De ki: ‘Ben dinimi yalnız O’na halis kılarak Allah’a ibadet ediyorum.’ (39/15)
Giriş
Allah’la ilişkilerimizi güçlendirmede atılacak ilk adım, bu yolda atacağımız adımları niçin atmak istediğimiz konusundaki niyetimizin sıhhatini garanti altına almaktır. Her şey, her davranış ilk önce niyetle başladığı için önce bu alanın arındırılması gerekir.
İnsan bir eylemi yerine getirirken onu değişik saiklerle icra eder. Her fiilin altında bir niyet vardır. Niyet kişinin o eylemi niye icra ettiğini ifade eden düşüncedir. Bu niyet kişiyi bir davranışa itekler.
Bu nedenle ihlas konusunu diğer takva konularının önüne aldık. Zira kalbimizdeki düşünce/niyet temiz/halis olmadıkça istediğimiz kadar ibadetleri eksiksiz yerine getirelim, her gece teheccüd kılalım yine Allah indinde bunlar gerçek bir değer ifade etmez. Amellerimizin kabul şartı ihlas olduğu için, ihlasın zedelenmesi durumunda amellerimiz için sarf ettiğimiz onca emek, çaba ve gayrete kendi ellerimizle yazık etmiş olacağımızdan dolayı bu konunun mutlaka öncelenmesi gerekiyor.
İhlas, Allah’la kurulan samimiyet bağının derinliğini, gerçekçiliğini ifade eden bir kavramdır. Kök anlamındaki ‘halislik/katışıksızlık’ manası bunu ifade ediyor. İhlas başka duygu ve düşüncelerin katışmadığı bir yönelişi ifade eder.
Bu cümleden olarak ihlası şöyle tarif edebiliriz: İhlas, kişinin düşünce, duygu ve davranışlarında hareket noktası olarak sürekli ve kesintisiz bir şekilde katıksızca Allah’ın rızasını gözetmesidir. Hareket ve davranışlarında sadece Allah’ı razı etme saikiyle hareket etmesi, bu saikin yanında başka bir düşüncenin/niyetin yer almaması, bulunmaması halidir.
İhlas sınavı niyet sınavıdır
Bir ameli gerçekleştirebilmek bir sınavdır ve fakat her amele eşlik eden bir sınav daha vardır. Bu da o ameli icra ederken taşınan niyetle alakalı sınavdır. Kulluğumuzda tabi olduğumuz ilk sınav aslında ihlas sınavıdır.
Şu meşhur söz bu noktayı çok güzel resmediyor:
‘İnsanlar helak olmuştur, alimler müstesna.
Alimler de helak olmuştur, ilmiyle amel edenler müstesna.
İlmiyle amel edenler de helak olmuştur, amellerinde ihlaslı olanlar müstesna.’
İhlaslı olanlara şeytan erişemez
(İblis) dedi ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım! Ancak onlardan ihlâslı kulların müstesna(İllâ ibadeke minhumul muhlasîn). (15/39-40)
Sana derinden bağlı, ruhunun kökleriyle bağlı olanları ben saptıramam diyor İblis. Diğerleri zaman gelir bir etkiyle Allah’tan korkarlar, sonra başka bir etkiyle şükrederler fakat bu tutumlarında asla kararlı değillerdir. Bu tipler çevre şartlarına bağlı olarak dinde duyarlı davranırlar.
İhlasın önemi de zaten buradan kaynaklanıyor. Samimiyet kavramıyla bağlantısı da bundan dolayı kuruluyor. İhlas bağlanmanın/teslimiyetin şartsız, pazarlıksız, nefsimizden paysız olanına verilen bir isimdir. Dolayısıyla ihlasın kendisi ‘ayrı bir ameldir’ ve belki en önemli ve zor kalbi amellerdendir. Zira nefis kendisine pay düşürmeyen halis niyetleri saptırmaya eğilimli yaratılmıştır.
O halde şeytandan korunmak istiyorsak İHLASIMIZI KONTROL EDELİM!!!
