Tarih sahnesinden çekileli çok oldu. Sözlerimiz eskidi, düşüncelerimiz değişti. Amellerimiz ile sözlerimiz arasına mesafe gireli çok oldu. Önce söz söylenir sonra eylem gelirdi peşinden. Şimdi söz çoğaldı ama peşinden eylemler gelmez oldu. Nutuklarla örülü bir dünyada zulme karşı net bir duruş giderek cılızlaştı. Dünle bugünü farklı kılan unsurlar üzerine elbette düşünenler oldu. Bu düşünme bile insanları zamanla farklı kulvarlara savurdu. Şimdi söz söyleme vaktidir ey insanlar. Zalimlere karşı direnme ve direnmenin hakkını verme zamanıdır. Çünkü bizi cennete götürecek başka bir yol kalmamıştır. Ağır nutuklar yerine, boyumuzu aşan cümleler yerine gelin yapabileceğimiz en küçük amellerimizi ortaya koyalım. İnsana yatırım yapalım mesela. Ama önce bizim yapacağımız bu yatırım için sermayemiz olmalı. Korkmayın bizim sermayemiz öyle milyon dolarlar filan değil yalnızca Allah’a olan samimiyetle bağlılığımızdır.
Birileri bize sokakları gösteriyor. Eylemler yapmamızı ve deşarj olmamızı öneriyor, bir diğeri paralarımızı infak ederek rahatlamamızı ve kimileri de yüksek perdeden nutuklar atan siyasileri alkışlamamızı ve onları desteklememizi salık veriyor. Oysa ey insanlar Allah “yapmayacağımız şeyleri söylemekten, lafın yaldızlısını söyleyen tiplerle yan yana olmaktan ve peşinden eziyet gelecek sadakalardan bizleri sakındırıyor.” Allah kullarının bir sürü değil, iradesi kendi ellerinde rahmanın kulları olmasını diliyor. Yaptığımız her bir eylemin anlamını bilen ve arkasından gelecek olanları görebilen feraset sahibi kimseler olmamızı diliyor. Ancak böyle olabilirsek ve bu duyguyla insana yatırım yapabilirsek sözlerimizin şahidi eylemlerimiz olacaktır.
Çağdaş Batı medeniyeti bir virüs gibi bütün kılcallarımıza kadar süzülerek girmekte ve bizi yorgun, bitkin, hasta ederek güçsüzleştirmekte ve teslim almaya gayret etmektedir. Biz kendimizle birlikte neslimizi de onlara kurban vermekteyiz. Çocuklarımız onların medeniyetini kutsayarak büyümekte, onların şiirleriyle, onların edebiyatlarıyla ve onların masallarıyla büyümekte. Biz ise büyük bir umursamazlıkla onları yalnızca seyretmekteyiz. Çünkü biz varlık bilincimizi, nüzul sebebimizi tam anlamıyla çözebilmiş değiliz. Yaratan rabbin adıyla okumayı unuttuğumuzdan beri ne ailemiz, ne işimiz ne kazandığımız paralar, ne makamlarımız ve ne de eşrafımız bizi içinde bulunduğumuz konfordan uzaklaştırmıyor aksine hep o konforu kaybetmemenin mücadelesine itiyor. Çocuklarımızı başkaları eğitsin istiyoruz ama başkalarının çocuklarına ise biz sahip çıkmıyoruz. Yapılabilecek işleri hep başkalarına havale ederken kendimizi bir vesile ile dışarı atıyoruz. Kimse kimsenin derdine derman olmak için elini taşın altına sokmuyor. Sonra soruyoruz ne oluyor bize diye. Ne mi oluyor? Bu sorunun cevabını bulmak için son elli yıldır belki çok daha fazladır İslam coğrafyasını tahlil etmemiz yeterli olacaktır. Neresinden bakarsak bakalım bizim acziyetimiz ve bizim veremeyeceğimiz hesapları görürüz. İşte bu yüzden ey insanlar gelin sorumluluğumuza sahip çıkalım. Kısa vadeli deşarj olmalar ve hedefler yerine uzun vadede sözün kıymetli olduğu bir dünyaya ulaşmak için çabalayalım.
