Bugün Müslümanların en büyük zaaflarından biri, modern dünya gözü ile okuduğu Kuranı, bir türlü Allah Resulü’nün yaşadığı zamana götürememektedir. Kuran’ın dili bilindiği üzere o yıllarda yaşamış olan Mekke ve Medine toplumunun dili ile inmiş ve İslam o toplumun kullandığı kavramlar üzerine inşa edilmiştir. O toplumun ekonomik, sosyal, kültürel ve din anlayışını yakalayabilmek için o dönemin şartlarını iyi analiz edip,bu topluma doğru bir şekilde aktarmak, evvela bu dinden nasiplenmiş ilim sahiplerine düşmektedir.Bunu yapanlar elbette vardır ancak bunlar gelenek karşısında yetersiz, cılız ve sesleri oldukça kısıktır.
Yedinci Yüzyıl yaşam şartlarını araştırmanın temel gayesi, özelde o toplumun karakteristik yapısı ile genelde tüm insanlığın karakter yapısının aynı olduğunu ortaya koymaktır.Bununla insanın değişmediği gerçeğine vurgu yapmak, o günkü insan ile bu günkü insanın aynı hatada (şirk,küfür, hırsızlık,zina, içki vb.) ısrar ettiklerini gözler önüne sermektir. Belki bu konuda ilk yapılacak şey Arab’ın konuştuğu dili yani, kullandığı mecazı, teşbihi, deyimleri kısaca dil sanatını anlamak ve bunu toplumla paylaşmak ve bu uğurda çaba sarfetmek özelde toplumu etkileyen ilim adamlar genelde biraz araştırma ruhu olan herkes için bir görev olmalıdır. O dil ile inzal olan Kuran, laboratuarlarda tahlil edilemeyeceğine göre dönemin şartlarını iyi okumak ve iyi anlamak için her Müslüman gücü nisbetince bu meseleye katkıda bulunabilmelidir. Aksi halde görüldüğü üzere Kurana vakıf olmak, onu anlamak bir yana; Hadisler ve sünneti anlama noktasındaki eksiklikleri de görmezden gelmek, onları dert edinmek gibi bir kaygı ve çabadan bahsedilemez.
Hadis ve sünnet kavramı aynı şeymiş gibi algılanıp kendi bağlamlarından uzak bir şekilde yorumlanarak ikisinede aynı zaviyeden bakılmaktadır. Oysa bu iki şey farklıdır ve her biri ayrı ayrı ele alınmalı, ayrı ayrı müteala edilmelidir. Hadisler Allah resulü’nün özelde yaşadığı hayatın gerçekleri değer yargıları,şartları,konumları üzerine söylenildiği sözleri olduğu gibi; genelde fıtrata ve vahye uygun, evrensel sözleri de olabilir. Ümmetin düştüğü yanlış ise hadislerin tamamını kurani imiş gibi algılamasıdır.
Şunun altını çizmek gerekir ki Hadisler, bir kere yedinci yüzyılda Allah Resulü tarafından söylendiği söylenilen sözlerdir. Bu sözlerin ortalama Allah Resulü’nden ikiyüz yıl sonra toplandığı bir gerçektir.Bu yüzden zannıdır. Ancak bu sözlerin her ne kadar sağlam senetli ve Ravi’ler tarafından kayıt altına alındığı söylensede bunların birer rivayet olduğu da bir gerçektir.
Hadis külliyatları kesinlikle bir hüküm kitabı, bir teşri kaynağı veya itikat nazarından bakılacak bir külliyat değildir. Ancak bu külliyatlarda yer alan binlerce belki onbinlerce hadis, Allah Resulünün hayatını anlatan siyer/siret kitaplarıyla iç içe bir bütün olarak okunduğunda onun ayrı ayrı kural koyucu, hüküm içeren rivayetler yerine; tarihi birer vesika, o döneme ait toplumun hayat tarzı, kültür yapısına ilişkin bir not, bir ipucu değeri taşımaktadır. Bilgi değeri yok diye onları ret etmek en azından terihi bir vesikaya olan saygıyı ret etmektir. Bugün Müslümanların bu noktayı gözden kaçırmaması gereken ve Hadisler konusuna daha itiyatlı davranılması/konuşulması gereken nokta burası olmalıdır. Böyle yaklaşıldığında hem insanlarla daha iyi anlaşma zemini sağlanacak, hemde İslam ümmeti içinde ki ayrışma, kamplaşma ve hatta kavgaya giden adımlardan biri bir nebze olsun geri duracaktır.
