İHVAN’ I TEDİP DEVAM EDİYOR
Erdal Bayraktar
Mısır’ da kurulan İhvan-ı Müslim’in Hareketi, Mursi’ nin Cumhurbaşkanlığından darbeyle uzaklaştırılması ve beraberinde Mursi’ nin ve İhvan’ın önde gelenlerinin idama ve müebbete mahkum edilmesiyle tarihinin zor süreçlerinden birini daha yaşıyor. Hareket için bu süreçler yeni değildir. İhvan’ın tarihi böyle nice zorluklarla doludur. İhvan’ın şahsında İslami Muhalefet’in yaşadıklarını kadim medeniyetlere ev sahipliği yapmış Mısır’ı, dünya ve bölge konjonktürünü akılda tutarak düşünmek gerekiyor. Süveyş kanalıyla dünyada önemi daha da artan Mısır, Siyonistlerin Filistin’i işgaliyle Ortadoğu, Asya ve Afrika için daha da önemli bir hale gelmiştir. Mısır’ın tarihsel gücü ve jeo-stratejik konumu-avantajları ve dezavantajları birlikte görülerek- dikkate alınmadan yapılan Mısır okumaları eksik ve yanıltıcı bir okuma olacaktır.
1928’ de Rahmetli Hasan El Benna tarafından dini, siyasi, toplumsal, evrensel amaçları merkeze alarak kurulan Hareket o günden bu güne çeşitli imtihanlar yaşayarak bu günlere gelmiştir. Hilafet’in ilgasından sonra kurulan, Ümmet çapında yaygınlaşan hareketlerin belki de ilkidir İhvan Hareketi. İslam dünyasını fiili ve fikri olarak etkilediği gibi, İslam dünyasının dışındaki dünyada da etkili olmuştur. Müslüman toplumun kendi içinde şiddet kullanmasına karşı çıkmasıyla, sosyal ve kültürel olarak Sünni dünyadan neşet etmesine rağmen mezheplere ve farklı düşüncelere karşı tahammülüyle tanınmıştır. 1938 yılından sonra siyasi bir güç olarak kabul edilen Hareket, o dönemin iktidarı ve Vafd Partisi tarafından tehdit olarak kabul edilmeye başlandı.
ZORLU YILLAR BAŞLIYOR
Hareket ülke çapında güçlenince ve yaygınlaşınca kurucu lideri Benna 1949 yılında şehit edildi. Bundan önce İsrail’in kuruluşunu ve Arap- İsrail Savaşları’nı unutmamak gerekiyor. Bu savaşlarda İhvan’ın yönetici kadroları ve üyeleri kahramanca savaştılar. Bu savaşlarda Mısır’ın yenilmesine rağmen Cemal Abdunnasır’ın yıldızı parla/tıl/maya başlar. Ben bu yılları okurken Türkiye topraklarında yaşanan Çanakkale Savaşı’nı hatırlarım. 1952 yılında Hür Subaylar Darbesi olur. Bu darbeden sonra Krallık lağvedilerek Cumhuriyet ilan edilir. Bunun öncesinde Krallığın ve Vafd partisinin İsrail ile giriştiği savaşı kaybettiğini ve İngilizlerden boşalan “dünya jandarmalığı”na Amerika’nın geçtiğini unutmayalım. Darbenin Konsey Başkanı Genaral Necip görünmesine rağmen asıl güç Cemal Abdunnasır’dır. Abdunnasır, Arap-İsrail Savaşı yıllarında İhvan’ı daha yakından tanıma fırsatı bulur. Abdunnasır darbenin ilk yıllarında darbesine halk desteği sağlamak için İhvan’a “hoşgörü”yle yaklaşır. Bu dönemi değerlendirenler, Abdunnasır’ın bir dönem İhvan’a katıldığından, en iyimser ifadeyle sempati duyduğundan bahsederler. Nasır iktidarını sağlamlaştırdıktan sonra kendisi için sahici muhalefet olan İhvan’ı 1954 yılından itibaren kanlı bir şekilde tasfiye eder. Bu dönem, hem İhvan hem de diğer İslami Hareketler için üzerinde çok çalışılması ve düşünülmesi gereken bir dönemdir. Binlerce İhvan mensubu hapishaneye gönderilir. Bu yıllar İhvan’ın en zorlu yıllarıdır. Bu süreçte Seyyid Kutup, Abdulkadir Udeh gibi Hareket’in etkili insanları da tutuklanır. Seyyid Kutup 15 yıl hüküm giyer. 1964’te serbest bırakılır ve 1965’te yeniden tutuklanır ve altı arkadaşıyla birlikte 1966’da idam edilir.