İhlaslı olmak her işin başıdır
İhlas bir ameli icra ederken istenilen şeyle ve neye talip olduğumuz ile ilgili bir konudur. Allah’ın rızasına mı yoksa onunla beraber başka şeylere de mi talibiz. Allah’a talib olmada katıksız olmak ihlaslı olmak demektir. Onun rızasına talib olunan bir işte başka şeylere talib olmamak, başka şeyleri istememektir ihlas.
Bu nedenle ihlas İslami yaşantının temelini teşkil eder. Nefsimizi terbiye etmeyi ve takvalı olmayı da sırf Allah rızası için hedeflemeliyiz, takdir toplamak, ‘ne kadar da takvalı’ desinler diye değil. Diğer ibadetlerde olduğu gibi bu kendini değiştirme ibadeti de ihlasla yapılmalı. Bu hususu sürekli hatırda tutmak, istikamette kalmak için şarttır.
Duygu metresi ile kontrol mekanizması oluşturmak
İhlas, yapılan her iş’te yeniden gösterilmesi gereken bir kalbî eylemdir. Yani şimdi yaptığım bir işi ihlaslı yaptıysam, daha sonra yapacağım işi de ihlas üzere yapacağımın garantisi bulunmamaktadır.
Bu nedenle yapılan her işte ‘duygu metremizle’ duygularımızı ölçmeliyiz. Bir işi yaparken, (bilahare de yapılabilir, ama iş işten geçmiş olur) ibrede olumsuz bir kıpırdama müşahede ettiğimizde, an’ında müdahale etmeli, kalbimiz eski fıtri/tevhidi haline geri döndürülmelidir.
Örnek olarak:
Sosyal bir faaliyet gerçekleştiriyorsunuz ve bu işten dolayı sizi arkadaşlarınız takdir ediyorlar. Bu takdir sizin kalbinize yansıyacaktır ister istemez. Bu yansıma sizde ‘gösteriş’ ve ‘kendini beğenme’ duygusunu tahrik edebilir. İşte öyle anlarda duygu metrenizi gözlemler ve gereken müdahaleyi yapmayı alışkanlık haline getirirseniz ihlas özelliğini her daim muhafaza edebilirsiniz.
Veya bir seminer veriyorsunuz. İslami meseleleri anlatırken içinizde hangi hisler ve duygular oluşuyor buna dikkat edin. Başlangıçta Allah’ın rızası niyetiyle yola çıkıp işi icra ederken bu raydan sapabilirsiniz. Veya tartışmalı bir mevzuyu anlatırken, dinleyicilere ne kadar bilgili olduğunuzu gösterme veya kendinizi kanıtlama gibi bir duyguya kapılıyorsanız hemen tedbirinizi almalısınız. Örnekler çoğaltılabilir.
Bilgisini/ilmini gösterme hastalığı
Sohbetlerde ben de biliyorum güdüsüyle söz söylemek de ihlasla bağdaşmayan bir duygudur. Söz söylenecekse, bunun altında ‘ben de biliyorum’u ispatlamak yatmamalı, sadece Allah’ın rızasını kazanma duygusu belirleyici olmalı.
İhlassızlığın sebepleri ve ilacı
Allah rızasının dışında niyetler taşımak o şeylere değer vermekten kaynaklanan bir durumdur. Bu tür şeylere değer vermemeye çalışarak, sonunda onlara sıfır değer hükmü vererek ihlası bozmalarına engel olabiliriz.
İnsanların gerçek manada bize hiç bir şey kazandıramayacaklarının bilincinde olmak, kısacası takdire aslında ihtiyacımızın olmadığını sürekli hatırda tutmalıyız. Buna ihtiyaç hissetmenin aşağılık kompleksinden ve şahsiyet eksikliğinden kaynaklandığını düşünerek içimizde bu zaafa karşı bir direnç oluşturabiliriz.
