İnsanoğlunun sınır tanımaya isteklerinin en belli başlıları, iktidar ve şan kazanma istekleridir. Bunlar her ne kadar çok yakın akraba iseler de, aynı şey değillerdir. Başbakanın şanından çok iktidarı, Kralın ise iktidarından çok şanı vardır. Bununla birlikte, bir kural olarak, şan kazanmanın en kolay yolu iktidar kazanmaktır. Bu özellikle kamuyu ilgilendiren olaylarda eylemli rol oynayan kişiler için böyledir. İktidara talip olanlar, bir bakıma iktidar özleminin, dolayısıyla şan ve şöhretin kendilerini yanıp tutuşturduğu kişilerdir. İktidar arzusu, aynı zamanda, bireyden-topluma şekillendirmek, yeni bir kalıba sokarak, ürettiği değerlerin potasında, özneyi eritmektir.
Taliplisi çok, hırslısı yaman bir arzudur. Elde etmek için kim daha çok çalışır çabalarsa, onun eline geçer. Allah böyle günleri insanlar arasında döndürür durur. Bu bakımdan, iktidar yeri belirlenemez olan, hiçbir zaman birilerinin elinde bir zenginlik ve bir mal gibi sahiplenilebilir olmayan, sadece dolaşımda olan ve işleyen bir şey olarak çözümlenmelidir. Bu noktada söylem önemlidir. İktidar, söylem aracılığıyla ele geçirilmek istenen güçtür. İktidara sahip olanlar, söylemini üretip yaygınlaştırdıklarından dolayı, iktidarlarını sürdürürler. İktidar arzusuyla yanıp tutuşanların asıl hedefledikleri, kendileri dışındakilere, ‘o’ olmazsa bir şey yapamayacakları hissini yaşatmaktır. Bu durum sosyolojik olarak insanların birbirlerini değiştirme arzundan kaynaklanmaktadır. Bu durum, modern anlamda askeri ve siyasi olarak herhangi bir örgütlenmesi olmayan, başsız toplumlarda bile, bir iktidar türünden bahsedilebileceğini gösterir.
İktidar kavramı, hukuk, siyaset ve sosyoloji ile uğraşanların ilgilerini üzerine topladıkları bir kavramdır. İktidarın siyasal sözcüğü ile güçlendirilmiş haline aşina olsak da, o, yaşamın her alanında karşımıza çıkmaktan geri kalmaz. Çünkü iktidar olgusu, toplumsal yaşamdaki en temel süreçlerden birisi, belki de en önemlisidir. İktidar, alınması düşünülen sonuçların ürünü olarak tanımlanabilir. Böyle olunca da iktidar nicel bir kavramdır. Aynı isteklere sahip iki kişiden biri, ötekinin gerçekleştirdiği bütün istekleri ve bunların yanı sıra daha başka istekleri de gerçekleştirirse, o daha iktidarlıdır. En küçüğünden en büyüğüne, en ilkelinden en gelişmişine, en geçicisinden en kalıcısına kadar bütün sosyal topluluklarda yönetenler ile yönetilenler arasında temel bir ayrım doğar. Bir eskiçağ sitesinde, ya da modern bir ulusta daima emir verenler ve emre uyanlar vardır. Bu ayırımla, az ya da çok belirli bir iktidarın örgütlenişe daima rastlanır.
İktidarın genel ve evrensel bir tanımını yapma çabası ortaya çok farklı iktidar çözümlemelerinin çıkmasına neden olmuştur. Bu tanımlamaların, referans aldığı ideolojinin etkisi ve şekillendirmesi ile de yapıldığı akıldan çıkarılmamalıdır. İktidarı tanımlayış sorunu, bir ideoloji sorunudur. İdeolojilerin siyasal sisteme yönelik bakış açıları, iktidarın yeri ve tanımı konusundaki bu farklılıkların temelini oluşturmaktadır. Bu bakımdan toplumsal dönüşümleri sağlamak için bilgi, iktidar tarafından üretilir. İktidar ve bilgi dolaysız olarak birbirlerini içerirler. Bilgiyi üreten iktidardır. Ne eşgüdümlü bir bilgi alanı olmaksızın herhangi bir iktidar ilişkisi var olabilir, ne de iktidar ilişkileri varsaymayan ve oluşturmayan bir bilgi alanının var olabileceğini düşünülebilir. Yani iktidar, bilgide olduğu gibi, hayatın diğer alanlarında da eşitsiz bir ilişki içinde bir şeyin yaptırılabileceğini içerir.
