İktidar kavramını yönetme gücünü elinde bulundurma halidir diye tanımlarsak yanlış bir tanım yapmış olmayız. İktidar kavramı yalnızca devleti yönetmek olarak algılansa da aslında her yerde karşımıza çıkmaktadır. Bir kere iktidar kelimesinin sözlüklerdeki anlamı çeşitlilik arz eder. Türkçe’de, “bir işi gerçekleştirmek için gereken kuvvet, muktedir olma, yapabilme, takat, kudret, kabiliyet, bir toplulukta veya kuruluşta idareyi elde bulundurmak, hükümet etmek” anlamına gelen iktidar sözcüğü, İngilizce’de de aynı çeşitliliği gösterir. İktidar kelimesinin İngilizce karşılığı olan “power” sözcüğü, halkı ve olayları kontrol etme yeteneğini, doğal bir hüneri, gücü, gücü kontrol eden kişiyi ve resmen sahip olunan hakkı ifade eder. Güce iktidar adını verebilmek için, bir başka öğeyi, rızayı devreye sokmak şarttır. Çünkü güç tek başına bir şey yapamaz. İktidar, varlığını ispat etmek ve isteklerini gerçekleştirebilmek için, tehdit altında olmadıkları zamanlarda bile, kendisine itaat etmeye hazır insanlara ihtiyaç duyar. İktidar ilişkiden başka bir şey değildir. İktidar basitçe baskılayıcı değil üreticidir. Sadece devlete ait değildir. İktidarı “tüm sosyal beden” deneyimler, en küçük seviyedeki sosyal ilişkilerde de vardır; her zaman her yerde vardır. İktidarın kullanımı stratejiktir ve savaşa benzerdir. Ancak tercih edilen tekniklere göre iktidar pozitif ya da negatif olabilir. Foucault’ya göre negatif iktidar, “hayır” diyendir; bir şeyin yapılamayacağını ve yasaları güçlendiren güçtür. Pozitif iktidar ise telkinde bulunur, problem çözücüdür.
Marksist yaklaşım da dâhil olmak üzere modern yaklaşımlar, iktidar sorununun merkezine devleti alıp iktidar ilişkilerini bu alana sınırlayarak, iktidarın çok sayıda irili ufaklı ağlar biçiminde toplumun tüm gözeneklerine sirayet edişini ve bu geniş işleyişini görmeyi engellemektedir. Oysa iktidar, çok sayıda ve birbirinden bağımsız ağ ve zincirler biçiminde çalışmaktadır ve devlet, bu odaklardan sadece biridir. Aile, yerel topluluklar, devlet dışı birçok örgüt ve kurum bu iktidar ağları etrafında şekillenir ve yaşar. Foucault, bu çoklu iktidar ilişkilerinin işleyişinin izlenmesinin kolay olmadığını, ancak yapılması gerekenin tam da bu ilişkilerin sorgulanması olduğunu öne sürmektedir.
İktidar biçimlerini bir çok farklı kategoride inceleyebiliriz.
Mutlak İktidar
Foucault’ya göre feodal düzende ve monarşik sistemlerde iktidar tebaları üzerinde sınırsız bir güce sahip hükümran bir kişide cisimlenir. Mutlak iktidar, kral veya merkezi bir otorite figürüne kayıtsız şartsız itaati içerir. Bu sistem tipinde suç, monarkın mutlak iktidarına karşı bir tehdit olarak algılanır ve suçlunun herkesin gözü önünde ve ibret verici, korkutucu bir biçimde cezalandırılması gerektiği düşünülür. Bu dönemde verilen cezalar, vahşete ve uygulanan vahşetin de sergilenmesine dayanır. Uygulanan işkenceler, keyfi bir zulüm değil aksine kralın bu dünyadaki iktidarının ritüel bir icrası olarak bilinçli bir biçimde tasarlanmış düzenli pratiklerdir.
Modern ulus devlet anlayışında yönetici devleti birincil amaç haline getirerek iktidarı devlet adına kullanır. Devletin bütünlüğü tezinden yola çıkarak bu bütünlüğe halel getirecek iktidarlarını sarsacak her türlü eyleme şiddetle karşılık verirler. Krallık yahut feodal düzende olduğu gibi ya da daha şiddetli bir şekilde mutlak iktidarlarını pekiştirme gayreti içine girerler. Türkiye’de gerçekleşmiş yahut gerçekleşmesine dönük teşebbüslerde bulunulmuş darbelerde iktidarı elinde tutanlar otoriter davranarak iktidardan uzaklaştırılanlara karşı öfkeyle hareket ederek şiddet ve sindirme politikası uygulamışlardır.
