Düşünce Tutsaklığı
Daralan bir dünyada insan sıkışıp kalıyor. Genel anlamda insanlığın temel sorunu. Özgür diye bilinen toplumlarda da özgür düşünce alanları sınırlı. Toplumlar; medya ve reklam, iletişim araçları vasıtasıyla egemen güçlerin oluşturduğu bir dünyanın içinde. Zihinlerine boca edilen, yüklenenler ile düşünebiliyor ancak. İnsanı bilme tanıma, kendi dışındaki kültürlerin farkında olmak da belirlenen açılardan olabiliyor. Batı’da Müslüman denlince insanların renkleri bambaşka bir hâle bürünüyor. Fundamental diye tanımlanan Müslümanların kimliği varlığı ürkütücü oluyor. Oluşturulan genel bir hava ve tutumdur bu.
Emperyalizm, dünyayı sadece kendi mülkü biliyor. Özellikle de Müslümanların yaşadığı bölgeler onların sömürgeleridir. Sömürge ruhu, etkisi doğrudan ve dolaylı olarak devam ediyor. Demokratik diye bilinen ülkeler de bir başına hareket edemiyorlar. Tepelerinde demoklesin kılıcı hazır durumda ve sallanıyor. Özgür gibi görünen ülkelerde bağlayıcı ve kalıcı olan üsler, çok uluslu şirketler devasa kuruluşlar veya başka kurumlar o ülkeleri ve insanları denetliyorlar. Bu ülkelerin özgürce onlara müdahale etme güçleri bile olmuyor.
Bir millet için en tehlikeli olan da bunu kabulleniyor olmalarıdır. İster buna korku densin isterse bağımlılık olsun sonuç değişmiyor. Bir toplumu veya ülkeyi yönetenler de konumları gereği onların gözlerinin içine bakıyor. Bu, bir anlamda iradesizlik anlamına geliyor.
Müslümanların içinde bulunduğu genel durum bu. Ya da Müslüman olmayan, emperyalist gücün bir kanadına mensup olmayanları için de benzer durum geçerli.
Dünyayı kendine mülk bilenler bunu kabul ettirenler her çevreye müdahale etme yetkisinde kendilerini buluyorlar.İnsanlığın birlikte hareket edebilme gücü, iradesi de ellerinden alınıyor. Demokrasi ve kuralları sadece kendileri için geçerli. Kendilerini veya mallarını pazarlama gücü ile insanlığın üzerine bir kara gölge gibi düşüyorlar.
Müslümanlar; dünyada nüfus, varlık ve konumları gereği güçlüdürler, dünyanın üçte birini oluşturuyorlar. Manevî güçleri var fakat bir varlık olamıyorlar. Burada asıl sorun, Müslüman aydınlarının, entelektüellerinin düşünce tutsaklıklarıdır. Kalben ve ruhen çok parçalıdırlar. Ölçü, onların dünya görüşleri, ideolojileri, çıkarları ve yaşama tarzlarıdır. Bütüncül bir bakışa sahip olmadıklarından kendilerini bekleyen tehlikenin farkına bile varamıyorlar. Varsalar bile umursamıyorlar.
Umursamazlık, vazgeçiş, benlerin öncelenişi ruhsal tutsaklıklarıdır o insanların ve çevrelerin. Şiddetli bir varlığın karşısında pusuşlarıdır. Hani bir deyimimiz var “bana değmeyen yılan bin yaşasın” diye. Oysa yılan zehirleyen ve öldüren bir varlık. İnsanlığın düşmanı olan her kesim ve güç de insanlık zehirleyici bir yılan. Bu yılan çok da güçlü.
Sorunlar karşında bir milletin birlikteliği güç sağlar. Güçlü olan toplumlar ileriye daha emin adımlarla yürürler ve varlıklarını sürdürürler. Köle ruhluluk ve köle tutsaklık insanın elini kolunu bağlar. İradesi olmaz, hiçbir soruna da güç yetirmez.
Batı toplumu, Hıristiyanlar kendi milletlerinden olanları her durum ve koşullarda korurlar. Zayıf ve yalnız gibi görüneler için koruyucudurlar.
İslâm milletinin iradesi bilincine bağlı. Bilinci var ise irade sahibidirler. Değilse yukarıdan beri anlatmaya çalıştığımız kaçamak durumlara sığınır, kaçarlar. Kendinden kaçarlar.
Zaman akıyor, insanlık kendini sürekli yeniliyor. Yenileniş çok yönlü ve boyutlu. Güçlenmenin tek yolu İslâm düşünce iradesine teslim oluş, onun içinde varlığını geliştirme ve güç birliği oluşturuş ile olabilir.
İnsanlığın zor dönemleri. İnsanlığın bu durumdan kurtuluşunun tek yol ve çaresi Müslümanların güçlü oluşuna bağlı. Güç ise birliktelikle olabilir. Bir başına ben güçlüyüm demenin bir anlam ve karşılığı yok. Bunun ise tek çaresi düşünce tutsaklığından kurtuluştur.
Milli Gazete / Ali Haydar Haksal