1970 yılına kadar devam eden Abdunnasır dönemi Mısır, Suriye, Yemen, Sudan gibi ülkeleri kapsayan Arap dünyasını ciddi manada etkilemiştir. Abdunnasır’la birlikte; sömürgeciliğe karşı çıkışla başlayan, İsrail’in kuruluşuyla devam eden anti- emperyalist ve anti-Siyonist mücadelenin İslami Muhalefet’e dönüşme, İslami Önderlik altında devam etme ihtimali o günkü Hakim Güçler’in kontrolünde Seküler, Laik siyasi-askeri elitler üzerinden Arap Sosyalizmi kavramı üzerinden Modern bir ideoloji olan Sekülerizme, Ulusçuluğa yönlendirilmiştir. Benna’nın şehit edilmesiyle başlayan baskı, katliam, sindirme süreci, o günkü dünya konjonktürüne uygun olarak Müslüman Mısır’ı dizayn etme hedefi güdüyordu İslam dünyasındaki halklar, İslami Hareketler bu tür manipülasyonlarla her dönemde -özellikle geçiş dönemlerinde- ve elan da karşı karşıya kalmakta, imtihan olmaktadırlar.
Enver Sedat ve Hüsnü Mübarek’li yıllarda Mısır Amerika etkisine girmiştir. Enver Sedat döneminde Amerika ve İsrail ile ilişkilerin düzeyini anlama açısından Camp David Antlaşması önemlidir. Bu anlaşmadan sonra Siyonizm ve Filistin meselesi farklı bir boyut kazanmıştır. Bu dönemde İhvan’a bakış ve yaklaşım biçimi ana çerçeve değişmeden, konjonktüre bağlı olarak bazen gevşeyerek bazen de sertleşerek bu günlere kadar gelmiştir. İhvan Hareketi, Mısır’daki Firavuni Rejim için her zaman tehlike olarak algılanmıştır. Rejim’in bu tavrı dünya Müstekbirleri ve onların Afrika’daki ve Ortadoğu’da ki taşeronları tarafından alkışlanmış ve destek görmüştür. Toplumsal gücü nedeniyle yok edilemeyen İhvan her zaman dikkatle takip edilmiştir, dostları ve düşmanları tarafından.
Arap Baharı olarak isimlendirilen süreç İslami Hareketler ve İhvan için yeni bir dönemin habercisi oldu. Soğuk Savaş Dönemi’nin sona ermesiyle dünya siyaseti, çok kutuplu bir siyasetten tek kutuplu bir siyasete evirildi. SSCB’nin temsil ettiği Komünist ideoloji, Amerika’nın temsil ettiği Kapitalizm ideolojisi tarafından minder dışına atılınca, dünyada, özellikle bu kamplara bağlı ülkelerde köklü değişikliklerin yolunu açtı. Küreselleşme ile birlikte Kapitalizmin Liberal yorumu rakipsiz kaldı ve bu durumdan cesaret alarak Şirketleri eliyle dünyayı işgale koyuldu. Bu işgal bir strateji üzerinden cereyan ettiği için, Afrika ve Ortadoğu ülkelerine 2010 yılında ulaştı. Alt yapı oluşunca, Küreselleşme İdeolojisi’ne uygun olarak askeri işgallerle değil, halklar Liberal Demokrasi’ye ikna edilerek gerçekleştirildi. Neden Tunus’ta başladığını düşünürsek bunu daha iyi anlayabiliriz. Soğuk Savaş Yıları’nın ideolojileri çöktüğü için onları temsil eden kurumların ve liderlerin de doğal olarak tasfiye edilmesi gerekiyordu. Yeni İdeoloji; yeni kavramlar, kurumlar ve yeni siyasi, kültürel, sosyal, ekonomik elitler gerektiriyordu. Soldan ümit kesilince, Demokrasi çağında(!) bu iş toplumsal meşruiyeti olan yapı ve elitler üzerinden gerçekleşmesi aklın gereği idi. Batıcı elitler geçen yıllar içerisinde ahlaki, ideolojik, toplumsal meşruiyetlerini kaybetmişlerdi. Bu noktadan sonra onlarla beraber yürümek “yeni amaçlar” için olmayacak duaya amin demek olurdu. Bu sebeplerden dolayı, Tunus’un özel durumu, Nahda ve Gannuşi üzerinden Arap Baharı sürecine Tunus’dan start verildi. Öncesinde, Gannuşi’nin fikirleri, Türkiye’deki AK Parti’nin kurulması ve uygulamaları, tedavüle soktuğu Muhafazakar Demokrasi ideolojisi üzerinden Arap Baharı Süreci’nin yol haritasını okuyabiliriz. (Arap Baharı Süreci’ni Genç Birikim Dergisi’nin 142-143 sayılarında YENİ DÖNEM YENİ ZİHNİYET başlığı altında tartıştığımız için burada kesiyorum).
