Bir kardeşimiz, üniversiteyi okuduğu şehirdeki bir deliden söz ederdi: Biri uzun, diğeri kısa iki değneği varmış. Uzun değneğini bacaklarının arasına alarak at yapar, kısa değneğini de kamçı yerine kullanırmış. Atıyla(?) aynı caminin civarında gezer, özellikle de cenaze namazlarını izlermiş. Ancak çoğu zaman namazın bitmesine tahammülü yokmuş. Çünkü hoca:
-Ey cemaaaat, merhumu nasıl bilirdiniz? deyip de cemaatin koro halinde;
-İyi bilirdik!
demesine çok bozulur, kafasını saağa sola sallar, “sin”li, “kef”li birşeyler mırıldanır, at yaptığı değneğine binip gidermiş.
Bir gün, musalla taşına öyle bir adam gelmiş ki hırsızlığını, arsızlığını, gaspçılığını… bilmeyen yok. Tam rahmetli Abdürrahim Karakoç’un tasvir ettiği tip:
“…
Nasipsizdi iman, edep, ahlâktan.
Kin sağardı enayiden, ahmaktan.
Biraz daha alçak idi alçaktan,
Namertleri mert sayardı bu deyyus.
Tam sapıktı, şer yollara sapardı.
Heykel diker, ilah diye tapardı.
Abdestsiz her yöne secde yapardı,
Kıblegâhı dört sayardı bu deyyus.
Görgü şahidiyiz, yalan yok hocam.
Tek güzel huyunu bilen yok hocam.
Geberip giden var, ölen yok hocam.
Doğruluğu dert sayardı bu deyyus.” dediği tiplerden.
Cenaze namazı kılınmadan önce bizim deli, atını(?) seğirterek gelmiş ve her zaman durdurduğu yerde “Dürrrrrs!” diyerek durdurmuş. Hoca’nın:
-Ey cemaat, merhumu nasıl bilirdiniz? nidasına kadar beklemiş.
Hoca bunu der demez, daha koro: “İyi bilirdik!” demeden bizim deli(?) at yaptığı uzun değneğini havaya kaldırarak:
-Hadi buna da “İyi bilirdik!” deyin de sizin… diyerek başlamış ve cümlesinin sonundaki ünleme kadar “dümdüz” gitmiş.
Tevhit algısı, vücudun “İmmün sistemi” gibi. Bu algı bir defa bozulmayagörsün, ilah ve kul algısı kendi yerinden kaymayagörsün, “Allah ne der?”in yerini “Kul ne der?” almayagörsün; dinin hangi esası kalır ki helâllaşma müessesesi kalsın.
Allah’a, hesap gününe inanmadığını mertçe söyleyen, dolayısıyla da helalleşmeyi hafife alan insanları bir dereceye kadar anlamak mümkün. Ancak inandıklarını iddia eden insanların bu hususu formalite saymaları, hakka tecavüzde taammüdün olup olmadığını aramamaları, hatta karşıdaki mütecavizin talebi bile olmadan hakkını helal edivermeleri; hesap gününü hafife almaları ve halka hoş görünmek olabileceğinden bunun da ayrı bir hesabı olmasın? Mütecavizin bu kadar hızlı artışında, bir salevatla bütün günahları “reset”leyen bu uyduruk dinin ve şuursuz ve mukallit mazlumların da vebali vardır. Ve bunların zararı yalnız kendilerine de değildir.
Karşıdaki insan, hesap gününü gerçekten ciddiye alıyorsa akidesi bunu gerektiriyorsa hakkınıza bilmeden tecavüz etmişse de şimdi bunu idrak edebiliyorsa, onu boynunda kul hakkıyla göndermek doğru olmayabilir. Ama adam, hesap günüyle alay edecek, hakkınızı bilerek ve isteyerek elinizden alacak, devran dönünce karnını dayadığı kasa ya da sırtını dayadığı döner koltuk elinden gidince, yani kötülük gücü ve araçları elinden alınıp kötülük yapamaz duruma dönünce döne döne yanınıza gelecek ve dilinin ucuyla “hakkınızı helal etmenizi” isteyecek. Öyle adamlara: “Ey efendilikten başka tercihi kalmayan adam, mükelleflik emekli olunca veya hacı aday adayı olunca değil, baliğ olunca başlar.” demek; biraz da toplumun baskısıyla hakkını helal edivermekten daha doğru olmaz mı? Onu da geçtik, hiç de böyle bir talebi olmayan haramilere cebren ve hile ile hakkını helal edeceksin….
Mahkemelerde: “Oğlumun katilini bulun, ciğerim yanıyor, o da cezasını çeksin!” diyen adamın, musalla taşındaki katil için: “İyi bilirdik, hakkımızı helal ediyoruz!” diye bağırması; ne büyük çelişki. Kendi hakkının takipçisi olup da başkalarının hakkını hafife alıyorsa ne büyük bir bencillik. Kul hakkını ciddiye almıyorsa ne büyük bir takva, ihlas eksikliği ve hatta iman noksanlığı.
Kuran’ın nasıl güzel okunacağına değil de, ne dediğine bakılırsa “herkesin zerre kadar iyiliğinin ve zerre kadar kötülüğünün karşılığını alacağı, karşılığı yoksa Peygamberin duasının bile çevrilebileceği” görülecektir. Herkesin herkesi sevmesi gerektiği, herkesin herkese hakkını helal etmesi gerektiği, herkesle üç günden fazla küs durulmaması gerektiği gibi söylemler de Kâbe’yi görünce ya da Hacerü’l Esved’e elimizi sürünce günahlarımızın sıfırlanacağı gibi söylemler de bunca çakallığı alnımızdaki yazı mucibince yaptığımız da Allah’ın dininin değil, “herkes” tanrısının kurduğu dinin inanç esaslarındandır. Bu din ve bu dinin emri olan böyle bir helallaşma müessesesi; hak yiyenlerin, arsızların, hırsızların ne de çok işine gelir.
Hak’tan değil de kuvvetliden ya da herkesten tarafa oynayanlardan bugün hesap sorulmuyor veya sorulamıyor diye, bu hesabın hiç sorulamayacağına inanmak ne kadar saçma. Bu terazi bir gün dengelenecek. Hâl böyle olunca cenaze namazındaki akıllılar(?), bahsi geçen deliden(?) daha mı akıllı dersiniz? “Peygamberin ümmeti bir tek ben değilim ya!” Bunun cevabını da Nef’i versin:
“Bize ‘kâfir’ demiş Müftî Efendi,
Tutayım ben ana diyem ‘Müselmân’,
Vardıkda yarın Rûz-i Cezâ’ya
İkimiz de çıkarız anda yalan!”