İlk anarşist düşünür olarak nitelenen Proudhon şöyle der:
“İktidar; ne bunu yapacak hakka, ne bilgeliğe, ne de erdeme sahip yaratıklar tarafından gözaltında tutulmak, casus gibi izlenmek, idare edilmek, yasalara bağımlı kılınmak, sayılmak, kaydedilmek, fikir aşılanmak, vaaz verilmek, denetlenmek, hesaplanmak, değer biçilmek, sansür edilmek ve emredilmektir. iktidar her türlü işlemle, her türlü hakaretle not edilmek, kayda geçirilmek, sıraya alınmak, değeri belirlenmek, lisans verilmek, yetki verilmek, nasihat edilmek, yasak koyulmak, reformdan geçirilmek, düzeltilmek ve cezalandırılmaktır. İktidar kamu yararı gerekçesiyle ve genel çıkarlar adına yükümlülüğe bağlanmak, yetiştirilmek, soyulmak, sömürülmek, tekellere bağımlı kalmak, zorbalığa maruz kalmak, köşeye sıkıştırılmak, gizemlerle büyülenmek ve yağmalanmaktır; en ufak bir direniş ya da yakınma sözcüğü karşısında baskıya uğramak, ceza görmek, azarlanmak, taciz edilmek, takip edilmek, istismara uğramak, sopayla dövülmek, silahsız bırakılmak, hapse atılmak, yargılanmak, mahkûm edilmek, kurşuna dizilmek, sürgüne gönderilmek, feda edilmek, satılmak, ihanete uğramaktır; alay edilmek, gülünç düşürülmek, öfkelendirilmek, onursuz bırakılmaktır. İktidar budur, onun adaleti budur, onun ahlâkı budur.”
Disipline Edici İktidar
Disiplin, sosyal sistemde bireylerin davranışlarını düzenleyen bir iktidar mekanizmasıdır. Mekan, zamanlama ve bireylerin davranışları üzerine uygulanır. Gözetim teknikleri ile pekiştirilir. Foucault’ya göre iktidar, disiplin edici değildir. Disiplin daha çok iktidarın tecrübe edildiği yollardan biridir. Focault, disipline edici toplum kavramını o toplumun tarihini, orjini ve hapishane, hastane, okul ve ordu gibi kurumlarını incelerken kullanır. Ancak Focault, bu terimi disipline edilmiş toplum anlamında kullanmadığına dikkat çeker. Focault’ya göre disipline edici iktidar gelişerek 18-19. yy.da mutlak iktidarın yerini alır. Ancak bugün bile mutlak iktidarın kalıntıları vardır.
Bu yeni iktidar, insanlara fiziki cezalar uygulamaktan ziyade onları sürekli kontrol altında tutar. Jeremy Bentham tarafından tasarlanan Panoptikon (içerden aydınlatılan hücrelerin ortasından yükselen bir gözetleme kulesinin yer aldığı, gözetleme memurunun gözlenenler tarafından görünmediği daire biçiminde bir bina) adını verdiği bu gözetim sistemi ile insanlar ceza evleri, tımarhaneler ve manastırlara kapatılmaya başlanmıştır. Focault “Deliliğin Tarihi” adlı kitabında 17. yy. Avrupa’sında mantığını yitirmiş, laf anlamayan insanların kilit altında tutulduğu kurumların ortaya çıktığı bir hareketin başladığına işaret eder. Bu hareket sadece delilere yönelik değildir; işsizleri, bekar anneleri, başarısız intihar girişiminde bulunanları, hayat kadınlarını, zamparaları, geleneklere aykırı davrananları kısaca sosyal olarak üretime katılmayan veya zararlı olan herkesi içermiştir.