İnsanları yönetmek isteyen herhangi biri(leri), iktidarı altındaki insanları hayvanlar kadar aşağılamaya, haklarını ve direnme kapasitelerini onları kandırarak ellerinden almaktan geri durmayabilir. Onları bir eşya gibi kullanır ve onlara söylemese bile, onların kendisi için herhangi bir eşya kadar az değer taşıdığını kendi içinde her zaman açıkça bilir. Nihai amacı onları kendi içine almak ve özlerini emmektir. Onlardan arta kalan onu ilgilendirmez. Onlara ne kadar kötü davranırsa, onları o kadar küçümser. İşe yaramaz hale geldiklerinde, herhangi bir şey gibi fırlatıp atarak onlardan kurtulur.
Genel anlamda, ceza sistemi iktidar olarak iktidarın en açık tarzda kendini gösterdiği biçimidir. Birini hapse atmak, onu beslenmeden, ısınmadan yoksun bırakmak, dışarı çıkmasını engellemek, bu iktidarın hayal edilebilecek en ölçüsüz tezahürüdür. İktidar çözümlemesi yapabilmek için, öncelikle ve temel olarak baskı mekanizmalarının çözümlemesinin yapılması zorunludur. iktidar ilişkilerinin içeriğini anlamak için de, referans aldığı ideolojik paradigmanın iyi okunması gerekir.
İktidar yalnızca birileri tarafından diğerlerine uygulanan bir şeydir… Kendi içinde iktidar, sadece bir özgürlükten feragat, bir hakkın aktarılması, tek tek herkesin sahip olup vekaletini birkaç kişiye verdiği bir şey olarak tanımlanamaz… Gerçekte, bir iktidar ilişkisini tanımlayan şey, onun başkaları üzerinde doğrudan ve dolaysız olarak etkide bulunmayan, ama başkalarının eylemleri üzerinde eyleyen bir eylem tarzı olmasıdır. İktidar gerektiğinde hatta hiç gerek olmasa bile zorlar, eğip büker, kırıp döker, yıkar. Bütün olanakları ortadan kaldırır. Onun karşı kutbu ancak edilgenlik olabilir. İktidarın baskı mekanizmalarını çalıştırması, dirence karşı aldığı bir tedbir olarak görülmelidir. Çünkü iktidarın olduğu yerde direnmenin de olacağı, bu nedenle de iktidar ve iktidara direncin birbirinden ayrılmaz bir İkiliyi oluşturduğu göz önünde bulundurulmalıdır.
Hz. Musa (as) ve Firavun, iki tür iktidarın temsilcileriydi. Hz. Musa (as) Allah’ın Rabliğinde bir iktidar sağlamak için, Allah tarafından seçilmiş ve Firavuna gönderilmişti. Firavunsa kendi dünyevi iktidarının devamı için, her türlü zulmü işlemekten geri durmamaktaydı. Firavunun zulümle abad olmaya çalıştığı iktidarına karşı, Hz. Musa’nın (as) vahiy merkezli ıslah ve ihya esaslı bir mücadeleye girişti. Bu esaslı mücadele, aslında Hak ile batılın kadim savaşının iktidar mücadelesiydi. Her iktidarın karşısında bir karşı duruş olduğunun en bariz göstergesiydi. Bu mücadele, iki doğrudan birini tercih etmek değil, kişiler arasındaki nefsani anlaşmazlıkların kavgası da değil. Bu mücadele yaratılış temelli, değerler mücadelesidir. Hz. Adem’le (as) başlayan ve tarihin sonunda dek sürecek olan kavganın kendisidir.
İktidarın tanımı
İktidar kelimesinin sözlüklerdeki anlamı çeşitlilik arz eder. İktidar, “bir işi gerçekleştirmek için gereken kuvvet, muktedir olma, güç yetme yapabilme, devlet yönetimini elinde bulundurma ve devlet gücünü kullanma yetkisi olarak ifade edilmekte. Ayrıca, takat, kudret, güçlülük, yönetim, kabiliyet, bir toplulukta veya kuruluşta idareyi elde bulundurmak, erk, hükümet anlamına da gelmektedir.