ARAP BAHARI VE İHVAN
2010 yılında Tunus’ ta başlayan, devamında Afrika ve Arap coğrafyasına yayılan halk isyanları Arap Baharı olarak isimlendirilmiştir, özellikle bu süreci yönlendirmeye çalışanlar tarafından.
17 Aralık 2010’da Tunus’ta başlayan süreç, 25 Ocak 2011’de Mısır’ı da etkilemeye başladı. Bu tarihten itibaren yoğunlaşan gösteriler ve çatışmalar üzerine 11 Şubat 2011 tarihinde Hüsnü Mübarek makamını terk etmek zorunda kaldı. Daha önceki yıllarda yerel ölçekte devam eden protestolar, 6 Nisan Hareketi’nin öncülüğünde “Öfke Günü” olarak tertip edilen gösteriyle zirveye ulaştı. Twitter, Facebook, Youtube gibi sosyal paylaşım siteleri üzerinden Mısır’ın farklı kesimlerini bir araya getiren en büyük kalabalığa ulaşıldı. Eylemlerin ilk günleri Uluslararası güçlerin desteğinde devam etti. Ta ki Mursi’nin Cumhurbaşkanı olmasına değin.
Mısır toplumunun en örgütlü ve kitlesel hareketi olan İhvan, Mısır’da başlayan sürecin başlatıcısı olmadı. Başlayan sürece sonradan dahil oldu. Hüsnü Mübarek’in devrilmesinden sonra İhvan yasaklı olmaktan kurtuldu ve legal politik sürece dahil olmak için Ömer Süleymani ile görüşmeler yapıldı. İhvan, 2011 yılındaki Mısırlı liberallerin karşı çıktığı ancak Mısır ordusu tarafından da desteklenen anayasal referandumu desteklediler. İhvan, 2011 Eylül seçimlerine katılmak için yeni bir parti kurdu ve adını da Özgürlük ve Adalet Partisi koydu.
30 Milyondan fazla insan seçimlerde Özgürlük ve Adalet partisine oy verdi. Parti; 127 sandalye ve 108 bağımsız aday ile toplamda mecliste 235 sandalye kazandı. Parlamentoda 498 seçilmiş üye, 10 görevli toplam 508 sandalyesi vardı.
Müslüman Kardeşlerin delegeleri 2012 yılında Cumhurbaşkanı olarak Muhammed Mursi’yi seçti. Mübarek döneminden sonra ilk Mısır seçimlerinde Mısır halkı, Muhammed Mursi’yi yüzde %51.73 oy ile seçmişlerdi. Rakibi eski Hava Kuvvetleri Komutanı Ahmet Şefik ise % 48.27 oy almıştı. İhvan için Cezayir’de, Filistin’de Hamas’ın kazandığı seçimlerde olduğu gibi demokratik süreçleri başarıyla tamamlayan bir durum oluşmuştu. Buna rağmen Cezayirli, Gazzeli Müslümanların başına gelen İhvan’ın da başına geldi. Bütün bu yaşananlar, Batı menşeli kavram ve kurumları, özellikle Demokrasi mevzuunu Müslüman Ümmet’in yeniden konuşması ve bir hal yoluna koyması gerekiyor.