Allah’ın bilmesini yeterli görmek
Allah kuluna kafi değil midir? (39/36)
Allah’ın (salih amellerimizi, meziyetlerimizi) bilmesini yeterli bulmak ihlasın alametidir. Bu noktada kişi kendi kalbini yoklayabilir, yeterli buluyor muyum diye nefsini araştırabilir. Allah’ın bildiğini insanlara duyurmanın, açıklamanın bir manası (gerekliliği ve faydası) yoktur.
[1] Bu kişinin ihlasına gölge düşürür ve bozabilir. Kendisini başkalarına kabul ettirme duygusu ta çocukluk zamanından itibaren oluşan bir özelliktir. Bu özelliğin terbiyeye ihtiyacı vardır. Çocukluktaki bencillik özelliğini nasıl ki zamanla terbiye ediyorsak bu konudaki duyguyu da ıslah etmeliyiz.
Yaptığı ibadeti/işi/faaliyeti başkalarına beğendirme arzusu halis niyetin halisliğini gideren bir kirliliktir. Tertemiz bir suyun içine bir damla kirli suyun karışması nasıl o suyu içilmez hale getiriyorsa amellerimizi de Allah katında kabul edilmez hale getirmemeliyiz.
Aleme kendini duyurma sonucunda elde edilmek istenen şeyler şunlardır:
– takdir bekleme
– itibar kazanma, itibarını artırma
– halkın teveccühünü kazanma
– kabul görme, onaylanma
Bunlarla hedeflenen asıl şey aslında nefsin ‘o duyguyu’ tatmasıdır. Nefis tabiatı icabı hep tat alma peşindedir.
[2] Tıpkı yemek konusunda olduğu gibi; biz bir yemeği sadece açlık duygusunu tatmin etmek için değil, aynı zamanda yemekteki tadı da tatmak için yeriz. Takdir görmek, teveccühe mazhar olmak, parmakla gösterilmek vb. fiillerin arkasından kişide oluşan duygular da nefsin hep tatmak istediği duygulardır. Nefis o tadı almak için örneğin takdir görmek ister.
Bütün bunların altında yatan psikolojik sebep ise şahsiyet eksikliğidir. Kişi kendisindeki boşlukları halkın beğenisiyle doldurmaya çalışıyor. Bu durum Allah’ın beğenisini yeterli görmeme gibi imanî bir zaafa da işarettir. Dolayısıyla bu sorunun çözümü hem halka değer vermemek hem de Allah’ın takdirine/hoşnutluğuna bizi doyuracak kadar değer vermekten geçiyor.
Bu düşüncelere dayalı olarak ihlas kavramı bir ufuk ve hedef gösterimi şeklinde şöyle de tarif edilmiştir: ‘İhlas, halkın takdiri ile tekdirini (kınamasını) eşit görme hali’dir. Yani halka, halkın pozitif/negatif tepkilerine hiç değer vermeme özelliğidir ihlas.
İhlassızlığı fark etme yolu
Amelimizin başkaları tarafından duyulması/fark edilmesi/görülmesi esnasında nefsimizde hoş bir duygu hasıl oluyorsa burada nefse bir pay çıkarma söz konusudur ve ihlastan uzaklaşma gerçekleşiyor demektir. Böyle durumlarda bize düşen amel o duyguyu bastırmaktır. Nefsimizin bu tür hareketlerine karşı hep tetikte olmalıyız. Nasıl ki bir kıskançlık, bir kibir duygusu kabardığında bunu İslami argümanlarla bastırıyorsak, burada da aynı hassasiyeti göstermeliyiz. Çünkü nefsimizin her isteği, arzusu, her duygu kıpırdaması meşru değildir. Nefsin bizim nefsimiz olması bu gerçeği değiştirmez. Toplumsal hayatta bir şey bize ait olunca gözlemlenen kayırmalar bu bağlamda da örnek gösterilebilir. Aleyhimizde de olsa tavır alabilme belki bugünlerde ihtiyaç hissettiğimiz en önemli ahlaki özelliklerdendir. Her gurup, parti veya cemaat kendi üyesi hata yapınca tevile başvuruyor, savunmanın bütün tekniklerini kullanıyor. Bu kayırma guruplarda nasıl gerçekleşiyorsa fertlerin kendi nefislerinde de aynı mekanizma ile gerçekleşiyor. İhlasımızı bozan nefsimizin gayri meşru duygularına da bu nedenle tavır alabilmeliyiz, nefsimizin duygularına karşı tepkimizi ortaya koyabilmeliyiz. Aksi takdirde guruplarda eleştirdiğimiz hatanın aynısına kendimiz düşmüş oluruz.