İktidar kavramı, hukuk, siyaset ve sosyoloji ile uğraşanların ilgilerini üzerine topladıkları bir kavramdır. Bertrand Russell’ın dediği gibi, “enerji fizik açısından ne anlama geliyorsa, iktidar da sosyal bilimler için o anlama gelir.” İktidar yaşamın her alanında karşımıza çıkmaktan geri kalmaz. Grev yapan işçilerin fabrika önündeki eylemleri, üst geçidin bulunmadığı yerde karşıdan karşıya geçen bir yayanın içine itildiği tehlike, iktidar ilişkilerinin dışında tahlil edilebilecek konular değildir.
İktidarın toplumsal yaşamı oluşturan tüm ilişkilere ve en küçük gözeneklere kadar sızması, iktidardan ne anlamamız gerekir sorusunu önemli hale getirir. İktidar ilişkilerini zorun ürünü olarak görenler kadar, rızayla ilişkilendirenler de vardır. İktidar, bazıları için baskı ve sınırlayıcılığı temsil ettiği ölçüde, belli bir kesimin diğerleri üzerindeki tahakkümü anlamına gelirken, iktidarı aktörlerin birlikte ortak bir hedefi gerçekleştirmek için bir araya gelmeleriyle ilişkilendiren ve tam da bu anlamda üretken bulan yaklaşımalar da mevcuttur. Kısaca ifade etmek gerekirse, iktidar kavramı, üzerinde derin ayrılıkların ve ihtilafların olduğu bir tartışmaya işaret etmektedir. Çünkü iktidar olgusu, toplumsal yaşamdaki en temel süreçlerden birisi, belki de en önemlisidir. Toplumsal iktidarın biçimi olan siyasal iktidar, her alana yayılabilen ve hassas bir olgu olarak tarif edilmektedir.
İktidar sözcüğü, İngilizcede de aynı çeşitliliği gösterir. İktidar kelimesinin İngilizce karşılığı olan “power” sözcüğü, kuvvet, kudret, metanet, mukavemet, sağlamlık, derman, takat, dayanma gücü, hükmetme, hüküm, hakimiyet, hakim olma, etkileme, tesir etmedir. Aynı zamanda, halkı ve olayları kontrol etme yeteneğini, gücü kontrol eden kişiyi ve resmen sahip olunan hakkı ifade eder. Çünkü ne tür bir iktidar anlayışına sahip olunursa olunsun, iktidarın, başkalarının davranışlarını etkileme ve onları bir şeyi yapmaya zorlama yönü vardır. Başka bir deyişle, sonuçların meydana getirilmesi kavramı, bütün iktidar yaklaşımlarında bulunan ortak nüvedir. Sonuçların meydana getirilmesi ise, akla ister istemez güç olgusunu getirmektedir.
İktidar, varlığını ispat etmek ve isteklerini gerçekleştirebilmek için, tehdit altında olmadıkları zamanlarda bile, kendisine itaat etmeye hazır insanlara, makbul vatandaşlara ihtiyaç duyar. Ancak iktidar terimleri olarak adlandırılan, otorite, etki, zorlama, ikna, güç, gibi çoğu açık uçlu ve belirsiz ama birbiriyle ilişkili kavramların çokluğu da iktidarın çok geniş bir anlamı içerdiğini, bu içeriğin ise hem teorik olarak hem de pratik olarak işlev gördüğünü ifade etmesi bakımından manidardır.
Bütün bu etkenler iktidarın nasıl ele alınacağı ve ona ne şekilde yaklaşılması gerektiği konusunu da hem tartışmalı hem de çözümlemesini zor hale getirmiştir. Bu çerçevede iktidara, çatışma ve karşı koyma ekseninde yaklaşanlar olduğu gibi ona, kolektif bir kapasite veya başarı olarak bakanlar da vardır. Anlamdaki bu çeşitliliğin, iktidar terimleri arasındaki belirsizliğin ve buradan doğan yaklaşım farklılıklarının sorunu bulanıklaştırdığı düşünülse de, genel anlamda iktidar kavramını açıklığa kavuşturmak için, “güç” ya da “etki” sözcüklerinden hareket edilebilir. Çünkü iktidarın, başkalarının davranışlarını etkileme ve onları bir şeyi yapmaya zorlama yönü vardır. Başka bir deyişle, sonuçların meydana getirilmesi kavramı, bütün iktidar yaklaşımlarında bulunan ortak anlamdır. Baskın yönü, güç kullanma yetkisinin varlığıdır. İktidarın kökünün de, meyvesinin de saldırganlık olduğu sorgulanamaz bir hakikattir.