Mursi’ nin Cumhurbaşkanı seçilmesiyle İhvan, başlatıcısı olmadığı, bigane de kalamayacağı Arap Baharı olarak isimlendirilen süreçle yüzleşmek zorunda kaldı. Bu yeni durumla yüzleşmek, Mısır’ın, İhvan’ın, İhvan’ın tecrübesine gözünü dikmiş Ümmet’in dünüyle, bugünüyle, geleceğiyle yüzleşmek demekti, aynı Abdunnasır döneminde olduğu gibi. Her yeni durum, farklı bir okumayla ve yüzleşmeyle karşı karşıya bırakır insanı ve toplumları.
YENİ DÖNEM VE ÖZELEŞTİRİ ZAMANI
İhvan yönetimde görev almasıyla birlikte Mısır’daki Sistem’le, Sistem’i oluşturan sosyal, siyasal, ekonomik, entelektüel, bürokratik güç odaklarıyla, yeni durumu anlamada ve anlamlandırmada kendi içinde de tartışmalar yaşayarak yüzleşmek zorunda kaldı. Dışarıda ise Küresel Sistem’le, Sistem’in etkisindeki bölgesel güçlerle, özellikle işgalci Siyonist Rejim’le yeniden, yeni duruma uygun olarak yüzleşmek mecburiyetinde kaldı. Her şey bizimle başlayıp bizimle bitmiyor. Her varlık, dışındaki varlıklarla ilişkileri üzerinden “var” olabiliyor. Yerel ve Küresel Güç Odakları, bizim, onların istediği şekilde var olmamızı istiyorlar. Onların ajandasını takip edersek makbul oluyoruz, kendi ajandamızı takip ettiğimiz zaman gayr-i meşru ve terörist oluyoruz.
İhvan’ın geleceği bütün bu varoluşu, olup-biteni, ilişkileri doğru okumasına ve yönetmesine bağlıdır. Her müddeî iddiasını ispat etmek zorundadır. Her iddianın, amacın bir bedeli vardır. İhvan’la birlikte dünya Müslümanları ve İslami Hareketler, alimler bu yeni durumla yüzleşmek zorundadır.
Bu yaşananlar; dünyayı, ayaklarını bastığı coğrafyayı farklı okuyan, mevcut duruma muhalefet eden her insanın ve hareketin başına gelen bir imtihandır. Muhalifseniz, dostlarınız da vardır, düşmanlarınız da. Bu, İlahi ve Nebevi bir Sünnet’ tir. Önce yok sayarlar, sonra alaya alırlar, küçük görürler, devamında uzlaşmaya çalışırlar, olmazsa yok etmeye yeltenirler. Hiçbir sosyal hareket yok edilemez. Eğer güç odakları sizsiz yapamayacaklarına inanırlarsa, bir şekilde sizinle uzlaşmak zorundadır. Bundan sonraki bütün bu yaşananlar sizi uzlaşmaya ikna etmek içindir. Bir anlamınız yoksa neden sizle uğraşsınlar. Uğraşılmaya değer olmak sizin elinizdedir. Öncelikle önemli olan, bizim kararımız ve kararlığımız/ duruşumuzdur. Kararlarımızın sahiciliği, zamanlaması, bu kararları hayata geçirecek imkanların varlığı, sürdürülebilirliği, dostlarımızın, müttefiklerimizin samimiyeti… mücadelemizin geleceğini etkileyecektir. Biz kendimize bakarsak zalimler, kâfirler topluluğunun ne yapacağı ikinci derecede önemli meselelerdendir. Müslüman için kaybetmek yoktur. Yenilmek, kaybetmek değildir. Tek mesele, zulmün devamında bizim ne gibi bir katkımız olduğunu düşünmektir. Zulme katkımız yoksa, Rabbimiz Allah’tır dediğimiz ve bunda ısrar ettiğimizden dolayı maruz kaldığımız zulüm, zalimlerin sonlarını getirecektir.
Akıbet, Allah’tan ve halktan kopmadan, istikamet sahibi olan ve usulüne uygun sorumluluklarını yerine getirenlerindir.