İlim öğrenmede ve ‘meziyetlerde’ ihlas
Diploma, ilmi makam ve unvanlar bir tarafa, hitabet, yazarlık, öğretmenlik, yol gösterme ve diğer vesileler, şeytanın insan nefsine yol bulduğu en elverişli alanlardır. Çünkü bu alanlar şöhret kazandıran, halkın dikkatlerini çeken ve beğenilerini kazanmaya vesile olan alanlardır. Bu gibi şeyler ise nefsin hoşuna gider. Hz. Peygamberin (a.s.) şöyle söylediği rivayet ediliyor: ‘Kim alimlerle yarışmak, cahilleri aldatmak ve halkın beğenisini kazanmak için ilim öğrenirse, Allah onu ateşe sokar.’ (Tirmizi)
Sahip olduğumuz müspet özelliklerimizden dolayı nefsimize en ufak bir pay çıkarmamalıyız. Hitabet, yazarlık, rehberlik, üne kavuşma ve ün sahibi olmak vb. özelliklerde de ‘Rabbimizi tespih etmemiz gerekmez miydi?’ (68/28) diyerek nefsimizle diyaloğa girip yüceltilmesi gerekenin kendimiz değil, Allah olduğu konusunda onu ikna etmeliyiz.
Bilinmelidir ki, bize hitabet kabiliyetini ve düşünme gücünü veren Allah’tır ve farkına varmadan bu nimetlerini bizlerden geri alabilir. Allah’ın bizler üzerindeki hakkına karşı nankör davranmamalı, bilakis şükretmeliyiz: “Hatırlayın ki Rabbiniz size: Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir! diye bildirmişti.” (14/7)
Nefis bu konularda sürekli hesaba çekilmeli, duygularımızı yozlaştıran ve onlara bulaşan her şeyden temizlenmelidir.
Nefis terbiyesinin önemli bir boyutu duygularımızı ıslah etmeye dayanır. Bu yüzden bu konuları ciddiye almalıyız.
Uygulama kararları:
1. Gelecek derse kadar yaptığımız işleri hangi niyetle yaptığımızı sürekli kontrol etmek. Niyet gerçekten sadece Allah rızası mı diye sürekli bir muhasebe içinde bulunmak. Bilinçli bir şekilde hata aramaya çalışmak, şüpheli bir gözle kalbimize bakmak.
2. Bu kontrolü hem günün içinde işlerimizi icra etme esnasında, hem de akşam nefis muhasebelerinde yapmak, o günkü yaptığımız işleri bir bütün olarak gözden geçirirken ihlasa aykırı bir davranışımız oldu mu diye kontrol etmek.
[1] Yapılan amelin bazı durumlarda, insanlara salih bir amel konusunda ön ayak olmak, onları teşvik etmek ve onlara o konuda örnek olmak niyetiyle duyurulmasında bir sakınca yoktur. Fakat burada çok dikkatli olmalı, niyetimizin yüzde yüz bu olduğu konusunda emin olmalıyız. Yoksa nefsimiz bizi böyle ‘İslami bir argümanla’ amelimizi duyurmaya da sevk ediyor olabilir.
“Eğer sadakaları (zekât ve benzeri hayırları)
açıktan verirseniz bu güzel bir şeydir. Eğer onu fakirlere gizlice verirseniz, işte bu sizin için daha hayırlıdır. Allah da bu sebeple sizin günahlarınızı örter. Allah, yapmakta olduklarınızı bilir.” (2/271)
[2] Bkz.: http://www.venharhaber.com/nefis-bilinci—4-makale,379.html (Duygusal beyin başlığı)