Bu iktidar; psikologlar, program uygulayıcıları, doktorlar gibi profesyonellerin iktidarıdır ve tıpkı hükümlülerin hapishanede yatma sürelerinin hukukçular tarafından belirlenmesi gibi bireylerin hastanede, okulda ve benzeri yerlerde ne kadar kalacaklarının, nasıl davranmaları gerektiğinin belirleyicisi de uzmanların kararlarıdır. Bireyler, sürekli gözetlendiklerini düşünerek istendik davranışlar sergilemeye çalışırlar. Yani bireyler de “kendini-gözetimi” genel bir gözetim sisteminin bir parçası olarak içselleştirirler. Kısaca bu disiplin tekniğinin amacı, istenen davranışı göstermeyenleri “normallik standartlarına” uymalarını sağlayarak “normalleştirmektir”. Böylelikle bireyler herkese uygulanan eğitim ve ıslah metodlarıyla “itaatkar” uydular haline getirilir. Görünür olma ışığa çıkma bir aldatmacadır. “Görme/Gözetleme” ile modern toplum bilginin iktidarı ile insanları yaşam alanlarının her yanını her an kontrol etmektedir. Bireylere fiziki olarak eziyet etmenin, onları kapalı mekanlarda saklı tutmanın ve günümüzde de sürekli gözetim altında bulundurmanın mantığı temelde aynıdır. Modern devlet de insanların davranışını aynı biçimde şekillendirmek için, deyim yerindeyse (tarım ve hayvancılık kültürlerinde görülen), bir çobanın sürüsünü gütmesi gibi yönlendirmek için belli teknikler kullanır.
Disipline edici iktidarın en önemli kurumlarından biri okullardır. Postkapitalist çarkların dişlileri arasına sokulan yeni nesiller tornadan çıkmışçasına tek tip oluverirler. Zevklerinin peşinde, kendisinden başkasını düşünmeyen, direniş ruhu kaybolmuş, konformist bir nesil inşa olunur. Mevcut rejimin normali böyle bir nesildir. Düşünmeyen, boş bir zihin olmayı reddeden, aksine hakikate ulaşabilme adına muhalefet eden bir nesil olmak istediğinizde “anormal” olarak tanımlanıp sistem dışına itilebiliyorsunuz. O zaman mevcut rejimin mutlak iktidar yüzüyle tanışıveriyorsunuz. Okullar dışında, cezaevleri, tımarhaneler, ekonomik yaptırımlar, kaos korkusu, medyanın tek yanlı haberleri işlemesi gibi daha bir çok disipline edici iktidar uygulamaları mevcuttur.
Biyo-İktidar
Disipline edici iktidar insanların davranışına odaklanırken biyo-iktidarın temel hedefi doğrudan insan bedenidir. Basit bir mantıkla doğum-ölüm oranları, doğurganlık, hastalık, yaşam süresi, diyet ve beslenme alışkanlıkları üzerinden bir tür nüfus planlamasına odaklanır. Özellikle 18.yy’dan sonra politik birimlerin demografik yapıyı kontrol etme, düzenleme gayreti içine girdikleri görülmektedir. Ancak bunun için uyguladıkları yöntem tercih ettikleri teknik kapatma men etme ya da zarar vermeyi içermez. Daha çok söylemler geliştirerek iktidar ve kontrolü gündelik hayata taşırlar ve yayarlar. Bu bağlamda tıp, psikiyatri, sosyal hizmetler gibi pek çok uzmanlık alanlarının söylemleri bireyleri ikna ederek çok daha yaygın ve ince bir formla itaate zorlarlar. Örneğin üç çocuk söylemi biyo-iktidar alanını ilgilendirir. Modern devlet anlayışı ulus devlet mantığını içerdiğinden ülkenin yaş ortalamasını genç tutabilmenin bir yolu olarak bunu görür. Oysa nüfusun artması topluma bir yarar sağlamaktan ziyade sermaye sahiplerinin işlerini görecek kölelerin artmasına sebep olur. Çünkü mevcut rejim zengin ve fakir arasındaki uçurumu zenginlerin lehine sürekli derinleştirdiğinden zenginlik belli ellerde dolaşan bir baskı aracına dönüşmektedir. Mevcut rejimi elinde tutan iktidar sahipleri olayı ülke menfaati ve geleceği adına iyi bir şey gibi süsleyerek ülkenin demografik yapısı üzerinde değişiklik yapmak isterler.
Mevcut devam eden Suriye savaşında da bu iktidar biçimini görürüz. Suriye’yi belli parçalara bölerek her bir parçada farklı demografik yapı oluşması için insanları göçe zorlayıp istedikleri ırkları o bölgelere yerleştirip kendi iktidarlarını onların eliyle devam ettirme gayretine düşmüşlerdir.
