına, sosyal adalet hassasiyetine derinden ihtiyacı olduğunu ihtar eden bir dönemden geçiyoruz Modern paradigmalar sorgulanmadığı için, sosyo ekonomik sistemin, daha ağır bir tahribata neden olabilecek, iklim krizi ile ilgili sistematik önlemleri bulunmuyor. Araçsalcı dünya görüşleri, araçsalcı politik sistemler/yaklaşımlar insani alanları, insani duyguları, insani ilişkileri çölleştiriyor. Koronavirüs süreci, dijitalleşmiş kitle insanları dönemini başlatıyor. Bu süreçte politik ve medyatik dil/söylem, kitleleri pasif-endişeli-travmatik nesnelere dönüştürüyor.
İslam dünyası toplumları-kültürleri, bu toplumlarda entelektüel alan, sömürgeci bilgi tarafından ele geçirildiği için, Batılı bilginin sömürgeci mahiyeti ile ilgili sorgulamalar, yüzleşmeler yapılamıyor. Bu yüzleşmeler yapılamadığı için de, Müslüman birey/toplum/kültür nesneleştiriliyor, şeyleştiriliyor. Kitleler, güncel politik alanın, niceliksel başarılarıyla büyülendikleri için, nesneleşmenin, şeyleşmenin farkına varamıyor. Sömürgeci bilginin, dünya görüşünün, bu dünya görüşüne ait yapıların kurumsallaşarak meşrulaştırılabildiği toplumlarda, Türkiye’de de sömürgeleştirilenlerin dünya görüşleri, referans sistemleri bütünüyle değersizleştirilebiliyor.
İslami Analiz / Atasoy Müftüoğlu