Kenarlarda köşelerde kendi kendimize konuşmayı bir kenara bırakarak samimiyetle birbirimizle konuşabilmeyi, istişare edebilmeyi başarabilelim. Eften püften meselelerle birbirine kırgın olmayı bir kenara bırakarak sorumluluklarımızı birlikte yerine getirebileceğimiz çalışmalar ortaya koyabilmeliyiz. Her grup kendi yanında olanla sevinmeyi bir kenara koyarak Allah’ı gereği gibi takdir edebilmeyi merkeze koymalıdır. Aksi halde bugün Gazze yarın başka bir acı bizim durağımız olacaktır. Bizim acılarımız kronikleşmiş durumda biz tedavi olmak yerine ha bire kortizon ilaçlar kullanarak acıyı geçici bir süre dindirme telaşı içinde hareket ediyoruz. Böyle yapmak belki acıyı sakinleştiriyor ama ölümü hızlandırıyor aynı zamanda. Sorumluluğunu yerine getirmiş bir insanın nereye gideceğini biliyoruz ama ya sorumluluğunu yerine getirmemiş, elini taşın altına sokmamış, neslin çürümesine seyirci kalmış kimseler olursak ölünce nereye gideriz bilmiyor muyuz?
Hayata değer katmalı insan. Kendi hayatına değer katarak başlamalı işe. Kendine değer katmayan birinin başkalarının hayatını çalmaktan başka bir işi olamaz. Etrafımıza iyice bakalım hayat çalan hırsızlar o kadar çoğaldı ki. Biz onlardan olmayacaksak, hırsız olmaktan korkuyorsak hayatımızdan başlayarak başka hayatlara değer katmak zorundayız. “Sen şimdi sabret! Bil ki, Allah’ın sözü gerçektir. İnanmayanlar seni telaşa ve gevşekliğe düşürmesinler.” (30/60) ayeti gereğince bizi bu yoldan alıkoyacak onca düzenek varken biz yine de umutsuzluğa kapılmadan ve gevşemeden kendimizin ve neslimizin inşası için gayret göstermek zorundayız. Elbette bu uzun vadeli bir çalışmayı gerektirir. Uzun vadeli çalışmalar meyvesini de uzun vadede vereceğinden ekicinin sabırlı ve daima dikkatli olmasını gerektirecektir. Bazen fırtına çıkacaktır, bazen dolu vuracaktır, bazen güneş uzun süre terketmeyecektir, bazen de sel olacaktır. Ama sabredip direnirsek Allah’ın yardımıyla ekicinin hoşuna gidecek meyveleri devşirebileceğiz.
Neslimizi ve kendimizi politikanın oyuncağı olmaktan kurtarmalıyız. Her türlü boşvermişliğimize rağmen bize cennet vadeden sahtekarlardan uzaklaşmalıyız. Batının allayıp pullayıp bize satmaya çalıştığı sahte cenneti reddetmeliyiz. Biz genişliği yerle gök arası kadar olan Rabbimizin tarif etiği cennete talip olmalıyız. Bunun nasıl kazanılacağı da Kur’an’da müminlerin özelliklerini anlatan ayetlerde bildirilmektedir. Unutmayalım ki Mekke oligarşisinin silahı, parası, adamları ve uluslararası dengeleri vardı. Muhammed’in ise elinde yalnızca Rabbinden aldığı sözler vardı. Bütün güç dengelerinin Mekke oligarşisinin yanında olduğu bir zamanda kimse Muhammed’e şans tanımıyordu. Ama Allah Muhammed ile birlikteydi ve güç yirmi üç sene gibi bir zamanda tam tersine dönmüştü. Çünkü söz ile eylem birlikte ve birbirinden kopmaz bir şekilde ilerliyordu. Çünkü nebi kendi hayatı ile ashabının hayatını vahiyle inşa ediyor ve yaşama değer katıyordu. Sözlerinin şahidi idiler ve tarih sahnesine çıktıkları andan itibaren iddia sahipleriydiler. Resul bize bu işin nasıl yapılacağını gösterdi biz bilmiyoruz diyemeyiz. Yapmamız gereken şey sorumluluklarımıza sahip çıkarak hayatımıza ve etrafımızdaki hayatlara değer katmaktır. Bizden sonrası için şahitler bırakmak istiyorsak neslimize sahip çıkmak zorundayız.
Ey insanlar Allah’ın sözlerine kulak verelim “dünya aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir” bizi bu dünyaya bağlayan bağlarımızdan kurtulalım. Çoklukla övünen topluluklar olmak yerine vahye sahip çıkan bir topluluk olmayı önceleyelim. Allah’tan daha çok kıymet verdiğimiz ne varsa hepsini İbrahim gibi O’nun uğrunda kurban edebilelim. Aksi takdirde bu yeryüzünde tıpkı Gazze gibi, Irak gibi, Miyanmar gibi, Türkiye gibi ve daha birçok İslam ülkesi gibi rezil ve rüsva olduğumuz gibi ahirette de rezil olanlardan oluruz.
“İşte size vadedilen cennet! Ki o, Allah’a yönelen, emirlerine riayet eden, görmediği halde Rahman’dan korkan ve Allah’a yönelmiş bir kalp ile gelen kimselere mahsustur.” (50/32,33)