Geçmişten günümüze değişmeyen bir çatışma kuşkusuz kuşak çatışmasıdır. Bir önceki kuşak bir sonraki kuşak için hep eleştirel cümleler kurarak konuşur. Bunun sebebi her iki kuşağın da farklı zamanlara doğmuş olmasıdır. Dünya Herakleitos’un deyimiyle her an değişmeye devam etmektedir. Bu değiştirme gücünü elinde tutanlar istedikleri tip bir toplum inşa edebilmek için argümanlarını değiştirmektedirler. Bu yönde otoriter iktidar yapılarından, disipline edici iktidar yapılarına, o da olmadı yaratıcı iktidar yapılarına kadar bir çok yöntemi kullanmaktadırlar.
Geçmişte krallıklar bir toplumsal değişim istediklerinde otoriter bir yöntem kullanarak bunu yapmaktaydılar. Daha sonra çeşitli cezalandırma yöntemleriyle toplumu disipline ederek bunu yapmaya devam ettiler. Şimdilerde ise bunu yeni bir toplumu yaratmak suretiyle elde etmeye çalışmaktadırlar. Artık yeni nesil iktidarlar için bir çalışma alanı olarak ortaya çıkmıştır. Post-Modern bir dünyada “Z” kuşağı olarak tanımlanan nesil bu biyolojik iktidar alanının konusu haline gelmiştir. Küresel güçler internetin tüm dünyanın en ücra köşesine kadar kullanım alanına girmesiyle birlikte yeni nesilleri bu siber ağlar üzerinden dizayn etmeye çalışmaktadırlar. Çok sayıda hazırlanan oyunlarla, filmlerle, sosyal medyanın kullanımıyla, video, chat gibi programlarla çocuklarda şiddet, haz, demokrasi, sekülarizm gibi duyguların yerleşmesi sağlanmaktadır.
Bu duyguların İslam’ın öğütlediği ahlaki ilkelerden arınmış bir vaziyette yeni nesilde varolması tam da küresel çetelerin iştahını kabartmaktadır. Hiçbir şeyi derinlemesine bilmeyen ve bundan da hiç kaygı duymayan bir nesil oluşmaktadır. Her-hangi bir yaslandığı ahlaki ilkesi olmayan, kendinden başkasını umursamayan, herhangi bir kutsala inanmayan hedonist bir nesil oluşturulmaya çalışılmaktadır. Böylesi bir neslin hiçbir mahremiyet duygusu olmadığı gibi buna inancı da yoktur. Bu yüzden her türlü mahrem kalması gereken duygularını sosyal medyadan olabildiğince rahat paylaşımlar yaparak yaşar. Başkasının görmesini “ar” ettiği eşinin, kız kardeşinin ya da kendisinin resimlerini sosyal medyadan aleni paylaşmaktan imtina etmez. Her konuda kendini bilgili addeder ama tüm bildiği “Google”den kendisine müsaade edildiği kadardır.
Artık cemiyetlerle birlikte varsa bir cemaat anlayışı dahi dijital platformlarda sanallaşmıştır. Hiç bir gizliliği kalmayıp tüm mahremi alenen kontrol edilebilir noktadadır. Kitapların tozuna aşina değildir. Kendinden önceki neslin okudukları ve inandıklarıyla bağını koparmıştır. Çünkü aldığı eğitim ve ona dayatılan dijitallikle birlikte geçmişle olan bağını artık bir daha kuramamak kaydıyla koparmıştır. Bir önceki neslin bu yeni nesle seslenmesi uçurumun bir yakasından diğer yakasına bağırmasına benzemektedir. Bu yakadan bağıran ne söylediğini neye feryat ettiğini bilse de diğer yakadaki “Z” kuşağı gelen sesi duyamamakta, duysa da anlayamamaktadır. Giderek de mesafe açılmaya devam etmekte olup ve bağlar daha da kopmaya yüz tutmaktadır.
Elbette bu bahsi geçen kuşak bizim evlatlarımız ya da kardeşlerimizdir. Bağlarımızın ölene dek süreceği kimselerdir. Küresel çetelerin yapmaya çalıştığı onca şeyi görüp doğru hamleler üzerinde ortak bir bilinç geliştirmediğimiz sürece aramızdaki bağlar giderek yok olmaya yüz tutacaktır. Firavun’un insanları kamplara bölmesine karşın nasıl ki Musa Vahiyle kamplara ayrılmışları tevhid bayrağı altında toplayabilmişse bugün de küresel Firavunların kamplara ayırmaya çalıştığı, tamamen bireyselleştirmeye gayret ettiği, hiçbir kutsal bırakmadığı ve tüm mahremiyetlerini faş ettiği bu toplumu vahyin sözleriyle yeniden diriltmek elbette mümkündür. Zira bu çetelerin kurduğu tuzak kusursuz değildir. Her şeyi yapsalarda insanın huzursuzluğunu dindirmeye güçleri yetmeyecektir. Yani post modernizmin çare bulamadığı tek şey can sıkıntısıdır. Her türlü eğlence, sex, alkol, uyuşturucu vs. ne kadar insanı kendinden geçiren şeyler varsa bunların hiçbiri insanı can sıkıntısından kurtaramamıştır. Bunun en tabii örneği gelir seviyesi yüksek olan ülkelerdeki intihar oranlarıdır. Her şeyleri var ama mutlu değiller. Yalnızlıktan ölüyorlar, dertlerini dinleyecek bir dosttan mahrumlar. İşte İslam tam da burada kıymetlidir. İnsanın Allah ile başlayan dostluğu kendisine iman eden topluluklarla birlikte bir ümmete dönüşmektedir. Ümmet birbirine karşı kendini sorumlu hisseden ve bu sorumluluğu her konuda üzerine almış kimselerden oluşur. Bu nesle bu şahitlik yapıldığı sürece Firavunların tüm oyunları da yerle yeksan olmaya mahkumdur.
Birbirimizi daha fazla sevmeye, birbirimize daha merhametli olmaya ve birbirimizi daha çok anlayıp dinlemeye ihtiyacımız vardır. Çünkü bizim Allah’tan ve ona iman etmiş ümmetten başka kimsemiz yoktur. Bu ümmet ki yeryüzünün neresinde yaşıyor olursa olsun bizim kardeşimiz ve velimizdir. Bizim ümmet anlayışımız birilerinin çizmiş olduğu ulusal sınırlara hapsedilecek kadar güdük değildir.