Gökhan Özcan , Yeni Şafak 22 Ekim 2020
“Yine başlıyor” diye mırıldandı yatağında gerinerek, “kısa süren bir hayatın uzun günlerinden biri”
Şişmanlamak için fast food, zayıflamak için yürüme bandı… Ulaşım çabuk olsun diye son sürat arabalar, kağnı hızına mahkumsun ama, malum trafikte yoğunluk var. Barınmak için üst üste binalar, yaşamak için yaşam alanları… Her şeyi kolaylaştırmak için teknoloji, teknolojiyi satın alabilmek için fazla mesai… Hayatı ışıl ışıl aydınlatmak için elektrik, elektrik elde etmek için her dereye bir santral… Haber almak için bin bir türlü medya, habersiz kalmak için medya boyu komedya… Sosyal medyada lüzumlu lüzumsuz paylaşım, paylaşım biter bitmez başlıyor hırlaşım… Herkes hiç durmadan şak şak fotoğraf çekiyor, güzelliklerin kendisi kimsenin ilgisini çekmiyor. Mağazadan alırken son moda, daha eve götürürken oluyor demode… Adına eğitim diyoruz ama basbayağı çocukluk talanı, daha kreşten başlıyor yavrucuğun kariyer planı… Sofraları bir uçtan bir uca donatmaya bayılıyoruz, konu israftan açılınca araziye dağılıyoruz. Sorulunca Elhamdülillah herkes Müslüman ama yalan dolan işlerden ortalık hep toz duman. Elalem okuyunca güngörmüş adam olur, bizde okumuş kısmısı her yangına körük olur. Gerçekten bilene hiç kimse bir şey sormaz, haybeden sallayanın müşterisi eksik olmaz. Şöyle bir baksan herkesin elinde kitap ama nedense hayat birbirini anlamayan insanlar yüzünden bitap… Sırf boyla posla, endamla meşhur olunuyor, kırk yarım akıllı bir akılsızın peşine takılıyor. Kahve masasında hallediliyor hem siyaset hem futbol, ne kadar şanslıyız ki memleketin kurtaranı bol… Üretim deyince iki adım ileri bir adım geri, tüketim deşince koşar adım ileri! Bir evin içinde birbirine yabancı, aile deniyor ya, diyenler çok yalancı… Kapalı devre hayat, irtibatlar kesilmiş, herkes kendi derdinin içine kilitlenmiş, Akşamları evlerde toplanıyor bütün aile, hayatlar kapanıyor hemen, diziler açılıyor. Zihinler kayboluyor başkalarının bol entrikalı hayatlarında, can çiçekleri soluyor kurumuş saksılarında. İşte böyle, kağıdı boş bulunca her aklına geleni etrafa saçıyor yazar. Yanlış hesabın yerine doğru matematiği koyamıyorsa yazsa ne yazar, yazmasa ne yazar!
“Yemeklerden sonra pişman oluyorlar, kravat takıyorlar, az seviyorlar/ aşık olamıyorlar, çok şişmanlıyorlar ve hiç gülmüyorlar/ -manavlar da şiire inansın diye kırmızıydı belki elmalar-/ elmalar deyince annem geliyor ve taksitli sancılar/ bir yanağın elma oluşunu,/ devrik cümlelerle düşünüyorum” diyor ‘Sınavda Çıkmayacak Sorular’ şiirinde Güven Adıgüzel.
Ne dikey büyüyenler ne yatay ilerleyenler düşey yaşayanlarla ilgileniyor, hayat böyle!
“Biliyor musun, bazen sana bakıp gıpta ediyorum” dedi karşısındakine içtenlikle gülümseyerek, “hiçbir şeyin takılıp kalamayacağı kadar düz bir zihnin var.”
İki tane olgun domates yolda yürürken bir ikizkenar üçgenle karşılaştılar, hiç konuşmadılar, çünkü etraf alacakaranlıktı ve alttan ayaklarının ucuna basarak Japonca bir altyazı geçiyordu.
Yerçekiminin hikmetini Newton’dan asırlar sonra yaşayan bir kameraman, çekim yaparken sırt üstü yere düşünce idrak etmişti. Muhtemelen dolanıklık teorisini de en kolay sarmaşıklar anlayacak!
Düşünsenize, sebzeler devrim yapmış, dünyanın her yerini işgal etmiş. Mesela televizyonda bir patlıcan gurme olduğu her halinden belli bir adamı yakalamış, “Hasan Ustamızı alıyor, şapkasını çıkartıyor, masaya boylu boyunca yatırıyoruz. Sonra bir bıçakla çenesinin altından başlayarak…” diyerek karnıyarık tarifi veriyor. Aman Tanrım! Tim Burton buralarda mı?
Gökhan Özcan , Yeni Şafak 22 Ekim 2020