Allah’ın Kur’an’da ifadelendirdiği gibi insan zayıf yaratılmıştır. Fakat müstağnidir de. Rabbin ona verdiği aklı, idrak yeteneğini Rabbi için değil de Rabbine karşı kullanacak kadar da zalimdir. Tarih boyunca insanoğlu var olduğu sürece de bu böyle devam etmiş ve edecektir.
Allah insanı böylesine zayıf yaratmışken, o kendini rablik/rububiyet katında görüp her şeye muktedir sayabilmektedir. İnsan aklıyla doğa kanunlarını çözüp hayatına yenilik ve kolaylık getiren icatlar bulabilir. Fakat insan ahlakın mucidi değildir. Batı’da Rönesans’tan bu yana geliştirilmekte olan hümanizm kavramı bunun örneklerinden biridir. Hümanizm Tanrı-merkezci bakışı terk edip insan-merkezci bakışa geçişi yani “insancılık” anlayışını ifade eder. İnsanı merkeze alan düsünme biçimi üretilen her fikirde ne olursa olsun çekirdeğe insanı koyar. Bunu müslümanın vahiy merkezli düşünmesi gibi değerlendirebiliriz. Çekirdeğinde Allah’ın rızası bulunmayan her düşünme biçimi de toplumu felakete sürükleyen toplum kurallarını doğurur. Hümanist düşüncenin ilk temsilcilerinden biri Erasmus olmuştur. Erasmus skolastik düşüncenin hakim olduğu dönemde hümanist ve ilahiyatçı olarak tanımlanır. Erasmus’un hümanizm düşüncesi insan iradesine imkan veren katolisizm ile birleşik insan-merkezci ılımlı Hristiyanlık olarak kabul edilir. Erasmus hümanist anlayışında Katolik Hristiyanlıktaki haksızlıkları eleştirse de papanın iktidarını hiçbir şekilde reddetmez sadece kilisedeki aksaklıkların düzeltilmesi gerektiğini vurgular. Dönemin imkan ve şartları göz önünde bulundurulduğunda kiliseye yakın bu tarz bir hümanist düşüncenin ortaya çıkması beklenebilir. Daha sonra Avrupalı filozof Bacon’a göre insan aklıyla doğayı dönüştürüp hakim olma kudretine sahiptir. Bacon’un “bilgi güçtür” düşüncesi aynı zamanda topluma da hükmetmeyi doğurur. Ardından J. Locke modern felsefe ve bilimin “bilginin yolu üzerinde bulunan çalılıkların temizlendiği inancını savunacaktır. Dünya artık dini, ahlaki manalar barındıran bir düzene sahip değildir. Dönemin düşünme biçimi din temelli ahlaka yer vermemeye başlamıştır. Çünkü dünya, zaman, mekan, kişiler, kültürler değiştikçe insanı temel alan insan putçuluğu düşüncesi de faklı düşünce ve kavramlarla yoğurularak evrilip, çeşitlenmektedir. Varoluşçu hümanizm, Katolik integral hümanizm, modern hümanizm, transhümanizm vs… Hümanizmin doğruları şartlara göre yeni fikirler yeni doğrular dayatmaktadır.
Toplumlar değiştikçe zaman geçtikçe yeni türedi fikirlerin de ardı kesilmemektedir. Temeline aklı, insanı, doğayı koya koya ilerleyen düşünce biçimlerinin sonu yoktur. İnsan hayatı kimi düşünürlerin entelektüel haz amacıyla kurguladığı bir oyuncağa da dönüşmemelidir. Çünkü toplumsal yıkımlar her geçen gün daha da telafisi imkansız hale gelmektedir. Tanrılaştırılan insanın bocalamasıyla yarattığı yıkım onun ilahlık vasfına sahip olmadığının da en somut kanıtıdır. İnsan-merkezci anlayışın günümüzde ulaştığı noktaya baktığımızda ise insan-merkezci toplumsal ifsad kurallarının sonucu olan ahlaki çöküşü görebiliriz. İnsan-merkezci anlayış İslam toplumunda da İslam toplumunu mükemmelleştirmeyi uman vahyi merkeze koymayan batılı kavramlarla düşünen sözde âlimler ortaya çıkarmıştır. Bu düşünme biçimine sahip kişiler fikir üretirken temel aldıkları düşünme biçimini vahyin üstünde tuttuklarından sadece yanılmakla kalmayıp İslam toplumunu da zelil duruma sokmaktalar. Bu düşünme biçiminin hakim olduğu her yeni güne yeni bir fecaatle uyanmaktayız.