Sonuç
İktidarı elinde tutanlar iktidarlarının sürekli daim olması için çaba sarf ederler. Altusser’in ifadesiyle devletin hem baskı aygıtlarını hem de ideolojik aygıtlarını sonuna kadar kullanırlar. Bir dönem kol kola girdikleri, beraber yol yürüyüp yağan yağmurlarda beraber ıslandıkları yoldaşlarını bir darbe algısıyla silip yok edebilirler. Çünkü iktidarlar için aslolan hakikat değil iktidarı elde tutma arzusudur. Bu öyle bir algıdır ki farklı düşünmeye tahammül edemezler, müstekbirleşirler ve kendilerini ilah konumuna korlar. Kim farklı bir itiraz yükseltecek olursa onu hemen terör kimliğiyle yaftalarlar. Kendi soygunlarını, semizleşmelerini, yandaş kayırmalarını, ihaleye fesat karıştırmalarını, ülkenin değerli kaynaklarını birilerine peşkeş çekmelerini öteki yani bir düşman yaratarak meşrulaştırırlar. Halkı sürekli bir korku halinde tutarlar. Biz olmazsak başınıza bakın ne işler açılır diye tehdit ederler. Bizi seçmezseniz ekonomi çöker, şuna evet demezseniz iç savaş çıkar vesaire… Şimdiki iktidar sahipleri gibi her iktidar sahibi kendini ilah yerine kor. Adeta kendileri olmasa iyi olan hiç bir şey olmayacakmış gibi müstekbir bir eda takınırlar.
Kadiri mutlak iktidar anlayışı içinde hareket edenlere karşı müminlerin teslimiyetçi bir tavır takınmaları kabul edilebilir bir şey değildir. Mümin olmak Allah’ın iktidar olduğu ya da olacağı bir toplumun inşasının yanında durabilmektir. Kendilerine itaat karşılığında verilen ulufelere ram olan bir anlayış içinde mümin olunamaz. Dünyadaki tüm müstekbirlere karşı onurlu, hikmetli ve basiretli bir duruşu ancak iman edip salih amel işleyenler sağlayabilir. Dünyadaki mazlumların tek umudu da yalnızca iman edip salih amel işleyenler olmalıdır. Bunun içinde düşünce üreten ve tarihe yön verebilen bir duruşumuz olmalı. Atasoy Müftüoğlu’nun deyimiyle tasarlanmış bir bilinçten arınarak bilinç düzeyinde teslim olduğumuz bir vahiy inancımız olması gerekmektedir. Ama görünen o ki mevcut iktidara ram olarak onun hayr bildiğini hayır şer bildiğini şer kabul eden zavallı “islamcılar” dünyasını yaşıyoruz. İsrailoğullarının hahamları gibi kelimeleri eğip bükerek ve söylediklerini dinden sanabilmemiz için, iktidara yaltaklanıp etrafındakileri iktidarın itaatkar kulları haline getirebilmek için çaba göstermektedirler. Post kapitalist bir anlayışın yılmaz savunucusu iktidarın yeryüzünü ıslah etmeye çalıştığına herkesi ikna etme telaşındadırlar. Oysa iktidarlarla birlikte fesadın ve ifsadın yayılması için gayret sarf etmektedirler.
İktidar eğer vahyin kılavuzluğuna tabi olursa hayr üretir. Çünkü toplumu ulus devlet anlayışından ümmet anlayışına sevkeder, tüm insanlar için adil olur, emaneti ehline teslim eder, haklı bir neden olmaksızın kimsenin canına kıymaz, insanlar arasında kastlar oluşturmaz, farklılıkların düşmanı olmaz yalnızca kötülüğü yok etmeye odaklanır. Farklılıkları kabul eder yok etmez. Buna iman etmiş herkes tüm iktidarlara karşısında diz çöktürür ve hiç bir otoritenin karşısında diz çökmez. Çünkü İbrahim gibi kendini Allah’ın yanında güvende hisseder. Zira dünyada ve ahirette mutlak iktidar sahibi olan Allah’tır ve onun yanında, onun iktidarı için mallarını ve canlarını verenler, vermeye razı olanlar güven içinde olabilirler.