Muhammed (as), Vahiy geldikten sonra hayatın gerçekleriyle yüzleşen, toplumun reddiyeci baskılarına maruz kalan ekonomik ve sosyal yönden büyük sıkıntılar çekmesi rağmen, kabuğuna çekilip münzevi bir hayatı tercih etmemiştir.Bilakis daha canlı bir şekilde, stratejik hesaplar yapan, yeni politikalar üreten ve her engeli aşmada fikir yürüten/beyan eden, kıyas yapan bir şahsiyet olmuştur.Gerek hazırda gerek savaşta her daim toplumun önünde şeffaf bir lider,müşfik bir elçi,adil bir devlet başkanı olarak varlığını adeta gölgesine kadar hissettirmiştir. . Bu harekete ivme kazandıran da elbette vahiy idi. Bu vahiy, yerel kafirlere tokat gibi cevaplar verirken; müminlere ise sekinet ve başarının tarifini veriyordu. Buradan şunu çıkartmak sanırım zor olmayacaktır. Allah, elçisine nerde nasıl konuşacağını, neyi nasıl yapacağını anlatmış, hem siyasal yönden, hem sosyal yönden ufkunu açmış; disiplinli bir şekilde doğruyu yanlıştan ayırma kabiliyetini vermiştir. Ondan kesinlikle beşeri gücün üstünde bir hayat,bir çalışma istememiştir. Bu haraket metodu sünnetin tam kendisidir ki işte burada sünnet kavramı devreye girmektedir.
Sünnet konusunun da doğru bir şekilde anlaşılamaması hemen hemen Hadis konusuyla paralellik arzetmektedir. Biz diyoruz ki sünneti Kuran içerisinde ki var olan yerine oturtmadıkça doğru formülü elde etmek imkansız olacaktır. Allah Resulü Kuran’dan aldığı referansla hayatına yön vermiştir. Oysa bugün sünnetin tarifini Hadislerde aramak oldukça manidardır. Sünneti hadislerde arama anlayış bizi kıyas yapma imkanı esnasında oldukça gülünç duruma düşürecektir. Mesela modern (!) çağda onuncu katta tuvalettte taş bulundurmak, deve sidiği içmek veya kan içmek gibi vahye aykırı bir sürü hadisler(!) daha işin başında bir çok sakatlıklarıda beraberinde getirmektedir. Buradan şunu belirtmekte fayda var ki, Hadis olduğu söylenilen sözler bizleri döneminin Müslüman bakış açısına, kültürüne, fikrine götürebilir. Burada bir sıkıntı yok. Bunların dinden bir cüz olmadığını, belki günlük bazı muamelatlarda dönemin şartlarına göre söylenilen sözler olduğu ele alınabilir. Zaten Kuran özeli veya kişileri ilgilendiren bu ve benzeri söz, fiil ve takrirleri gündem bile etmemiş, bilakis genel olarak pis olan her şeyi yasaklamıştır. Bu yüzden Hadisleri rehber edinmek itikatta delil olarak kullanmak, ayetlerin evrensel mesajına ulaşamamak demektir. Sarık,cübbe,misvak gibi aksesuarları dinin birer parçası zannederek yerel ve küresel küfür mantığını algılayamamak demektir.Halbuki yapılması gereken tek şey Allah resulünün hayatına yansıttığı vahiyle, evrensel gayeyi yakaladığını görmeye çalışmak olmalıydı.
Kuran ayetlerini hayatında tatbik ve tefsir eden ilk defa Allah Resulüdür. Onun sünneti bu bağlamda bizi rahatlatacak bize yön verecektir. Ancak hadisler konusunda biraz dikkatli davranmamız gerekecek. Çünkü Hadis külliyatlarında dinin çizdiği temel esaslara, akla, tarihe uymayan bir sürü şişirilmiş hadislere rastlıyoruz. Bunları elerken ve dahi bütün Hadisleri gözden geçirirken belki dikkat edeceğimiz nokta bunları bir anda kaldırıp atmadan evvel içinde yaşadığımız çağın şartlarıyla; yedi, sekiz ve dokuz’uncu yüzyıl insanının yaşadığı çağın şartlarını karşılaştırmak gerekecek. Buradan çıkardığımız edinim bizi ancak o dönemin insanının bilgi birikimi,kültürü veya islamdan ne anladığı izlenimini verebilir.Bu da bizim için İslam adına zaten bağlayıcı olmayacaktır. Belki böylece daha sağlıklı bir Hadis bilgisine sahip oluruz.