Sürekli olarak batıdan idrak etmeden ithal ettiğimiz kavramların, kuralların, etik anlayışların faturalarını ödüyoruz. Gündemimizde bulunan toplumsal cinsiyet eşitliği projesinin olumsuz yansımaları da bu ağır faturalardan yalnızca biri… Bu projenin acı sonuçlarını her gün okuyup duyuyoruz. Kadınsılaşan erkekler, erkeksileşen kadınlar, Grönland’da bu projeyle birlikte kürtaj oranlarının doğum oranlarını aşması gibi. İçinde bulunmadığımızdan belki kimimize masalsı geliyor. Fakat dün bize uzakken ayağımıza kadar gelen ve toplum nazarında normalleşen her dönüşüm gibi toplumsal cinsiyet eşitliği de insanların çevresinde görüp normalleştirdiği değerlere dönüşebilir.
İnsan Rabbinin yerine geçerek temeli insana dayanan kurallarla toplumsal düzeni sağlayamaz. Vahiy olmadan insan ifrat ve tefritten kurtulamaz. Şüphesiz ki insan zayıftır. Rabbinden gelen her söze de muhtaçtır. Herkesin farklı doğrulara sahip olduğu ve yarın hangi yıkıma gebe olduğunu bilmediğimiz bir kavramla toplum ahlakı oluşturulamaz. Toplumu yozlaştıran bu kurallar zakkum ağacının meyveleri gibidir. Bu meyveyi tüketen, ne topluma ne de bireylere hoşnutluk verir. Oysa Allah’ın vahyinde toplum için her çağda, her coğrafyada ve her zihinde hayır vardır. Allah’ın vahyi, adaleti ve itidali temsil eder. Güncellenemez ve değiştirilemez.
Kalemine sağlık kardeşim. Dikkat çektiğin hususta şuan Müslümanlar bir uyku içerisinde. ve uyandıklarında inşallah iş işten geçmiş olmaz. Bu konuda yazılacak belki çok fazla şey var ama asıl mesela (dediğin gibi) “ahlakın kaynağı”…
Teşekkür ederim. Evet abi ahlakın kaynağı asıl mesele rüzgar eken fırtına biçmeye devam edecek.
Allah razı olsun Erdem kardeşim. Önemli bir konuya değinmişsin. Müslümanların yasadığı ülkelerde modern zihniyet artık içselleştirildi. Kaçınılmaz olarak bu zihniyetin ürünleri toplumsal kabulden rahatça geçecek. Umulur ki müslümanlar bu ürünlere kalkan olacak yapılar geliştirirler yoksa gelecek nesiller bu yozlaşmadan nasibini alacak. Rabbim bizi korusun.
Evet Ahmet abi bir merdivenin basamaklarını çıkar gibi ahlaki çözülme de her nesilde kat kat artıyor. Üstelik bu kabullenme ve normalleşme hali itikadi zayıflığın da göstergesi denilebilir. Çünkü müslümanca yaşamanın gerektirdiği temel konularda bile toplumsal normlara taviz veriyorsak tam anlamıyla İslam safına geçmemişiz demektir.
Bu güzel çalışman dan dolayı seni tebrik ederim. devamını bekleriz inşallah.
Teşekkür ederim. İnşallah devamını da getiririz.
Allah razı olsun Erdem Zeran, bu güzel çalışmandan dolayı. Tebrik eder başarılar dilerim.
selamlar
Teşekkür ederim abi.