İktidar kavramı ve bu kavram üzerinden vücut bulan olgu, hayatı bütünüyle saran bir gerçektir. İnsanların topluca yaşaması, sosyal ilişkilerin varlığı ve sürüp gitmesi, insanların gerek birbirleriyle, gerekse doğal çevre ve her türlü şeyle olan iletişimi, iktidar olarak tanımlanan örgütlenmeyi ortaya çıkarır. Bu tanımlar gibi yapılmış birçok tanımdan da yol çıkılacak olursa, iktidar ya da iktidar-itaat ilişkilerini toplum arasında gerçekleşen iletişimin zaruri sonucu olarak görebiliriz. İktidar olgusu toplumsal yaşamın ve sosyal ilişkilerin kaçınılmaz bir sonucudur. İktidar, gücü yetme, güçlü olma, bir şeyi yapabilme hali, İktidarsızlık; güçsüzlük, acizlik, beceriksizlik olarak da tanımlanmaktadır. Kudret de bu anlamdadır. Ancak aralarında kullanılış bakımından bir fark vardır. Şahıslar hakkında her ikisi de kullanılabilir. Meselâ “insanın kudreti”, “insanın iktidarı dahilindedir” denebilir. İktidar, günümüzde ülke yönetimini elinde bulundurma anlamında kullanılmaktadır.
Sonuçların meydana getirilmesi ise, akla ister istemez güç olgusunu getirmektedir. Batılı bazı düşünürler kurucu iktidarın hukukiliğini tartışmış, kurucu iktidarın hukuki olamayacağını dile getirmiştir. Bu Batılı yazarlara göre, asli kurucu iktidarın incelenmesi hukukçuların işi değildir. Burada ortaya bir kurucu iktidar, birde kurulmuş iktidar olguları çıkmaktadır. Yani ortada bir kurucu iktidar bir de kurulmuş iktidar vardır. Kurucu iktidarın yani devletin oluşumu, devlet içindeki kuruluşların oluşumuna benzemez. Onun oluşumu, önceden mevcut hiçbir hukukî düzen tarafından idare edilemez. Zira o, hukuku belirleyendir; hukuk tarafından belirlenen değil. Diğer bir ifadeyle, devletin doğumu, hukukî değil, tamamen saf, tabiî bir olgudur. Zira onlara göre, devletin ilk organizasyonunu belirleyen işlemlerin hukuki yorumunun yapılması mümkün değildir. Gerçekten de, asli kurucu iktidarın hukukî nitelendirilmesinin yapılabilmesi için, hukukun devletten önce oluştuğunun kabulü zorunludur.
Bugün için okuduğumuz iktidar ve modern devlet tanımları tamamen eski Yunan kaynakları ve son dönem Batı’nın aydınlanma filozofları tarafından yapılan tanımlar olarak ifade edilmektedir. Özellikle ulus devlet tanımları üzerine yoğunlaşan batı felsefecileri, dünyaya egemen olan modern devlet kurgusunu çeşitli yaklaşımlarla tanımlamış, bu tanımlamalar doğrultusunda da modern devletin fiziki varlığı uluslaşma üzerine kurgulanarak, yeryüzünde ete kemiğe bürünmüştür. Batı’nın öteki olarak kodladığı kendi dışındaki dünya da ne yazık ki batılılaşmanın aydınlanma ve aydınlatılma olarak anlaşıldığı ve benimsendiği günden beri, gerçek anlamda bir karartma ve kararma yaşanmaktadır. İşte bu karartma ve kararma, Doğuya çok acı tecrübelerle yansımıştır. Bir bakıma Batı paradigmasında Doğu, Doğululaştırılmıştır. Bu bağlamda asıl öne çıkan ise, iktidar-itaat ilişkisinde, itaat edenin her zaman Batı dışındaki toplumlar olması beklenmiştir.